Dolar (USD)
34.61
Euro (EUR)
36.42
Gram Altın
2932.56
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Ocak 2022

"Son günlerde iyice azdılar kardeşim, ne olacak bu işin sonu!"

Birileri, toplumun sinir uçlarına dokunuyor.

Birileri, Anadolu’ya tahrik ediyor.

Birileri, hakaretleriyle sinirlerimizi zıplatıyor.

Bir karanlık zihniyet, çocuklarımıza Kur’an öğretilmesine “Ortaçağ Zihniyeti” damgasını vuruyor, kutsallarımıza hakaret ediyor!

Öyle bir hâl aldı ki vaziyet, “peygamberlerimize” bile, “ilim, sanat” adı altında savrulan hakaretleri işitiyoruz…

Anadolu’nun bir kasabasından arayan ileri yaştaki vatan evlâdı da ne yapsın, “Son günlerde iyice azdılar kardeşim, ne olacak bu işin sonu!” diyor.

Geçtiğimiz gün, Akit TV’deki Derin Kutu adlı programda bu meseleleri konuşuyorduk.

Dört misafirdik, bir de Moderatörümüz Sabri Balaman.

Hepimiz emektâr insanlardık, uzun yıllar boyunca “kıymetlerimize sahip çıkma mücadelesi” vermiştik kendimizce…

Orada sordum:

Bu program, Youtube’da da var. Biz buradan gittikten sonra da oradan ve başka mecralardan izlenebilir. Bir de değerlerimize hakaret edenlerin, onlara sahip çıkanların sosyal medyadaki yayınları var. Bir şey söyleyeyim mi, bizim Youtube yayınımızı, çoğu yaşını başını almış birkaç bin, hadi birkaç onbin kişi izleyecek. Ama, ‘o tarafın’ yayınlarını milyonlar takip ediyor ve bunların büyük bir bölümü de genç insanlarımız… Biz böyle kendi aramızda tartışırken, gençlik bambaşka bir dünyada yaşıyor ve o dünya evlâtlarımızı çok uzaklara götürüyor!”

Buralardan aldım sözü…

Şöyle devam ettim:

“Biz haklı olarak kızıyor, tepki gösteriyoruz… Çok da güzel yapıyoruz. Bununla birlikte, birkaç akademisyene, politikacıya, şarkıcıya takılıp kalırsak, büyük resmi kaçırmış oluruz. Bu memleketin ‘Yerli ve Milli’ bir eğitim stratejisi var mı arkadaşlar? Bu memleketin, ‘Yerli ve Milli’ bir kültür stratejisi var mı arkadaşlar? Bizim, kendimizin, ‘Yerli ve Milli’ bir aile stratejimiz var mı, arkadaşlar.. Bugün karşı karşıya olduğumuz manzara, yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın tabii sonucudur! Biz ekonomiyi düşündüğümüz kadar, maddi meseleleri düşündüğümüz kadar… Bunların binde biri kadar, maneviyatımızı düşünmüyoruz. Vaatlerimiz hep maddiyata dayanıyor…Yapılanları anlatırken hep maddiyattan bahsediyoruz.. Peki ya, esas mesele… O ne olacak? Medeniyet değerlerimizi kendimizle ve gençlerimizle buluşturma meselemiz ne olacak? Aile meselemiz ne olacak, kültür meselemiz ne olacak? İhmallerimiz devam ederse bu işin sonu nereye varacak!”

Evet, bugün karşı karşıya olduğumuz manzara…

İşte biz de, yaşımızı başımızı aldık…

İşte biz de, geldik gidiyoruz…

“Yaşlı”, “orta yaşlı” memleket evlâtları olarak, bir araya geldiğimizde neler diyoruz…

“Efendim, gençlik dünü bilmiyor.”

“Efendim, bunlar hazıra kondu, kolaycılığa alıştı.”

“Efendim, biz zamanında ohoooo…”

Vesaire, vesaire…

Biz gençlerimiz için bir şeyler diyoruz da…

Ya gençlerimiz bir araya geldiklerinde “bizler” için neler diyorlar acaba?

*

Bir vakitler, bizler, genç iken yaşlılarımızla arkadaş gibiydik.

Evet, gerçekten de öyleydik.

Şimdilerde…

Yaşlılar ile gençler ayrı dünyalarda yaşıyorlar,

Tamamen ayrı dünyalarda.

Aynı evin içinde bile yabancı gibiler, çoğu vakit.

Öyle bir hâle geldik ki, yaşlı insanlarımız, çocuk parklarında gördükleri şirin bebekleri sevmekten bile çekinir hale geldi “Anne babası yanlış anlar mı?” diye!..

Bizi biraz da mahalledeki büyüklerimiz büyüttü.

Onlar, birer amca, dayı, teyze, hala, ağabey, abla gibiydiler.

Şimdi…

Ne hallere geldik..

Hani bir şarkı var ya,

“Neredeydik nerelere geldik!”

Benim öğrencilik, daha doğrusu talebelik hayatım hiç bitmedi, ölene kadar da bitmeyecek inşaAllah.

Şu anda da, Yüksek Lisans Talebesi’yim.

Bu vesileyle birçok gencimizle tanışma, konuşma imkânı buluyorum.

Şunu görüyorum ki net bir şekilde, gençlerimiz ve biz, ayrı dünyalarda yaşıyoruz!

Bütün acılarına şahitlik ettiğimiz 28 Şubat sürecinde, “mücadeleyi” gençler sürüklerdi.

Yaşlılar ise, bedel ödemeyi göze alarak yanımızla olurdu.

Öyle ki, “akademik unvanlarını” bile kaybedenler olmuştu, bizimle birlikte hareket ederken.

Gençlerimiz inançları, idealleri uğruna eğitim hayatlarını feda ediyordu ve nice yaşlı vatan evlâdı da ağır bedeller ödemeyi göze alıyordu.

Hani, diyorum ki…

Allah muhafaza, o karanlık 28 Şubat günleri daha da kararmış olarak geri gelecek olsa, bu mücadeleyi vereceklerin oranı ne kadar olur?..

*

Böyle ruhum karardığında…

Ümitlerim azaldığında…

Kur’an-ı Kerim yetişiyor imdadıma…

Rabbim, “Sizin hoşlanmadıklarınızda belki de hayır vardır.” buyuruyor ya…

Bugünlerde yaşadıklarımız, değerlerimize ardı ardına saldırılar yani…

Bize “neleri eksik bıraktığımızı” ve “böyle yapmaya devam edersek nelerle karşılaşacağımızı” göstermiyor mu?

Belki de…

“Şer gibi görünendeki hayrı” yakalarız ve belki de, gayretimizi arttırırız.

Şunu görelim ki artık, resmi eğitim politikalarına ya da politikasızlıklarına bel bağlamak mânâsız.

Olmuyor işte…

Şundan dolayı olmuyor, bundan dolayı olmuyor…

Bir de, olmaz zaten.

Biz “kalbimizi ihmal” etmişiz, tefekkürümüzü ihmal etmişiz, kendimizi ihmal etmişiz…

Bir kabahatli arıyoruz ve “Ah şu Milli Eğitim!” diyoruz…

Neye lâyık isek o…

Öyle değil mi, dostlar!..