"Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde!"
Devletin Zirvesi’nden, sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkesin dilinden dökülen bir şikâyet cümlesi:
“At izi it izine
karıştı!”
Bir de…
“Kimin eli kimin cebinde belli değil!”
*
Gündemi sarsan “videolar” bu cümlelerle ifade edilen sıkıntının iyice gün yüzüne çıkmasına yol açtı.
Yüce Allah, Cumhurbaşkanı’ndan sokaktaki sade vatandaşa kadar herkese kolaylık versin.
*
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaş, durumun ne kadar tehlikeli boyutlara geldiğini gösteren “sahneyi” paylaştı.
Ailece sohbet ediyorlarmış…
Lâf lâfı açmış, konu “ülke meselelerine” gelmiş.
Bazı hususlardaki endişelerini dile getiren genç, bir anda
durmuş ve yarı şaka yarı ciddi, “Bana
bakın, içinizde gizli kayıt yapan yok değil mi?
Aman ha, sosyal medyaya verirsiniz filan, başımız derde girmesin!” demiş!
Gencin sözlerini ne kadar ciddiye alırsınız, ne kadar almazsınız size kalmış.
Ben, bunca sıkıntılı durumu ayrıntı kaçırmadan izlemeye çalışan bir gazeteci olarak, o gencin “endişelenmekte” haklı olduğunu düşünüyorum.
“Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin!” tavsiyesi, “bir hayat gerçeği” olarak beynimize işleniyor.
Aileyi, toplumu bir arada tutan “güven bağları” kopartılıyor!..
İşte son haller;
Sedat Peker’in açtığı yoldan ilerleyen politikacılar “iyi günde” söylenenleri, “ara bozulunca” “eklemeler ve saptırmalarla” ortaya döküyor…
Topluma, “Politikacıların çoğuna güven olmaz!” mesajını veriyor, “plândemi”den dolayı iyice bunalmış halde olan vatan evlâtlarını “ümitsizliğe” sürüklemek için adeta yarış ediyorlar.
“Sessiz kalışlar”, “farklı medya organlarına yansıyan” ismi saklı yetkili açıklamaları, birçok kafada kuyrukları birbirine değmeyen kırk tilkinin dolaştığı algısını iyice yerleştiriyor.
Kargayı aldatarak ağzındaki peyniri kapan “kurnaz tilki”nin itibarı her geçen gün artıyor.
*
Öte yandan;
Ekranlarda boy gösteren “akademisyen” etiketli bir hukukçu, keskin el, kol hareketleriyle ve yüksek volümle cumhuriyet savcılarına yükleniyor…
“Onlar da etten kemikten sonuçta!” diyerek, “can sıkıcı” imalarda bulunuyor.
“O Akademisyen”, bunlar en yüksek perdeden “haykırırken”, bir yetkili de çıkıp söylenenlere itiraz etmiyor.
Bu türden, sosyal medyada sahibini sık sık “TT” yapan ve bolca “like” alan yorumlar da, vatandaşın bunalımına bunalım ekliyor.
Bürokrasi tarafında da acayip bir hâl var, bağlı bulunduğu “iktidara” medya üzerinden “çakan” devlet memuru görüntüsünü yorumlamamız isteniyor bizden.
Ne diyelim, olacak iş değil.
Binlerce yıllık devlet birikimi, kadim kültür,
Selçuklu, Osmanlı…
Toplum, olan biteni, böyle izlerken, “twitter mahkemesi” de boş durmuyor.
Orada da, “O tutuklansın, bu serbest bırakılsın!” kampanyaları yapılıyor.
Sosyal medyada güçlü olan, iyi rüzgâr estiren taraf umumiyetle kazanıyor.
Birileri sırayla, sistemli olarak linç ediliyor…
Saldırıya uğrayanların ne hallere düştüklerini, nasıl yalnızlığa itildiklerini gören “diğerleri” de, “Aman aman, benim de başıma aynısı gelir!” endişesiyle geri çekiliyor!
Diğer taraftan;
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “helâllik” istediği kesimlerdeki geçim sıkıntısının iyice bastırdığını, uzun yıllardır görüştüğümüz vatan evlâtları da söylüyor.
Bütün dünyayı etkileyen “plândemi”nin Türkiye’yi “teğet geçmesi” beklenemez ama bu mazeret vatandaşın moralinin bozulmasını engellemiyor.
Eskiden, moraller bozuk olduğunda şöyle, ailemizi yansıtan bir “Türk Filmi” seyredilir, “mizaha” sığınılırdı.
Şimdilerde ekranların bir bölümü, adeta “psiko-terör” unsurları gibi çalışıyor.
Bir insana, kırk kere deli dersen “deli” olurmuş.
Yakın zamanda birbiri ardına devreye sokulan “üşütük” dizileri, insanımızın beynine beynine, ruhuna ruhuna işliyor.
Dizilerde, geçim sıkıntısındaki kitleleri tahrik eden, adeta “Batsın bu dünya!” demeye yönelten zevk, sefa, israf görüntülerine yer veriliyor.
“Kimin eli kimin cebinde belli değil!” cümlesine yüzde yüz denk gelen “çarpık ilişkiler”, “Aşkın için her şeyi yapacaksın!” mesajıyla meşrulaştırmak isteniyor.
Dizilerde, aldatılan erkek ve kadınlar “anlayışsızlıkla” suçlanırken, eşlerini boynuzlayanlar “aşk” kılıfıyla yüceltiliyor!..
Gündüz kuşaklarında televizyon açanların karşısına, “mutlu olamamışlığın” hıncını toplumdan, aile müessesesinden çıkartmaya çalışan “sinirli”, “sinir bozucu” program yapımcıları ve stüdyoya getirilen “klinik vak’a” tipler çıkıyor.
Bunlara “Elinde kumanda var kardeşim, istemiyorsan seyretme!” demek çözüm değil.
Böyle programları, “kısıtlamalara” tabi tutmak bir ölçüde çare olabilir sıkıntıya…
Ne bileyim, gece 24’ten sonra ve “siyah nokta” ile olabilir belki!
*
Bu yazının başında “Oynatmaya az kaldı, doktorum nerde!” şarkısı vardı.
Ne yazık ki, kıymetli doktorlarımızdan da benzeri mesajlar geliyor.
Onlar da…
“Ne gecemiz kaldı ne gündüzümüz.
Ne ailemiz kaldı, ne arkadaşımız.
Lütfen bizi de anlayınız...” diyorlar!..
Herkesi anlamaya çalışıyorum da…
Beni kim anlayacak?..
“At izi ile it izinin” birbirine karıştığı…
“Kimin eli kimin cebinde belli değil” Memleketi’nin Başkent’inde, gününün büyük bir bölümünü “hastanelerde” geçirmek mecburiyetinde olan bu kardeşiniz, ağabeyiniz derdini kime anlatacak?
Şükür Rabbim;
Ya dualarım da olmasaydı!..