"Rüyada Atatürk görmek!"
“Çarşaf” giydirilmiş ve zincirlenmiş bir “kadın”ın sergilendiği “show”, Türkiye’nin önünü tıkayan zihniyeti bütün “çıplaklığı” ile gözler önüne serdi.
Yıl
bilmem kaç olmuş, nelerle uğraşıyor çağdışı zihniyet!
*
Bu
zihniyet, “derin dondurucu”da tutmak
süretiyle tarihin dar bir dilimine hapsettiği bir “Tarihi Şahsiyet” üzerinden neler yapmıştır neler…
Ne
darbeler!..
Bu
zihniyet dünyasına göre,
Osmanlı
her yönüyle kötüdür, bütün kötülüklerin sebebi, (farklı kavramlarla ifade etseler de) İslâm’dır.
İslâm’ın
hayat pratiğini ortaya koyan “Peygamber”,
bir Arap’tır.
Zamanında
(hâşâ) “kendi aklından” bir şeyler
yapmıştır, O “aklın” bize
verebileceği bir şey yoktur!
“Kâbe” dönemi kapanmıştır!
Çankaya
dönemi başlamıştır!
Ve bu
da, şöyle anlatılmıştır:
“Ne mucize ne efsun,
Ne örümcek ne yosun,
Çankaya yeter bize,
Kabe Arab'ın olsun!"
*
Biz,
“bu zihniyet dünyasının” etkili olduğu bir çevrede büyütüldük.
Ebeveynimiz
yurt dışındaydı, Türkiye’de büyütülmemizin daha iyi olacağını düşünerek hısım,
akrabanın yanına bırakmışlardı bizi.
O
günlerde, “etrafımızda olanlar tarafından”
anlatılanları kelime kelime hatırlarım.
Önümüze
“bir sakallı” ve “falakaya yatırıp işkence yaptığı çocuk”tan
müteşekkil “sahte resimleri” koyar…
Kafamıza,
“Her ‘çember’ sakallı, her sarıklı, her
çarşaflı kötüdür, yeni olan her şey iyidir!”i çakmaya çalışırlardı.
Hatta
ve hatta hızlarını alamaz, böyle bir görüntü arz etmeyen Milli Görüş Lideri Erbakan Hoca’yı da hedefe yerleştirir, sürekli olarak kötülerlerdi.
O
günlerde, esas derdin “sakal, sarık,
çarşaf” olmadığını kavrayabilecek durumda değildik, haliyle!
*
O yıllar
nasıl unutulur…
Etrafımızdakilerin
kafalarında, tarihtekiyle çok az
benzerliği olan bir “Atatürk resmi”
vardı.
Ciddi
ciddi bir şeyler anlatırlardı…
Mesela…
Atatürk
yelekleri alevden al bir ata binermiş ve her gece ülkenin sokaklarını gezerek, “Benim insanlarım ne yapıyor bakalım?”
diye teftiş edermiş.
Bunu
öyle “çocuk kandırmak” içinanlatıyor değillerdi.
Asla
değillerdi, son derece samimilerdi!..
İnanmışlardı!
Zira,
ilk gençlik yıllarımızda sorduğumuzda, kendilerine böyle anlatıldığını söylüyor
ve buna “hâlâ” inandıklarını belli ediyorlardı.
Hatta
bakın, şimdi de devam ediyor bu anlayış.
Geçenlerde,
bu zihniyetin “rüya tabirlerine” bir
bakayım, dedim.
Konu, “Rüyada Atatürk görmek”!..
Şöyle
yazıyor “Çağdaş Tabir”de:
“Rüyada
Atatürk'ü görmek rüya sahibinin Atatürk'ün ilke ve inkılapları doğrultusunda
onun izinden gideceği anlamına gelmektedir. Onun gösterdiği doğru yolda emin
adımlarla yürüyeceğini, vatanı ve milleti için hayırlı işler yapacağına delalet
eder. Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu
anlatırken, ilimi ve bilimi kendine rehber edineceği üzerine delalet
etmektedir.”
“Çağdaş Rüya
Tabiri”ni nasıl buldunuz?
Mustafa Kemal Atatürk gibi her meseleyi “laboratuvarda”
incelemek isteyen, “pozitivist” bir
insan, bugün yaşıyor olsaydı bu türden “yorumlara”
çok kızardı herhalde!..
“Akıl
ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur.” diyen bir Lider’den
bahsediyoruz.
Niçin kızmasın!
*
Bunlar bir yerlerden alıp da, genellediğimiz örnekler değil.
Bizler, koca koca gazetelerin koca koca isimli köşe
yazarlarından nice “Atatürk’ü rüyamda
gördüm!”le başlayıp, “Benim
aracılığımla ülkenin gidişatı hakkında endişelerini dile getirdi ve ikaz etti!”
yollu cümleler okumuşuzdur.
Atatürk’ün endişelerini dile getirmek üzere tercih ettiği “akredite” yazarlar arasında olmak, az
ayrıcalık mıdır?
Ve bir de…
Evsafsız kitapları, maliyetlerinin yüz katına satabilmek!..
