Dolar (USD)
35.34
Euro (EUR)
36.46
Gram Altın
3000.05
BIST 100
10075.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sistem(at)ik bakış

Geleceğe dair kuşkularımın ya da endişelerimin başında sistematik ve bütüncül bakış bağlamında oluşan zafiyetler gelmektedir. Bu endişenin geleceğe yönelik olması, ister istemez genç nesle de göndermelerde bulunmaktadır. Fakat yine de bu zafiyetin post/modern dünyanın karakteristikleri ile yakın ilintisi olduğundan dünyaya doğru yayıldığını; yani kahir ekseriyete teşmil edilebileceğini söyleyebiliriz.

Geçenlerde bir üniversiteye iş için gitmiştim. Ana girişten geçerken aradığım fakülteyi sordum. İlk anda görevliler hemen cevap veremediler ve kendi aralarındaki sorulardan sonra beni bir binaya yönlendirdiler. O bina aradığım fakülte değildi. Orada da görevlilere ve hatta öğrencilere sordum. Beni yönlendirdikleri bina aradığım fakülte değildi. Bu şekilde epey gelgitlerden sonra, kendi aradım ve buldum. Ancak bende oluşan kanaat (ki bu kanaatimi besleyen başka tecrübelerim de var) bütünsellikten yoksun bir hayat tarzının baskın hale gelmiş olmasıdır.

İnsanlardan bir kısmı içinde yaşadıkları ülkenin dünyada nerede durduğunu, yaşadığı ülkesinin şehirlerinin nerede olduğunu bilmemektedirler. Bunu coğrafya bilgisinin zayıflığından da öte bütünsel bakış açısından yoksunluk şeklinde düşünme eğilimindeyim. Üstelik bu durum sadece yön ve coğrafya ile değil, hayatın bütününe sirayet eden dünyayı algılama biçimiyle de ilintilidir.

Burada sorunun iki önemli tezahürünü ele alabiliriz. Birincisi, dünya sistemi bütünsel bir proje olarak çalışırken insanlar onu parçaları ile algılamaya çalışmaktadırlar. Bunun ilk elden postmodernliğin hakikati parçalamasıyla ilintisi bulunmaktadır. Hakikat artık dışarıdan ve bütünsel bir şey olmaktan uzaklaştırıldığı oranda, dünya sistemi de parçaları ile algılanmaya başlamıştır. Bir başka deyişle, parçalarını bir bütün olarak sunmaktadır.

İşin ilginç tarafı, insanlar bu hokus pokus işleminde kendilerine sunulan parçalarla uğraşmakta (tekasür) ve bu parçaları sorunu bütünü zannetmektedirler. Bunun bir diğer uzantısı da, insanların ellerine tutuşturulan makinelerle uğraşmaktan ve bunun içinde akıp giden (tekasürden) sorunun büyüklüğü ve meselenin önemini anlayabilmiş değillerdir. Bu minvalde ulus aşırı sermaye büyüyüp giderken, kitleler fakirleşmektedir.

Bu çerçevede bir diğer konu da İslam’ı ve İslam düşüncesini de bir bütünsellik içinde kavramaktan uzaklaşılmasıdır. 1980’li yıllardaki tartışmalara bakıldığında, islami söylemin merkezini bir paradigma ve sistem(at)ik bakış oluşturmakta idi. Bugünden bakılınca çok da anlaşılmayan hatta kimilerince yadırganan islami söylem ve düşünceler en azından İslam’ı bir paradigma meselesi olarak okumakta idiler.

Esasen Batı’da ortaya sürülen siyasal, sosyal, kültürel teorilere dikkatle bakıldığında, İslam’ı müslüman toplumlardan daha iyi anladıkları kanaatini taşımaktayım. Çünkü soğuk savaş döneminde henüz kristalize olmaya islam düşüncesi bir muhatap olarak da görülmüyordu. Ancak bilhassa 1980’li yıllardan sonra bu durum değişmeye başladı.

Müslüman toplumların kendi sorunlarını çöz(e)meme noktasında başarısızlıklarında farklı bileşenler rol oynamakla birlikte, önemli oranda İslam’ı böyle sistematik bir bakışla algılayamamaları gelmektedir. Bunun için de ortaya sürdükleri çözümler palyatif kalmaktadır. Zira “islamilik” denilen şey, zihinlerde bir makinenin alt birimlerinin birbirleriyle uyumlu işleyişi şeklinde düşünülmemektedir.

Fakat daha da ötede müslüman toplumlarda gelinen noktada Batı ile ilişkiler sonucunda oluşan umutsuzluk, Batı modernitesine mutlak uyumla sonuçlanmış gibidir. Müslüman toplumlar artık modernitenin getirilerinin keyfini sürmektedirler. Fakat bunun nasıl bir maliyeti karşımıza çıkaracağını düşünmemektedirler.