"Kalp sağlığımız ve köpek meselemiz!"
“Kalp sağlığınız
nasıl?” sorusunu yönelttiğinizde, çoğu vakit “İyi,
çok şükür, şimdilik tekleme yok!” karşılığını alıyorsunuz, ya da “Anjiyo gerekiyormuş, bakalım!” yollu cevaplar geliyor.
O kalp bir gün duracak elbet, sonsuza kadar atacak değil.
Mesele, her
atışında “huzur sesi”ni alabilmekte.
Sağlıklı kalp, huzurlu kalp.
Bir iş kalbinize rahatsızlık veriyorsa, sizi “acaba”lara sürüklüyorsa “sıkıntı” çıkma ihtimali büyüktür.
Kalbinizin, vicdanınızın sesini bastırabilir, yaptıklarınıza
“kendinizce” izahlar getirmeye,
bahaneler üretmeye çalışabilirsiniz…
İnsanoğlu kendisini kandırmakta çok mahirdir.
Çok kötü işler yapanlar, kötülüğü yaşam tarzı haline
getirenler bile kalplerinin- vicdanlarının sesini bir şekilde bastırmayı iyi bilirler.
“Şeytani Akıl”,
daha doğrusu “Şeytani Zekâ” hep
faaliyettedir.
Zekâ ile akıl arasındaki fark.
Akıl” iyi ile kötüyü
ayırt edebilmenin vasıtası”, zekâ ise daha çok kavrayış hızına işaret eden
bir kavram.
“Akıl - zekâ”
farkına misal:
Kalbin aydınlattığı akıl, satıcıdan malının kusurlarını en
ince ayrıntısına kadar alıcıya bildirmesini ister.
“Akılsız zekâ”
ise böyle yaptığı takdirde o malı istediği fiyata “okutamayacağını” söyler.
Çoğu insan alışverişte yeminler eder, ilk defa gördüğü kişiye
“Bu dosta verdiğim fiyat!” der.
Rahmetli Kadri Dedem Kapalıçarşı’da esnaftı.
Beni “Gel bakalım Serdar Efendi, buyur otur.”
diye kabul ederdi, küçücük çocuk olduğum
halde.
Çocuk sever gibi sevdiğini hatırlamam, bir büyükle konuşur
gibiydi.
Osmanlı Tarihi’nden, illerimizin kültürel zenginliklerinden
bahis açar, her ziyaretimde bir şeyler öğretmeye çalışırdı.
O yaşlarda söylenenleri can kulağı ile dinlerdim.
Bir gün demişti ki Esnaf Dedem:
“Lâfı uzatan, çok dil döken esnaftan uzak dur. Mal
ortadadır, fiyatı ve yapılabilecek
indirimler de bellidir. Bizde yok kavun
keseyim, yok karpuz keseyim muhabbetleri çok olur! Ben böyle işlere girmem.
Müşteriye nezaketle hitap ederim, satışa
arz ettiğim malın özelliklerini, eksikliklerini olduğu gibi söylerim. Fiyat şişirmediğim için pazarlık payı da çok
çok düşük olur. Kimi fiyatı katlar, o fiyattan güya indirim yapar! Bu türden
adamlar o an için müşteriyi kandırdığını zanneder, aklıyla övünür ama neler
kaybettiğini hiç hesaba katmaz! ”
*
Sırf “zekân” ile
yol yürümeye kalkışırsan, kendini çok akıllı zannede zannede uçurumlara yuvarlanırsın.
İdrak etme işi “kalbin
aydınlattığı akıl”da.
“Onların kalpleri vardır lâkin idrak etmezler..”
buyuruyor Rabbim. (Araf/179)
Dikkatinize: “Beyinleri”
değil, “Kalpleri”.
İdrak, öncelikle kalbin marifeti.
“Kalbin aklı” yani.
“Nuranî akıl”.
*
Şimdilerde…
Atışmalara bakıyorum, çekişmelere, tartışmalara, kavgalara…
Bir köpek meselesini
bile çözemiyoruz.
İnsanlarımızı sayıları kontrolsüz bir şekilde artan sahipsiz
köpekler parçalıyor, birileri de hiçbir günahı olmayan köpekleri hunharca
cezalandırıyor işte…
Ve başka birileri de konuyu politikaya döküyor büyük
hevesle.
İnsana zulüm, hayvana zulüm
değil de esas dert, bunun üzerinden
politika yapmak.
Böylesine “basit”
bir meseleyi bile “Ortak Akıl” ile
çözüme kavuşturamıyoruz.
“Kalbin aydınlattığı”
akıldan istifade ederek “her iki tarafın
da hukukunu koruyacak” çözümü aramak yerine, “zekâlarımızı” kullanarak birbirlerimize saldırıyoruz.
Hemen her meselemiz bu hale geliyor maalesef.
Ağzını açan “At
izleri ile it izlerinin birbirine karışmasından!” şikâyet ediyor, ağzını
açan karşı tarafı bütün sıkıntıların faili olarak gösteriyor.
Karşılıklı atışmalar, hakaretleşmeler, iftiralaşmalar durumu
iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.
“Kalbimizi
unuttuğumuzda insanlığımızı da unutmuş oluyoruz!”