Kitap molası XXXVIII; Antik Duvak Smyrna
Adlandırma, kapak tasarımı ve
içerik bir kitabı benimsememde rol alan üç unsur. Kitap ne kadar muazzam bir
tekniğe sahip olursa olsun görseli ve adlandırması itina taşımıyorsa içimde
uhde kalıyor. Mehtap Altan’ın Ekim 2023’te Az Kitap’tan çıkan Antik
Duvak Smyrna isimli eseri içeriği kadar kapak tasarımı ve ismiyle de lirik
bir tesir bıraktı bende. Kitabı tarafıma gönderen yayınevini bu sebeple ayrıca
kutlamak isterim. Nitekim gerek imgesel bir tutumun sözcülüğünü yapmasıyla
Mehtap Altan, gerekse kitapta taşıdığı anlam alanıyla mistik yönü ihmale
uğrayan İzmir ancak bu kadar güzel izah edilebilirdi; kahve bir arka fon
üzerinde siluet şeklinde yer alan kadın profili ve camileri, kubbeleri,
servileri, konakları, binalarıyla duvak üzerine konumlanan şehir
motifleri…
17 metnin yer aldığı Antik Duvak Smyrna 185 sayfadan oluşur. Yazarın şehri
solurken çektiği resim kareleri ise yer yer karşımıza çıkarak metinlerin
çerçevelerini oluşturur. Önsözünde Foça’sı, Alaçatı’sı, Çeşme’si, Urla’sı ile
bilinen İzmir’in Barbaros’unu, Kadifekale’sini, Birgi’sini hatırlatarak bir
bütünün kıymetli ayrıntılarına dikkat çekmek istediğini belirten Altan
kendisine mihmandarlık eden Bayındır ve Kınık ilçe belediye başkanlarını,
kültür müdürlerini, beldelerin önemli yüzlerini anmayı ihmal etmezken kitabın
sekiz senelik bir sürecin ürünü olduğunu vurgular.
Antik Duvak Smyrna’nın açılışı “Agora” yla, Agora’da
yazarı karşılayan yağmurla yapılır. 8500 yıllık tarihi olan İzmir’in 2500
yıllık Agora’yı dünyanın en eski çarşısı ve pazaryeri ile bağrında ağırladığını
öğreniriz metinden. O zamanki adıyla Symrna olan kentin Hitit kadın
savaşçılarının ilk yerleşkesi olduğunu bildiren yazar pek çoğunun sağ
göğüslerini kesen rahibelerden oluştuğunu belirterek “toprağa kök salmış gelin”
teşbihinde bulunur, çok çarpıcı geldi bana. Antik kentin tarihi kemerlerinden,
su kanallarından, çeşmelerinden; taşları, duvarları ve minik odalarıyla Pazar
yerlerinden geçen yazar şehrin antik duvağını kaldırırken tarihin içinde bir
yolculuğa da çıkarır okurunu. Estetik bir hazla buluşturulan okur mesajlar
toplar satır aralarından; örtülen, anlam katmanlarını herkesin muhayyilesine
göre şekillendiren imgesellik içinde yoğrulur.
Eserin ikinci denemesi “Sıcağı
Sıcağına İzmir”e Agora’dan sonra yer verilir. Yazar burada akılda kalan İzmir
ile iktifa etmeyişini; onun sosyolojik ve tarihi yapısı üzerinde durmak
istemesinin nedenlerini gerekçelendirir. “Başka şehirlerin tenhalığına ya da
kalabalıklığına karşın, kendi içinde lisan oluşturmuş bir şehirdir (s. 28)”
dediği İzmir’i tasvir eden satırların sunduğu detaylar arasında beni en çok
etkileyen Altan’ın Karşıyaka Kaymakamı Sadettin Yücel’e “şehirlerin şahsiyeti
olur mu” sorusunu yöneltmesi ve sohbet iklimini yazının parçası kılması. Sonra
İzmir üzerine sunulan üç anahtar bilgi…
Kitap İzmir’in tarihine dair
bilinmeyenleri, şu zamana kadar üzerinde durulmayanları gün yüzüne çıkarır.