Büyük MuhafazaKÂRlık!..
*
Ah bu işleri bir bırakabilsek!..
Kavgalarımız, çoğu
vakit “kendilerini anlatma , kendilerini
savunma imkânı bulunmayan ölmüşler” üzerinden oluyor.
Tarihteki bir “devlet adamı”nı aşırı överek ya da yerin
dibine batırarak, zeminimizi “tutmaya” çalışıyoruz.
Bir gün…
“Atam Fatih
21 yaşında İstanbul’u fethetmişti!” diye övünen ve buradaki “Atam”ı bir yerlere gönderme yapmak
için kullandığını belli eden bir “arkadaşıma”
demiştim ki,
“Atamız Fatih
21 yaşında İstanbul’u fethetti. Peki, 50 küsur yaşına gelmiş olan bizler ne
yaptık! Atalarımızın, genç yaşlarında büyük işler yapmaları, dünyayı
titretmeleri bugün mahkûm durumda olan milyarlarca Müslüman için övünme
vesilesi mi olmalıdır, yoksa ‘dertlenme’ vesilesi mi?”
Arkadaşım, nefsinin de bastırmasıyla dediklerimdeki doğruluk
payını kabullenmedi ama eminim ki kafasını yastığa koyduğunda “Peki ben bu yaşıma kadar ne yaptım?”
sorununun cevabını aramıştır!..
“Atatürk
tartışmalarına” da böyle bakıyorum.
Atatürk’ün “doğrularını”
al ve geliştir, “yanlışlarını” ise
dersler çıkartarak geride bırak!
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, kısa sayılabilecek ömründe
doğru işler de yapmıştır, yanlış işler de…
Yapılanları ve yapılmayanları değerlendirirken, o anki şartları,
o anki ortamı da göz önünde bulundurmak gerekir.
Bu ülkede çoğu zaman sergilenen, ölmüş şahıslar üzerinden
karşı tarafı vurmaya ya da “yapılanları”
meşrulaştırmaya çalışmaktır.
Oysa olması gereken…
Tarihi şahsiyetlerin hatalarından ders çıkartarak benzeri
hataları bugün de yapmamaya gayret etmek…
Doğrularından da istifade ederek, bu doğruların üzerlerine
yenilerini eklemeye çalışmaktır.
Bir tarihi şahsiyetin hatırasını derin dondurucuya atarak karşı
tarafı “vurmanın” aracı olarak kullanmak…
Evet, tam anlamıyla o şahsiyeti istismar etmektir.
*
Birileri, ellere tutuşturdukları Atatürk portrelerinin
ortasında “çarşaflı kadını zincirlemek”
suretiyle tam olarak bunu yapmışlardır!..
Bir tarihi şahsiyetin hatırasını, bu ülkenin en az kendileri
kadar “hak sahibi” olan çok sayıda
vatandaşı rencide etmek için, ortamı gerginleştirmek ve kamplaşmayı
tırmandırmak için istismar etmişlerdir.
Üstelik, bunu yapmanın “
yarı ideolojilerine” faydası da olmamıştır.
Bu çirkin görüntüler olanlardan fazlasını yanlarına
çekmemiştir aksine, “Allah bu memleketi
bunların eline düşürmesin!” diyenlere güç vermiştir.
*Tarihi şahsiyetleri rahat bıraksanız da…
İnsanlık için faydalı olan projeleri yarıştırsanız ne olur?
Yok olmaz!..
Bu zor!..
Bunun için “çalışmak”
gerekir!..
“İzindeyiz!” demekle
olmaz bu işler!..
Mustafa Kemal Atatürk’ün “bazı
sözde dâvâ arkadaşları” tarafından ölüme sürüklendiği o çok zorlu yıllarda
bile, hastalığına aldırmaksızın nasıl bir tempoyla çalıştığını bilmiyor
olabilirler mi bunlar?
Yok, çoğu biliyordur da…
İşlerine gelmiyordur!..
Ha bu arada…
Az anlayabilen takımından birileri, “Hep bize yükleniyorsun ama MuhafazaKÂRlara’ laf ettiğin yok!” filan diyebilir.
Olmaz mı…
Bu yönden sataşanların “MuhafazaKÂRlık”
denilen “sinsi ideoloji” hakkında pek
de bilgi sahibi olmadıkları ortada.
“Sağdan” beslenenlere
“sağcı”, “soldan” beslenenlere ise “solcu” diyor egemen güçler!..
Sağ muhafazaKÂRlar da var, sol MuhafazakÂRlar da..
Biz, 9 köyde de yokuz!..
Memleket “kısır”
tartışmaları aşsın ve üretime odaklansın istiyoruz!..
NOT:
Bu arada, “çarşaflıya zincir” hakaretinin sadece bir
“Parti”ye yakın olanlar tarafından yapılmadığı söyleniyor.
Ben, zihniyetten bahsediyorum.
Ne adına olsun ve kim yaparsa yapsın yanlıştır.
Kınanmalıdır.
Adaletli olunmalıdır!