Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Ağustos 2022

"Kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin!.."

Yüce dinimiz İslam’a göre hangi ırk ve hangi nesepten olursa olsun bütün insanlar eşittir. İnsanlar arasındaki üstünlüğün gerekçesi, onların başta akıl olmak üzere sahip oldukları yetenekleri yerli yerince kullanma iradesi ortaya koymaları ve ahlâkî erdemlere uygun davranışlarda bulunmalarıdır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip çıkmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Şunu unutmayın ki, Allah’ın indinde en üstün olanınız, takvâda en ileri olanınızdır.” (Hucurat 13)

İşte bu âyet-i kerimeye göre üstünlük, ancak Allahü Teâlâye iman ve derin saygının yanında ahlâkî erdemleri de içine alan ‘takvâ’daki derecelenmelere göre ölçülebileceği ifade buyurulmaktadır. Başka bir âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulmaktadır:

“O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de; gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda, bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.” (Rum 22)

Bu âyet-i kerimeler, bütün insanların eşit olduğu hakikatini ortaya koymakta ve bütün insanlığın tek bir iradenin mahsulü ve tek bir zincirin halkaları olduklarını haykırmaktadır. Buna göre; kimse ikinci sınıf insan olmadığı gibi, kimsenin kimseye zulmetme hakkı ve yetkisi yoktur. Adalet önünde bir tarağın dişleri gibi eşit olan insanlar için tek üstünlük sebebi vardır ki; o da daima mütevazı ve saygılı olmayı gerektiren ‘takvâ’ yani Allah korkusudur.

Milletler; adaleti hâkim kılmakla ayakta kalırlar. Bunun için ikinci halife Hazret-i Ömer radıyallahü anh; “adalet, mülkün tenelidir,” tarihîtesbitinde bulunmuştur. Binaenaleyh zulmün, baskının ve insan haklarına tecavüzün olduğu bir toplumun yıkılması muhakkaktır. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

“Gerçek şu ki Rabbin, halkını uyarmadan memleketleri zulüm ile helak etmez.” (Enam 131)

“Rabbin; halkı, dürüst hareket eden; hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helak etmez.” (Hud 117)

İslam dini; adaletin gerçekleşmesi üzerinde ısrarla durmuş; ferdî yaşantımızda, aile hayatımızda, insanlar arasında hüküm verirken ve şahitlik yaparken adaletten ayrılmamamız gerektiğini kesin ifadelerle vurgulamıştır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Onun için Sen durma hakka davet et ve Sana emredildiği gibi dosdoğru ol, sakın onların keyiflerine uyma ve şöyle de: Allah, hangi kitabı indirmişse ben ona inandım. Hem bana; aranızda adaletle hükmetmem emredildi.” (Şura 15)

Toplum, adalet ile ayakta durur. Adalet kanunlarının öngördüğü müeyyideler olmadan yeryüzünde ne fenalıkların önü alınabilir ne de emniyet ve âsâyiş sağlanabilir. Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertlerin birbirleriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve adaletsizlik ise, huzursuzluğa sebep olur. Çünkü hiçbir kimse, hakkının bir başkası tarafından çiğnenmesinden memnun olmaz. Kuran-ı kerimde, adaletten yoksun olan kişi ile âdil olan kimse, bir misalle şöyle mukayese edilmektedir: “Allah bir de şu temsili getiriyor; iki kişi var. Birisi dilsiz, hiçbir şey becermez, efendisine sadece bir yüktür. Ne tarafa gönderirse hiçbir işe yaramaz! Şimdi hiç bu zavallı ile, hakkı hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen bir insanla eşit tutulabilir mi?” (Nahl 76)

İslam’ın öngördüğü adalet, arzu ve menfaatlere bağlı olmayan bir adalettir. Öfke, kin ve nefret gibi duyguların burada yeri yoktur. Böyle bir adalet fikrine inanan müslümanlar; bir fert veya bir topluluğa düşman olsalar, kin ve nefret duysalar dahi; bu duyguları onları adaletsizliğe sevketmez. Allahü Teâlâ bu adaletin uygulanmasını bir sorumluluk olarak müminlere yüklemiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şâhitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah, yaptığınız herşeyden haberdardır.” (Mâide 8)