Orada, bir köy var uzakta…
Hatırlıyorum, küçüklüğümde her bayram
sabahı köye giderdik. Akrabalarla bir araya gelirdi aile büyüklerimiz. Onlar
akrabalarla hasret giderince bizler de köyün bir ucundan diğer ucuna tüm
ailelerin kapılarını tıklatır, el öperdik. Elimizdeki poşeti ağzına değin
bayram şekeri topladıktan sonra konakladığımız akrabaların evine dönerdik.
Karnımız epey acıkırdı. Köyün doğal ürünleri ile yapılan yemekler, şehir
merkezinde yediğimiz yemeklerden çok daha lezzetli gelirdi bize.
Kış gecelerinde, soğukluğu hemen
hissettiren taş duvarlarına aldırış etmeden beton zeminde oturup, ortada yana
küçük bir sobanın etrafında biriken köy halkının yürekleri ısıtan sıcacık
sohbetini hâlâ hatırlıyorum. Küçüktük, çocuktuk ama yetişkinlerin yaptığı
sohbet bizim de ilgimizi çekerdi. O kadar samimi, içten bir ortam vardı ki;
tebessümün eksik olmadığı, herkesin neşeli olduğu o ortamlardan ayrılmak
istemezdik; üzülürdük köyden ayrılırken. Çoğu zaman ağlardık; zorla eve
götürürlerdi bizi.
Şimdi ise aynı köye gittiğimde, yaşam
koşulları çok daha ileriye gitmiş olmasına rağmen birlik ve beraberliğin
kalmadığı, kimsenin artık pek kimseye uğramadığı sessiz sokaklarla dolu
bayramlara tanıklık ediyoruz. Üstelik yaşam koşullarının gelişmesine,
iyileşmesine rağmen köy halkından kimi dinleseniz birçok sıkıntıları olduğunu
dile getiriler. Eskiden yollar topraktı, hatta çamurdu ama evler arasında akşamları
el feneri ile önünü görmeye çalışarak sohbete çay içmeye giderdi neredeyse tüm
köy halkı. Şimdi ise yollar parke taşlar, asfalt yollar ile kaplı, sokaklar
gece lamları ile aydınlatılmış olsa bile kimsenin pek kimseye uğradığı hal
hatırını sorduğu yok. Şimdiki çocuklar bilmezler bizim zamanımızdaki o güzelimsi
bayram günlerini. “Bayram gelmiş neyime…” havasındalar.
Bizim zamanımızda televizyon yoktu köyde.
Televizyon niyetine köyün en neşeli büyüğü anlatır, oraya toplanan halk neşeyle
dinlerdi. Bizim radyomuz da televizyonumuz da köyün en yaşlılarından Osman Amca
idi. O anlatır, bizler dinlerdik. Gülerdik. Eğlenirdik. O kadar gülerdik ki
bazen gözlerimizden yaş gelirdi. Renkli biriydi. Her dönemin bir Osman Amca’sı
olurdu. Şimdilerde dönüp bakıyorum da ne bu dönemim Osman Amcası var ne köyü
bir araya getiren birlik beraberlik ruhu ne o eski bayramlar o eski huzur ve
mutluluklar.
Babam memurdu. Bekâr iken köyden geliş
gidiş yaparmış işe. Ama annem ile evliliğinden sonra şehir merkezine
yerleşmişler. Küçüklüklerinde köyde yetişmiş olmaları nedeni ile köy kültürünü
yaşam tarzı haline getirmişlerdi. Evde, köye dair birçok şey görürdük. Biz
küçük iken soba yakılır, kardeşlerim ile birlikte sobanın etrafında halka olur
anne babamın bize anlatacaklarını heyecanla beklerdik. Onlar da bize köy
ortamında nasıl tanıştıklarını, nasıl evlendiklerini, yaşadıkları mutlulukları
anlatırlardı. Evlendiklerinde bir göz odada nasıl beş çocuk yetiştirdiklerinden
bahsederlerdi. Bir göz odalı ama evimizden hiç misafir eksik olmaz idi. Babam
bize Osman Amca gibi güzel şeyler anlatırdı. Gülerdik. Benim yerim her zaman
aynı yerdi; sobanın sağında, hemen dibinde, küçük bir battaniyenin üzerinde.
Kimse oraya oturmazdı. Isıyı çok severdim; en sıcak yer orasıydı. Bazen ben yok
iken babam ısınsın diye oraya otururdu ama ben içeri girdiğimde hemen kalkar
başka yere geçerdi. “Çok ısındım, kemiklerim yandı neredeyse” derdi yer
verirken. Oysaki hastaydı. Çocukken anlamazdım ama şimdi büyüdüğümde ve baba
olduğumda daha iyi anlıyorum fedakarlığın ne olduğunu, baba olmanın ne anlama geldiğini.
Öğle arası okuldan eve gider karnımızı
doyurur tekrar okula dönerdik. Zaman kısıtlıydı. Okula yetişebilelim diye öğle
yemeğini hazırlarken annemin elini kolunu nasıl yaktığını ama hiç belli etmeye
çalışmadan gözyaşlarını içine akıttığını çok iyi hatırlıyorum. O gün idrak
edecek yaşta olmadığımdandır herhalde pek bir şey hissetmemiştim ama şuan
hatırladıkça canım yanıyor. İçim sızlıyor.
Evde köy kokusu, köyde ev kokusu vardı.
Evde de mutluyduk, ama köye gidince çok daha mutlu oluyorduk. O kadar çok anı
var ki hafızama nakşettiğim; küçüklüğümü düşündükçe mutlu olduğum. Keşke
diyorum bazen; keşke köyümüzde üniversite olsaydı, orada okusam ve orada
çalışsam, hep köyde kalsaydım diyorum.
“Orada, bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür…”