Kâbe Sadece Bir Yön Bulma Aracı mıdır?
Gâvur/lar tüm imkânlarıyla çökmüş dünyamızın üstüne. Yeryüzünden gökyüzüne kadar en gelişmiş cihazlarıyla tepemizdeler. Ortaçağdaki bilgi-beceri ve dünyayı şekillendirme kabiliyetimizi uzun bir süredir kaybetmiş bulunmaktayız. Bu zaten herkes tarafından biliniyor artık.
Soru şu aslında: Ne yapmalıyız?
İblis’in kaybettiği nokta “kibri” idi. O da biliyordu aslında neyin ne olduğunu. İki Ömer’den biri olan “Ebu Cehil” de biliyordu doğrunun ve yanlışın ne olduğunu, her şeyin farkındaydı. Cahil değildi ama “cehl”i maalesef O’nu ebedi cehenneme gark etti. Yeryüzünde Allah’ın halifeliği ünvanını gâvur/lara sünnetullah gereği kaptırdığımızdan beri, bugün özelde müslümanlar ve genelde tüm insanlık zulüm altındadır. Ve bu zulümden maalesef tüm mevcudat etkilenmiştir: Nebatat, hayvanat, cemadat…
Bugün insanlık kendi kıyametine doğru büyük bir hızla yol alıyor. Ve kıyamete giden bu yolda elhamdülillah biz müslümanlar hiçbir zaman asli sebep olmadık, lakin yeryüzünü işte bu gâvur/lara bırakarak biz de buna vesile olduk. Biz de suçluyuz yani. Yukarıda bahsettiğimiz sünnetullah ifadesindeki maksadımızın “Allah’ın çalışana çalıştığını vereceği” ilahi sözünün bu dünyaya yönelik “rahman” sıfatıyla te’kid edilmiş halinin olduğu malumdur.
İslam coğrafyasında onca dini referanslı cemaat, topluluk vb olmasına ve her bir yapının da kendilerini ve önderlerini “aliyyü’l a’la” bir “pozisyon”da görmesine rağmen, İslam dünyasının genel hali neden böyledir? Aslında yeryüzünün de bu minval üzre “aliyyü’l a’la olması gerekmiyor mu?
Gâvurluk, zulüm ve sömürü üzre ittifak etmiş bir “zalimler topluluğu” varken dünyamızda, bizler İslam üzre ittifak edemiyoruz hala! Nefisleri ayaklar altına almak çok mu zor bu kadar! Bunu yapamıyorsak, bu neyin mücadelesidir? Kendi “cemaat”imizin, mezhebimizin, meşrebimizin vb ikbali ve istikbali için mi uğraşıyoruz sadece, yoksa? Öncelik bu mudur yani? Aslolan Millet-i İbrahim’in ve Ümmet-i Muhammed’in felaha ulaşması değil midir? Kâbe niçin vardır orada? Kâbe sadece kıble için bir yön bulma aracı mıdır?
Ortaçağ İslam dünyasında astronomiden, kimyaya, matematiğe, fiziğe kadar birçok alanda uçmuşken, şimdi neden hala yerlerde sürünüyoruz? Gökyüzünü kuşlara ve maalesef İblis’in yeryüzündeki gönüllü temsilcilerine bıraktık! Arakan’da, Doğu Türkistan’da ve dünyada başka birçok yerde savunmasız gariban kardeşlerimizin kılına dokunanlara neden “posta” koyacak gücümüz yok? Caydırıcılığımız bile yok!
Leş kargaları bile ölmüşe, cansıza üşüşürken, bu kadim kan içiciler, dünyanın hemen her yerinde kardeşlerimizi öldürüyor durmadan ve bunu da adı sanı müselman olan kimi topluluklara/devletlere taşeronluk vererek ve yetmezse kendileri de katkıda bulunarak acımasızca yapıyorlar. Sebep ne? Evlerine yiyecek taşımak. Nereden? Başka evlerden! Evlerimizden yani. Nedir bunun adı: Hırsızlık!
2020’nin bu son günlerinde dünyaya baktığımızda neyi görüyoruz: “İ’rab”da mahallimiz yok, aslında! Adam yerine koyulmayan ve kimlikleri müslüman olan büyük ve darmadağınık bir topluluk! Ne kadar da acınılacak bir durum bu, değil mi? “İnanıyorsanız üstünsünüz” ilahi buyruğunda mı “haşa” bir yanlışlık var, yoksa bizde mi?
Şımarık ve kibirli mal mülk zengini müslümanlar (!) kapitalizmin kölesi olmuşlar, şımarık ve kibirli çoluk çocuklarının istikbali ve ikbali için yaşıyorlar! Güvenlikli yüksek duvarlı hanelerinin kapıları sıkı sıkıya kapalı! Hayat onlara güzel! Sözde dini referanslı her topluluk/camia kendi avanesinin menfaatini ne pahasına olursa olsun koruma ve kollama peşinde! Liyakat ehli insanlar ise, bu tarz yerlere ait olmadıkları (biat etmedikleri) için, layık oldukları yerlere gelemiyor.
Tüm bunlara rağmen Türkiye, kadim Türk Devleti tüm kurumlarıyla içindeki asırlık gayri milli ve gayri İslami habis unsurlardan arınmaya, toparlanmaya çalışıyor. Elinden geldiğince zulme dur demeye ve insanın olduğu her yere, insanı yaşatmak için bedeniyle ve yüreğiyle ulaşmaya çalışıyor. İstikbal bizimdir ama inanırsak ve çalışırsak. Akılla, adaletle ve liyakatla…