Makineden Geriye İnsan Kalır mı?
Herkesin
bildiği ve daha çok insanın kendiliği üzerine düşünmeye davet eden bir sözü
bilirsiniz: “Kendimi kendimden çıkardım; sıfır kalmaz. Matematik bizi
kandırıyor hocam.” Temel sorun; bir insan olarak bizim dünyada ne ifade
ettiğimiz ve bunun devamı olarak da “kendi”liğimizin bir değer bırakıp
bırakmadığı.
İçinde
yaşadığımız çağda dünya, insan, makine vb. kısaca eşya arasındaki ayrımların
belirsizleştiği oranda insanın “kendi”liği de bir sorgu konusu olmaya devam
etmektedir. Nitekim Andy Clark’ın dediği gibi, “dünyamız giderek daha fazla
akıllandıkça ve bizi çok daha iyi tanıdıkça dünyanın nerede bitip insanın
nerede başladığını belirlemek daha da zorlaşmaktadır.” Clark yeni Hümanizm
tartışmalarında insanın doğuştan yarı makine bir varlık olup olmadığını
sormaktadır.
Üzerinde
biraz daha düşünüldüğünde insan ve onun geleceğine dair varoluşsal sorunlar
seti belki gelecekte daha yoğun hissedilecektir. Nitekim insan için yaşadığımız
dönem “son biyolojik insan” gibi kitap ve tartışmalarla şekillenmektedir. Suni
yiyecekler, yapay et tartışmaları ve giderek makinelere teslim olan bir
hayattan bahsediyoruz.
İşin
ilginç tarafı, bu sorunları dile getirdikçe bir kısım insanlar “teknolojinin
gelişmeleri sizi kaygılandırmasın” türünden sözler söylemektedirler. Bir kısmı
ise işlerin ne kadar kolaylaştığından bahsetmektedir. Şunu ifade etmek lazımdır
ki, bunlara adaptasyon söz konusu ise de, henüz insan ruhunun bu gelişmelere
adaptasyonda zorlandığını görmek lazım. “İnsani bir yön” bu makineleşmeye dair
soru işaretleri üretmeye devam etmektedir.
Genelde
post/modernliği teknoloji ile özdeşleştirme eğilimi, makineleşmeyi tümüyle
meşrulaştırmış görünmektedir. Toplumun genel kanısı; bir çağın içinde
yaşıyorsak, o çağın tüm niteliklerini meşrulaştırmamız gerektiği biçiminde
tezahür etmektedir. Bu sebeple dünya halklarında bir kaderine teslim olmuşluk,
sorgulamayı bırakma tavırları hakim olmuş görünmektedir. Bu tabii ki dünya
sisteminin işleyişini kolaylaştırmaktadır.
Teknolojinin
ve onun ürettiği başta cep telefonları olmak üzere (ki en kapsamlı ve gündelik
kullanımı en yaygın âlet cep telefonlarıdır) makinelerin insanın kendiliğini
istimlak etmesi bir sorun olarak görülmüyor. Hatta giderek makinelerin bizim
yerimize düşünmesi ve tercihte bulunması, insanın geleceği” anlamında hiç sorun
olarak görülmüyor. Çevreyi gözlemlerinde edindiğim bir izlenim de, büyük oranda
insanların tek marifetlerinin cep telefonu kullanmaları olduğu şeklinde bir
hisse kapıldım. O zaman şöyle bir soru zihnime geldi: “Acaba insanların
ellerinden telefonları alınsa, onların “kendi”liğine dair geriye bir şey kalır
mı?”
Bugün
din, ekonomi, sosyallik, kültür vb. sorunlar dile getirilerek insanların bunun
etrafında kutuplaşarak tartışmaları devam etmektedir. Herkesin kendi inancını
doğrulamaya çalışarak içine girdikleri tartışmaları doğrusu çok tikel meseleler
olarak görmeye başladım. Zira ortada “insan”ın bizzat kendiliği kalmayınca,
diğer tartışmaların zaten periferiye gönderileceği kolaylıkla anlaşılacaktır.
Aslında
insanlık tarihine bakıldığında farklı problemler üzerinden “insan” konusunun
hep tartışma konusu olduğunu görmekteyiz. Esasen hem dinin hem de felsefenin
asıl meselesi varlık üzerinedir. Bu varlıklar ise, Tanrı başta olmak üzere, insan
ve eşyanın bütünüdür. Fakat ister bir varlık olarak Tanrı’yı isterse eşyayı
inceleyin, neticede “insan” konusuna dönmek zorunlu olmaktadır. Zira bir insan
olarak tüm evren ve eşya ile ilişkilerimizin mahiyeti önem taşımaktadır. İnsanın
eşya karşısında edilgenleş(tiril)mesi ise, dikkatli bakıldığında farklı
boyutlarıyla bugün de yaşanan bir problemdir.