Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Aralık 2023

Kitap molası XXXVIII; Antik Duvak Smyrna

Adlandırma, kapak tasarımı ve içerik bir kitabı benimsememde rol alan üç unsur. Kitap ne kadar muazzam bir tekniğe sahip olursa olsun görseli ve adlandırması itina taşımıyorsa içimde uhde kalıyor. Mehtap Altan’ın Ekim 2023’te Az Kitap’tan çıkan Antik Duvak Smyrna isimli eseri içeriği kadar kapak tasarımı ve ismiyle de lirik bir tesir bıraktı bende. Kitabı tarafıma gönderen yayınevini bu sebeple ayrıca kutlamak isterim. Nitekim gerek imgesel bir tutumun sözcülüğünü yapmasıyla Mehtap Altan, gerekse kitapta taşıdığı anlam alanıyla mistik yönü ihmale uğrayan İzmir ancak bu kadar güzel izah edilebilirdi; kahve bir arka fon üzerinde siluet şeklinde yer alan kadın profili ve camileri, kubbeleri, servileri, konakları, binalarıyla duvak üzerine konumlanan şehir motifleri…

17 metnin yer aldığı Antik Duvak Smyrna 185 sayfadan oluşur. Yazarın şehri solurken çektiği resim kareleri ise yer yer karşımıza çıkarak metinlerin çerçevelerini oluşturur. Önsözünde Foça’sı, Alaçatı’sı, Çeşme’si, Urla’sı ile bilinen İzmir’in Barbaros’unu, Kadifekale’sini, Birgi’sini hatırlatarak bir bütünün kıymetli ayrıntılarına dikkat çekmek istediğini belirten Altan kendisine mihmandarlık eden Bayındır ve Kınık ilçe belediye başkanlarını, kültür müdürlerini, beldelerin önemli yüzlerini anmayı ihmal etmezken kitabın sekiz senelik bir sürecin ürünü olduğunu vurgular.

Antik Duvak Smyrna’nın açılışı “Agora” yla, Agora’da yazarı karşılayan yağmurla yapılır. 8500 yıllık tarihi olan İzmir’in 2500 yıllık Agora’yı dünyanın en eski çarşısı ve pazaryeri ile bağrında ağırladığını öğreniriz metinden. O zamanki adıyla Symrna olan kentin Hitit kadın savaşçılarının ilk yerleşkesi olduğunu bildiren yazar pek çoğunun sağ göğüslerini kesen rahibelerden oluştuğunu belirterek “toprağa kök salmış gelin” teşbihinde bulunur, çok çarpıcı geldi bana. Antik kentin tarihi kemerlerinden, su kanallarından, çeşmelerinden; taşları, duvarları ve minik odalarıyla Pazar yerlerinden geçen yazar şehrin antik duvağını kaldırırken tarihin içinde bir yolculuğa da çıkarır okurunu. Estetik bir hazla buluşturulan okur mesajlar toplar satır aralarından; örtülen, anlam katmanlarını herkesin muhayyilesine göre şekillendiren imgesellik içinde yoğrulur.

Eserin ikinci denemesi “Sıcağı Sıcağına İzmir”e Agora’dan sonra yer verilir. Yazar burada akılda kalan İzmir ile iktifa etmeyişini; onun sosyolojik ve tarihi yapısı üzerinde durmak istemesinin nedenlerini gerekçelendirir. “Başka şehirlerin tenhalığına ya da kalabalıklığına karşın, kendi içinde lisan oluşturmuş bir şehirdir (s. 28)” dediği İzmir’i tasvir eden satırların sunduğu detaylar arasında beni en çok etkileyen Altan’ın Karşıyaka Kaymakamı Sadettin Yücel’e “şehirlerin şahsiyeti olur mu” sorusunu yöneltmesi ve sohbet iklimini yazının parçası kılması. Sonra İzmir üzerine sunulan üç anahtar bilgi…

