Okuyandan okunana d/okunsun diye…
-Bu metin kıymetli dostların talebi üzerine sosyal medyada neşrettiğim notun genişletilmiş şeklidir.
Zaman yanında olmanın,
yüreğini meydana koymanın, adını dost
hanesine yazmanın bir diğerine yetmediği bir zaman… Kişi emaneti ayağa düşürme
pahasına onu görünür kılma çabasında, bir nevi yakını uzaklaştırma temrinleri…
Mevcut şartlara bakıldığında her şey teşhir amacıyla vitrinlere çıkarılan
duyguların samimiyetsizliğe dönüşümünü hızlandırmak için tasarlanmış gibi
görünüyor. Mücrim yargılıyor. Cellat merhamet pazarlıyor. Kişi mahremiyetine
uzanan eller ahlâk misyonerliği yapıyor. Böyle durumlarda Cemil Meriç’in
sızısını yâd ediyor, insanların kıyıcılığından kitaplara sığınışını
içselleştiriyorum. Kelimelerin, kitapların, gayretin olmadığı bir dünya
tasavvuru beni şükre ulaştırıyor. İnsan tabiatındaki kötücül ifadenin tahrip
ettiği âlemi, kelimelerle tamir etme gayretine giriyorum. Değil mi ki çağrışım
alanlarımızda çoğala çoğala günümüze süzülen her kitap da bir çilenin, davanın,
amacın, çabanın simgesi.
Hâl böyle iken son
zamanlarda diplomayı, akademiyi, kitapları itibarsızlaştıran sancıya daha sık
rastladığımı fark ediyorum… Senelerdir kimi ucuz aşk romanları ve Yeşilçam
filmlerinde zenginlik toplumun bilinçaltına ezici bir güç olarak kodlandı.
Şimdi aynı kompleks yapı insanı ve tabiatı okuyamama, gurur, kibir, hırs gibi
kimi menfi hassaları vesile tayin ederek kitap sevdalılarına atıfta bulunuyor,
her fırsatı ilim ve kariyer davası olana saldırarak değerlendiriyor. Her ne
hikmetse insanî erdemlere sahip olamamanın sorumluluğu “okumakta”
aranıyor.
Elbette ilmin güzelliğini
ve onurunu taşıyabilmek mutlak okumaya yahut diplomaya bağlanabilecek bir durum
değil ancak kişiyi kendi hakikatiyle yüzleştirecek en büyük değer de ilimde
mahfuz. Üstelik kibrin karşısına bilginin ve diplomanın bu kadar sık çıkarılması
da üzgünüm ama onun büyüklüğünü izhar eden beyhude bir çaba. İnsanın bir diğerinde gördüğü olumsuzluğu eğitimin,
kitapların, diplomanın varlığına bağlaması ve kıymetlerimizi insanî vasıflara
muhalif bir noktaya oturtması kendisi ile alakalı. Zira kişinin tabiatında
olumsuz hasletler var ise her vesile ile er ya da geç ortaya çıkacaktır, bunun
için fertlerin bilgi sahibi olanlar ve olmayanlar/okuyanlar veya okumayanlar
şeklinde sınıflandırılması gerekmiyor. Zihnin kelimelere ve kitaplara sevdalı
olmasının, terakki için kitaba ulaşabileceği her ortamı yeterli bulmasının,
insanların gezip eğlendiği bir zeminde yorulmasının bir anlamı olmalı. Belki de
okuyan ve çalışanlara karşı duyulan bu rahatsızlığı görsel hafızalarda kelime
oyunları ile kalmayı tercih edenlerin huzursuzluğu tesis ediyor. Birileri
konforundan feragat etmezken birileri bu uğurda yorgunluğu, uykusuzluğu, çileyi
göze alıyor. İlginç olansa cehlin, ummanda şifa bulanı sığ bakış açısında
eritme çabası. Sahranın kelime deryasına
kafa tutması…
Garip bir durumdan daha
söz edeyim. Dergilerimizi okumayan, Türk edebiyatının yeni yayınlarını takip
etmeyen, dahası kulaktan dolma bilgilerle süreli yayımlarda yer alan şiirleri
protesto eden kimselerde o dergilerin bağlı bulunduğu yayınevlerinden kitap
çıkarma arzusu var. Üstelik bu daha çok düşmanlığını okuma üzerinden ortaya
koyanlarda görülen bir keyfiyet. Buradan diplomaya ve kitaba atıfta
bulunanların yazar olduğu ama okuryazar olmadığı sonucuna ulaşmak mümkün değil
mi? Neticede Türk edebiyatının belli başlı dergileri memleketimin en ücrasında
yaşayan, metropollerin çok uzağına düşen ancak o sayfalar vesilesiyle
birikimini, kültür ve derinliğini ortaya koyabilen cevherlerle dolu.
Bilgiye talebe olmak aşka
talip olmaktır ki o bilgi ruhu, ahlakı, ebeveynliği, kadınlığı, adamlığı,
çocukluğu besleyen bir kaynaktır.
İşte tam şurada, şu
yorucu basamakta söyleme lüzumu içindeyim. Salt kelime oyunlarına dayalı çiçek
böcek edebiyatının insanları iğnelemek için kullanılması benim dünyamda hiçbir
alana tekabül etmiyor. Dünya
klasiklerini, tasavvufu, Gazali’yi, Mevlana’yı, Hegel’i, Platon’u, Descartes’i,
Hugo’yu, İbnül Arabi’yi, Zola’yı içselleştiren, sanatkâr ve düşünürlerimizin
hangi sancıyı edebiyata hasretme çabasında olduğunu kavrayabilen, ilimden ilham
alan, bilginin inceliğini estetize eden bir edebiyat bana daha sevimli ve
onurlu geliyor. Kabiliyetle birleştirilen bilginin rencide edildiği bir dünyada
“Kendi karanlığınızı
başkasının aydınlığında yıkamayın” deme hakkımı kullanıyorum.
Selam ile.