Bunu yaparken ele alınan mekânın mazisini; kültürüyle, sanatıyla, töresiyle,
şehrin renk ve desenleriyle, değişime uğramış isimleri ve o isimlerin
anlamlarıyla ortaya koyar. Mesela “güneşin ve servilerin sembolü” olan ve İmam
Birgivi Mehmet Efendi’nin hayatını bağrında taşıyan Birgi’nin beş bin yıllık
tarihinde yürürken beldenin koruma altına alınan sit alanı olması üzerinden
insanının temizlik hassasiyetini vurgular. Mesela beyliklerin ve Osmanlı
döneminin önemli merkezlerinden olan ve nüfusuna oranla en çok cami bulunduran
Tire’yi yıkık minaresi, beledi dokuması, mistik havası ve 800 yıllık tarihiyle
ciğerlerimize doldurur. Yüz binden fazla nüfusuyla Türkiye’nin en büyük
ilçelerinden biri olan Bergama’nın deriden kâğıt yapımını; telkinle terapi
usulü psikoterapide, tiyatrosu ve festivaliyle ilklerin şehri olduğunu
vurgulayarak okurda ciddi bir merak uyandırır. Bergama Arkeoloji Müzesi’nde,
Antik kent Akropolis’te, Tarihi Küplü Hamam’ın nemli çehresinde gezdirir
ruhumuzu. Virüs salgınının zirve yaptığı zamanlardan geçerken kendisi de bu
ibreti hikmet satırlarıyla hatırlatır. Dolayısıyla tarihin unutulmaya yüz
tutmuş zamanlarının kapısını aralarken şimdide okunan yazar kitabın yazıldığı
sekiz yıllık zaman içerisinde de değerlendirilir. Bundan ötürü üç boyutlu bir
zamanı vardır eserin.
Sadece antik kentler değildir
gidilen yerler, kitabın içinde yürüyüş yaparken bambaşka resim karelerinde,
memleketimizin munis köşelerinde buluruz kendimizi. Örneğin eserin tam
ortasında dünkü adıyla Çirkince, bugünkü adıyla Şirince ve hepsinden önceki adıyla
Kırkınca olduğunu öğrendiğimiz Rum evleriyle dolu yemyeşil bir köyde dururuz.
Yazarın konakladığı konağın ezeli motifleri, Rum ve Türk birlikteliğinin damıttığı
öyküleri, kekik kokuları, kumda kahveleri, aranan Nişanyan evleriyle mest eden
bu köyün, ticarete açılan kapılarıyla Altan’a bir ikilem yaşattığını
hissederiz. Bu noktadan hareketle kitapta en çok dikkatimi çeken detayın
isimlerin değişime uğrayan öyküleri olduğunu paylaşmak isterim. Çirkince ve
Şirince gibi ilk ismi Başköy ve sonra Sıradam olarak anılan 700 yıllık Türkmen
köyünde de yudumlarız adlandırmanın serüvenlerini. Bir yandan da kapısına “çat
kapı” ibaresi koyduğunu ve büyük çoğunluğunun yüksek tahsilli olduğunu
öğrendiğimiz köy insanına dair çizilen profili seyrederiz.
Altan’ın “saklı gelin” teşbihini
yaptığı Kınık’ı Tarihi Pekmez Pazarı ve Kınık Hamamı ile gezerken “kırmızı
altın”ın sırrına ereriz. Kadifekale’nin antik surlarından İzmir’i seyrederken
tandır ekmeğinin kokusunu duyarız biz de; kilim, çanta, heybe dokuyan
kadınların sofrasına, sonra Cuma’nın erken büyüyen gözlerine konuk oluruz. Her
zaman ürün alınabilecek toprak ve iklime sahip çiçek ihracatçısı Bayındır’ın
zeytin ağaçları altında gölgelenir, Sündüs teyzenin kahvaltı tepsisinde
soluklanan yazarın yanında bağdaş kurar, öyle gideriz Hacı Sinan Cami’nin
kendine has dokusuna, Kent Müzesi’ne… Altan’ın küs ilçesini “Elek” başlığı
altında bulmaya çalışır, tahmin yürütürüz kendimizce… Selçuk’ta İsa Bey
camiinden sonra “Antikçağ’ın Anadolu’daki başkenti olarak görülen (s. 147)
Efes’in eşsiz mimarisini ziyaret eder, Meryem Ana evindeki ruhla hemhal oluruz.
Menderes’te kurulan ilk köy Tekeli’nin havasını solur, Çileme’de futbol oynayan
gençlerin sohbetine konuk olur, Metropolis Antik Kenti’nde Helenistik, Roma ve
Bizans döneminin mirasını adımlarız biz de. Kitabın bitimine doğru Kiraz’da
şaşırır, üzülürüz. Ülkemizin ilk ve tek köy tiyatrosuna sahip olduğunu
öğrendiğimiz Bademler köyünde yirmi yıllık oyuncak müzesi ile seksen yıllık
halk kütüphanesine selam durur, köy halkının vefat ettikten sonra gömülü
bulundukları mezarlıklarda sanatlarının devamını konuşturmasına hayret ederiz
(s. 183).
Bir roman sürükleyiciliğiyle
okutturdu kitap kendini bana, obur bir dikkatle… Yazarına ltif armağanı için teşekkür
ediyor, imgelerle ördüğü hikâye atmosferine nice şehri konuk etmesini
diliyorum.
Selam
ile.