Kitap İzmir’in tarihine dair bilinmeyenleri, şu zamana kadar üzerinde durulmayanları gün yüzüne çıkarır. Bunu yaparken ele alınan mekânın mazisini; kültürüyle, sanatıyla, töresiyle, şehrin renk ve desenleriyle, değişime uğramış isimleri ve o isimlerin anlamlarıyla ortaya koyar. Mesela “güneşin ve servilerin sembolü” olan ve İmam Birgivi Mehmet Efendi’nin hayatını bağrında taşıyan Birgi’nin beş bin yıllık tarihinde yürürken beldenin koruma altına alınan sit alanı olması üzerinden insanının temizlik hassasiyetini vurgular. Mesela beyliklerin ve Osmanlı döneminin önemli merkezlerinden olan ve nüfusuna oranla en çok cami bulunduran Tire’yi yıkık minaresi, beledi dokuması, mistik havası ve 800 yıllık tarihiyle ciğerlerimize doldurur. Yüz binden fazla nüfusuyla Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Bergama’nın deriden kâğıt yapımını; telkinle terapi usulü psikoterapide, tiyatrosu ve festivaliyle ilklerin şehri olduğunu vurgulayarak okurda ciddi bir merak uyandırır. Bergama Arkeoloji Müzesi’nde, Antik kent Akropolis’te, Tarihi Küplü Hamam’ın nemli çehresinde gezdirir ruhumuzu. Virüs salgınının zirve yaptığı zamanlardan geçerken kendisi de bu ibreti hikmet satırlarıyla hatırlatır. Dolayısıyla tarihin unutulmaya yüz tutmuş zamanlarının kapısını aralarken şimdide okunan yazar kitabın yazıldığı sekiz yıllık zaman içerisinde de değerlendirilir. Bundan ötürü üç boyutlu bir zamanı vardır eserin.

Sadece antik kentler değildir gidilen yerler, kitabın içinde yürüyüş yaparken bambaşka resim karelerinde, memleketimizin munis köşelerinde buluruz kendimizi. Örneğin eserin tam ortasında dünkü adıyla Çirkince, bugünkü adıyla Şirince ve hepsinden önceki adıyla Kırkınca olduğunu öğrendiğimiz Rum evleriyle dolu yemyeşil bir köyde dururuz. Yazarın konakladığı konağın ezeli motifleri, Rum ve Türk birlikteliğinin damıttığı öyküleri, kekik kokuları, kumda kahveleri, aranan Nişanyan evleriyle mest eden bu köyün, ticarete açılan kapılarıyla Altan’a bir ikilem yaşattığını hissederiz. Bu noktadan hareketle kitapta en çok dikkatimi çeken detayın isimlerin değişime uğrayan öyküleri olduğunu paylaşmak isterim. Çirkince ve Şirince gibi ilk ismi Başköy ve sonra Sıradam olarak anılan 700 yıllık Türkmen köyünde de yudumlarız adlandırmanın serüvenlerini. Bir yandan da kapısına “çat kapı” ibaresi koyduğunu ve büyük çoğunluğunun yüksek tahsilli olduğunu öğrendiğimiz köy insanına dair çizilen profili seyrederiz.

Altan’ın “saklı gelin” teşbihini yaptığı Kınık’ı Tarihi Pekmez Pazarı ve Kınık Hamamı ile gezerken “kırmızı altın”ın sırrına ereriz. Kadifekale’nin antik surlarından İzmir’i seyrederken tandır ekmeğinin kokusunu duyarız biz de; kilim, çanta, heybe dokuyan kadınların sofrasına, sonra Cuma’nın erken büyüyen gözlerine konuk oluruz. Her zaman ürün alınabilecek toprak ve iklime sahip çiçek ihracatçısı Bayındır’ın zeytin ağaçları altında gölgelenir, Sündüs teyzenin kahvaltı tepsisinde soluklanan yazarın yanında bağdaş kurar, öyle gideriz Hacı Sinan Cami’nin kendine has dokusuna, Kent Müzesi’ne… Altan’ın küs ilçesini “Elek” başlığı altında bulmaya çalışır, tahmin yürütürüz kendimizce… Selçuk’ta İsa Bey camiinden sonra “Antikçağ’ın Anadolu’daki başkenti olarak görülen (s. 147) Efes’in eşsiz mimarisini ziyaret eder, Meryem Ana evindeki ruhla hemhal oluruz. Menderes’te kurulan ilk köy Tekeli’nin havasını solur, Çileme’de futbol oynayan gençlerin sohbetine konuk olur, Metropolis Antik Kenti’nde Helenistik, Roma ve Bizans döneminin mirasını adımlarız biz de. Kitabın bitimine doğru Kiraz’da şaşırır, üzülürüz. Ülkemizin ilk ve tek köy tiyatrosuna sahip olduğunu öğrendiğimiz Bademler köyünde yirmi yıllık oyuncak müzesi ile seksen yıllık halk kütüphanesine selam durur, köy halkının vefat ettikten sonra gömülü bulundukları mezarlıklarda sanatlarının devamını konuşturmasına hayret ederiz (s. 183).

Bir roman sürükleyiciliğiyle okutturdu kitap kendini bana, obur bir dikkatle… Yazarına ltif armağanı için teşekkür ediyor, imgelerle ördüğü hikâye atmosferine nice şehri konuk etmesini diliyorum.

Selam ile.