“Fitneye” prim vermemek!..
Şunun şurasında ne kaldı, erişeceğiz inşallah.
Ramazan ne güzel fırsatlar sunuyor, berrak mı berrak “tefekkür” mesaileri için.
Suret-i Hak’tan görünerek “fitne” üretenleri net bir şekilde fark edebilmek için kalbi ve beyni berraklaştırmak gerek.
Kalbi ve beyni “hırs”lardan mümkün olduğunca uzaklaştırmak.
“Hayırlı zannettiklerimiz şerli, şerli zannettiklerimiz hayırlı olabilir” ya, “hırs” yapmanın ne mânâsı var?
GEÇMİŞTEN BUGÜNE VE BUGÜNDEN GELECEĞE…
Geçmişteki karşılaşmalarımız bugüne hücum eder..
Unutursak, vehimlerimizin hücumuna uğrarız.
Tefekkür:
Neredeydik nerelere geldik; kimlerle yola çıktık ve kimlerle devam ettik?
Neyi niçin yaptık, bunların muhasebesi…
Nereden geldik, nereye gidiyoruz; herkes “hususi tarihine” dönebilir, oralarda takılıp kalmadan…
Hayli vakittir; bilhassa da son dört, beş senedir büyük bir “arayış”a şahitlik ediyoruz…
Her gittiğimiz yerde “değerlerimizden” bahsediliyor;
Bize ait kavramların “içlerinin nasıl boşaltıldığına” dair nice cümleler kuruluyor, izlerin birbirlerine nasıl karıştığına dair çok şeyler söyleniyor…
Her gittiğimiz yerde, her kurulan sohbet halkasında, bir şeyleri “arayan” insanları görüyorum.
İnsanoğlunun arayışı bitmez de, bu sıralar epeyce yoğunlaştı.
Bu güzel, “tefekküre gidiş” ise bu çok güzel.
Geçtiğimiz günlerde memleketimizin çok önemli mevkiinde bulunan bir “siyaset adamı”yla sohbet ediyorduk.
Uzun uzun “Refah Partisi döneminde sandığa sahip çıkma şuuru”ndan misaller verdi.
O günlerde “sandığa sahip çıkmamanın”, ümmete, millete, memlekete, dâvâya en büyük ihanetlerden biri olarak görüldüğünü ve böyle bir şeyi aklından geçirmenin bile mümkün olmadığını biliriz.
Dükkânını “bi-lâ bedel” gönül verdiği dâvâya tahsis eden “geçim darlığındaki” Beyefendi…
“Mihri”ni çıkartıp “dâvâ sandığı”na bırakan Hanımefendi…
Niceleri ve niceleri…
O günler öyleydi; saflar net, yürekler berrak…
“Dâvâ”yı temsil etme noktasındaki zâtlar televizyonlara çıktıklarında, yüreklerinin, zihinlerinin ve dillerinin açık olması için ne dualar edilirdi.
Kalpler onlarla birlikte atardı…
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer ve şu da gerçek ki, geri gelmez eski günler.
Değişim kaçınılmaz, her şey değişiyor, bizler de değişiyoruz…
Merhum Ziya Paşa diyor ya;
“Gûş etme eski na'raları kûy-ı yârdan
Gûyâ ki dest-i aşkta dîvâne kalmadı!”
Ne oldu,
Eski çamlar bardak mı oldu peki?..
Merhum Yunus’un işaret ettiği “Her dem yeni doğan” gönül erleri nerede?..
Varlar mutlaka ama, yok gibiler…
Birçok dönemde, özellikle de “iktidar nimetleri”ni paylaşma mücadelesinin öne çıktığı dönemlerde, “hasbî insanlar” geriye çekilmekte görürler selâmeti…
O insanlar size gelmezler, bulmak gerekir, arayan da bulur, Allah izniyle samimiyeti.
AYAK SESLERİ YAKLAŞIRKEN…
Bugün…
Adım adım ilerleyen “statüko”nun ayak seslerini işitiyoruz: “uygun adım” yürüyorlar, tehdit yağdıra yağdıra ilerliyorlar.
“Küresel Medya”nın ağırlığını gittikçe daha fazla hissediyoruz, “Kültürel İktidar”ın ülkemizdeki uzantılarının hangi “örgüt”lere nasıl destek verdiklerini ibretle izliyoruz.
Bu ortamda “kızgın demiri soğutmaya” çalışsanız da yapamıyorsunuz; birileri ateşe odun atıyor ve siz cevap verdiğinizde ateşin büyümesinden başka bir iş yapmamış oluyorsunuz…
Geliniz ve görünüz ki, vermediğinizde de, size güvenenlerin haklarını savunamamış duruma düşüyorsunuz…
Şöyle bir moral tazelemek, enerji tazelemek, şöyle bir silkinmek, şöyle bir “kendine gelmek.”
Bu bölünerek olmaz; bu “fitne ateşine” odun atanlara itibar ederek olmaz…
Bu “üç kol”dan yüklenenlere “dördüncü kol” desteği vererek olmaz!..
Bu, “kraldan fazla kralcı” edalarıyla, önüne gelene çamur atanlara “prim” vererek de olmaz.
“Goygoyculara” itibar ederek olmak bu iş, olmaz!..
Her iki tarafta, daha doğrusu her tarafta “kariyer plânlamalarına” ulvi kavramları alet edenler var, bunları görüyoruz…
Bununla birlikte, onlardan çok daha fazlası “ayrılık olmasın, birlik ve beraberlik halkası mümkün olduğunca genişlesin.” istiyor.
Öncelikle şu “sosyal medya”yı kaplayan ve farklı görüntülerle aynı amaca; “mümkün olduğu kadar çok parçaya bölme, daha kolay yutulur hale getirme” amacına hizmet edenlerin gazına gelmemek gerek.
Bir de ayrılık rüzgârlarına kapılmış “dostlara” naçizane tavsiye:
“Kariyer plânlamaları”nda sizi birer basamak veya atlama taşı olarak kullanmak isteyenlere lütfen dikkat!
“Gaza gelmek de, dolmuşa binmek de” iyi şeyler değildir malûm.
İnşallah, bu Ramazan herkese iyi gelecek.
Gaza gelinmeyecek ve dolmuşa binilmeyecek.