"Son günlerde iyice azdılar kardeşim, ne olacak bu işin sonu!"
Birileri, toplumun sinir uçlarına dokunuyor.
Birileri,
Anadolu’ya tahrik ediyor.
Birileri,
hakaretleriyle sinirlerimizi zıplatıyor.
Bir
karanlık zihniyet, çocuklarımıza Kur’an öğretilmesine “Ortaçağ Zihniyeti”
damgasını vuruyor, kutsallarımıza hakaret ediyor!
Öyle
bir hâl aldı ki vaziyet, “peygamberlerimize”
bile, “ilim, sanat” adı altında
savrulan hakaretleri işitiyoruz…
Anadolu’nun
bir kasabasından arayan ileri yaştaki vatan evlâdı da ne yapsın, “Son
günlerde iyice azdılar kardeşim, ne olacak bu işin sonu!” diyor.
Geçtiğimiz
gün, Akit TV’deki Derin Kutu adlı programda bu meseleleri konuşuyorduk.
Dört
misafirdik, bir de Moderatörümüz Sabri
Balaman.
Hepimiz
emektâr insanlardık, uzun yıllar boyunca “kıymetlerimize
sahip çıkma mücadelesi” vermiştik kendimizce…
Orada
sordum:
“Bu program, Youtube’da da var. Biz buradan
gittikten sonra da oradan ve başka mecralardan izlenebilir. Bir de
değerlerimize hakaret edenlerin, onlara sahip çıkanların sosyal medyadaki
yayınları var. Bir şey söyleyeyim mi, bizim Youtube yayınımızı, çoğu yaşını
başını almış birkaç bin, hadi birkaç onbin kişi izleyecek. Ama, ‘o tarafın’ yayınlarını milyonlar takip
ediyor ve bunların büyük bir bölümü de genç insanlarımız… Biz böyle kendi
aramızda tartışırken, gençlik bambaşka bir dünyada yaşıyor ve o dünya
evlâtlarımızı çok uzaklara götürüyor!”
Buralardan
aldım sözü…
Şöyle
devam ettim:
“Biz haklı olarak
kızıyor, tepki gösteriyoruz… Çok da güzel yapıyoruz. Bununla birlikte, birkaç
akademisyene, politikacıya, şarkıcıya
takılıp kalırsak, büyük resmi kaçırmış oluruz. Bu memleketin ‘Yerli ve Milli’
bir eğitim stratejisi var mı arkadaşlar? Bu memleketin, ‘Yerli ve Milli’ bir
kültür stratejisi var mı arkadaşlar? Bizim, kendimizin, ‘Yerli ve Milli’ bir aile stratejimiz var mı,
arkadaşlar.. Bugün karşı karşıya olduğumuz manzara, yaptıklarımızın ve
yapmadıklarımızın tabii sonucudur! Biz ekonomiyi düşündüğümüz kadar, maddi
meseleleri düşündüğümüz kadar… Bunların binde biri kadar, maneviyatımızı
düşünmüyoruz. Vaatlerimiz hep maddiyata dayanıyor…Yapılanları anlatırken hep
maddiyattan bahsediyoruz.. Peki ya, esas mesele… O ne olacak? Medeniyet
değerlerimizi kendimizle ve gençlerimizle buluşturma meselemiz ne olacak? Aile
meselemiz ne olacak, kültür meselemiz ne olacak? İhmallerimiz devam ederse bu
işin sonu nereye varacak!”
Evet,
bugün karşı karşıya olduğumuz manzara…
İşte
biz de, yaşımızı başımızı aldık…
İşte
biz de, geldik gidiyoruz…
“Yaşlı”, “orta yaşlı” memleket evlâtları olarak, bir araya geldiğimizde neler diyoruz…
“Efendim, gençlik
dünü bilmiyor.”
“Efendim, bunlar
hazıra kondu, kolaycılığa alıştı.”
“Efendim, biz
zamanında ohoooo…”
Vesaire, vesaire…
Biz
gençlerimiz için bir şeyler diyoruz da…
Ya
gençlerimiz bir araya geldiklerinde “bizler”
için neler diyorlar acaba?
*
Bir
vakitler, bizler, genç iken
yaşlılarımızla arkadaş gibiydik.
Evet,
gerçekten de öyleydik.
Şimdilerde…
Yaşlılar
ile gençler ayrı dünyalarda yaşıyorlar,
Tamamen
ayrı dünyalarda.
Aynı
evin içinde bile yabancı gibiler, çoğu vakit.
Öyle
bir hâle geldik ki, yaşlı insanlarımız,
çocuk parklarında gördükleri şirin bebekleri sevmekten bile çekinir hale
geldi “Anne babası yanlış anlar mı?”
diye!..
Bizi
biraz da mahalledeki büyüklerimiz büyüttü.
Onlar,
birer amca, dayı, teyze, hala, ağabey, abla gibiydiler.
Şimdi…
Ne
hallere geldik..
Hani
bir şarkı var ya,
“Neredeydik nerelere
geldik!”
Benim
öğrencilik, daha doğrusu talebelik hayatım hiç bitmedi, ölene kadar da
bitmeyecek inşaAllah.
Şu
anda da, Yüksek Lisans Talebesi’yim.
Bu
vesileyle birçok gencimizle tanışma, konuşma imkânı buluyorum.
Şunu
görüyorum ki net bir şekilde, gençlerimiz ve biz, ayrı dünyalarda yaşıyoruz!
Bütün
acılarına şahitlik ettiğimiz 28 Şubat sürecinde, “mücadeleyi” gençler
sürüklerdi.
Yaşlılar
ise, bedel ödemeyi göze alarak yanımızla olurdu.
Öyle
ki, “akademik unvanlarını” bile
kaybedenler olmuştu, bizimle birlikte hareket ederken.
Gençlerimiz
inançları, idealleri uğruna eğitim hayatlarını feda ediyordu ve nice yaşlı
vatan evlâdı da ağır bedeller ödemeyi göze alıyordu.
Hani,
diyorum ki…
Allah
muhafaza, o karanlık 28 Şubat günleri daha da kararmış olarak geri gelecek
olsa, bu mücadeleyi vereceklerin oranı ne kadar olur?..
*
Böyle
ruhum karardığında…
Ümitlerim
azaldığında…
Kur’an-ı
Kerim yetişiyor imdadıma…
Rabbim,
“Sizin hoşlanmadıklarınızda belki de
hayır vardır.” buyuruyor ya…
Bugünlerde
yaşadıklarımız, değerlerimize ardı ardına saldırılar yani…
Bize
“neleri eksik bıraktığımızı” ve “böyle
yapmaya devam edersek nelerle karşılaşacağımızı” göstermiyor mu?
Belki
de…
“Şer gibi görünendeki
hayrı” yakalarız
ve belki de, gayretimizi arttırırız.
Şunu
görelim ki artık, resmi eğitim politikalarına ya da politikasızlıklarına bel
bağlamak mânâsız.
Olmuyor
işte…
Şundan
dolayı olmuyor, bundan dolayı olmuyor…
Bir
de, olmaz zaten.
Biz
“kalbimizi ihmal” etmişiz,
tefekkürümüzü ihmal etmişiz, kendimizi ihmal etmişiz…
Bir
kabahatli arıyoruz ve “Ah şu Milli
Eğitim!” diyoruz…
Neye
lâyık isek o…
Öyle
değil mi, dostlar!..