Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2508.07
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Kasım 2019

Kuşatılanlar

Yazının başlığı bir kitabın ismi, “Kuşatılanlar. İslam ve Batı’nın Jeopolitiği.” Yazarları Graham E Fuller ve Ian O. Lesser. Sabah Kitapları arasından çıkmış. Baskı tarihi 1996.

Batılılar kendilerine olan özgüvenleri sonucu o kadar pervasızlar ki, önce yapıyorlar sonra da marifetlerini kitap haline getirmek de hiçbir beis görmüyorlar.

Kim bilir, belki de Batı-dışı toplumları zekâ özürlü kabullerinde abartıya kaçmak onları daha ziyadesiyle mutlu ediyor olabilir.

Her neyse, biz Kuşatılanların uzun yıllar önce altını çizdiğim satırları arasında dolaşmaya başlayalım.

Batılılaşmış Türkler, Türkiye’nin stratejik rolünü, Müslüman Doğu ile Batı, Ortadoğu ile Avrupa arasında bir köprü olarak tanımlamayı tercih etmektedirler. Oysa Avrupalılar, Türkiye’yi daha ziyade bir bariyer olarak görme eğilimindedir-yani Avrupa sisteminin bir parçası, ama tam anlamı ile Avrupalı değil” (sf:61)

Merhum Baykan Sezer’in kulakları çınlasın… Denilen son derece açık: Türkiye cephe değiştirip, tarihi rolünü terk ederek Batı cenahına geçmiş olsa da bizim nezdimizde sadece bir bariyer veya değişik ifade ile tampon bölgeden ibarettir.

Aslında bu tampon bölge çok daha küçük alan içerisine hapsedilebilirdi. Bereket Lenin’in devrimi ile Bolşevikler Çarlık Rusya’sının diğer Batılı güçler ile olan ittifakını bozdu. Savaştan çekilmekle kalmayıp Sykes- Picot anlaşmasını dünyaya duyurdu.

Batı Sosyalist dünya ile arasında tampon bir bölgeyi güvenliği için çok elzem görüyordu. Diğer bir ifade ile paratonerlik yapacak bir ülke.

Yoksa onlara kalsa bizlere düşen alan sadece orta Anadolu ile sınırlı kalacaktı.

Kuşatılanlar da Mustafa Kemal hakkında “Modern Türk devletinin kurtarıcısı ve kurucusu…Türkiye’yi önceden belirlenmiş Batılı bir mecraya sokan…” gibi övücü girizgahtan sonra şu dikkate değer cümleler yer alır:

“…ama Müslüman geçmişini ve pek çok İslami değeri açıkça reddeden bir harekettir bu. Üstelik Atatürk, Sünni İslam dünyasının manevi liderliğini, Hilafet’i kaldırmıştır. O zamandan beri de Sünni âleminde tanınmış bir lider yoktur. Roma Katolik Kilisesi’ndeki papalığın kaldırılmasına benzetilebilecek olan bu hareket, İslam’ın otoritesi ve evrimi açısından sakatlayıcı olmuştur” (Sf:37)

Batılılarda vefa yoktur çıkar vardır… Batının daha cihan harbi başlamadan önce hilafet müessesesini kaldırmak için, hiç olmazsa Türklerden alınıp Araplara verilmesi için nasıl mücadele ettikleri artık bir sır değil. Keza yine kaldırıldıktan sonra tepkilerindeki şaşkınlık ve sevincin nasıl olduğu da belli. Bu konuda telif ve tercüme pek çok kaynak var.

Ama Batı çıkarlarına uyacak olursa tepeden inme bir hilafeti İslam dünyasına dikte edebilir. Hatta bu kez bu yapılanın çağdaşlığa uygun olduğu propagandasını yapıp kendisine taraftar da bulabilir.

15 Temmuzda kimlerin meydanda olup kimlerin olmadığı; ihtilal girişimine kimlerin örtülü de olsa destek verdiği düşünülecek olursa demek istediğime hak verileceği kanaatindeyim.

Müslümanlar bu konuda uyanık olmalıdır. 15 Temmuz gecesi ABD başarılı olmuş olsaydı Fethullah Gülen şimdi çakma bir halife olarak Batının çıkarlarının jandarmalığını yapıyor olacaktı.

Demem o ki Kemalizm yahut Hilafet, Batı için hiçbir değer taşımaz; yeter ki kazançlı çıkacağı hesabını yapmış olsun.

Niçin mi? Yazarlar Komünizmin çöküşünden sonra bu geniş coğrafyada Batıya karşı İslam kadar kuvvetli, açık ve sistemli eleştiri yönelten başka bir güç kalmadığını belirttikten sonra şöyle bir tehditte bulunurlar:

“Hoşlarına gitse de gitmese de, İslam toplumları, merkezinde Batı’nın yer aldığı uluslar arası kapitalizm düzeninin, serbest ticaretin, ulus-devletlerin, demokratikleşmenin ve Batılı kalkınma modellerine denk düşen insani değerlerin hâkimiyetini bir gerçeklik olarak kabul etmeye mecbur kalacaklardır” (sf.1-2)

Gaye belli. Yeter ki Batı- merkezli dünya kurcalanmasın; zinhar Batı taşralaştırılarak merkezlerden bir merkez haline düşürülmesin de, İster çakma halife eli ile olsun isterse Kemalizm ile.

Onun için günümüzde neo-Kemalist akımlar zuhur edebilir. Hatta hatta dindar Kemalistler bile ihdas edilebilir.

Yazarlar İslam dünyasından yükselen itirazları eksik bir mülahaza ile sadece Müslümanlara karşı uyguladıkları politikalarla izaha çalışırlar. Onlara göre çoğu Müslüman ülke yakın bir zamana kadar Batı emperyalizmi ile sömürgeciliğine maruz kalmıştır, bu sebeple Batıya karşılardır (Sf 2).

Doğru fakat eksik…Eksik çünkü “ümmet” olmak başlı başına bir iddia sahibi olmaktır. Yani siyasal bir varoluştur. “Siyasal” Carl Schmitt’in ifadesiyle hem “devlet”i hem de “siyaset”i önceler.

Diğer bir ifadeyle “Adalet” ve “Tevhid” merkezli yeni bir dünya kurma çabasıdır, ümmet olmak…

Diğer bir çakma Halife Bağdadi’nin tasfiyesi de hatırlanırsa anlatmaya çalıştığım husus da taşlar daha yerine oturacaktır sanırım.