Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2439.84
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Din varlığı kuşatır

“Din nedir?” gibi bir soruyu cevaplandırmaya çalışanlar, onun neliğine dair söylediklerinde dikkat ettiğim en önemli eksiklik varlığı ve kendilerini kuşatma noktasındaki analizlerde ortaya çıkmaktadır.

Ramazan (oruç) ayına girdiğimiz şu günlerde, namaz ve orucun artık post/modern insana göre olmadığı şeklinde birtakım yorumlar var. Hatta günümüz insanının özellikle megapollerde çok meşgul olduğundan hareketle, namaz ibadetinin yerine getirilmesinin imkansız olduğu da açık ve örtük biçimde söylenenlerden. Aynı şekilde giderek “niçin aç kalıyoruz ki?” şeklinde özetlenebilecek olan postmodern içerikli itirazlardan anlaşıldığı kadarıyla, oruç da namaz gibi salt “beden” üzerinden değerlendirilmektedir.

“Beden”in post/modern zamanlarda öne çıkması ve esasen maddi ve anatomik boyutuyla insan hayatında tebellür etmesi, zaten ruh-beden dengesi açısından düşünüldüğünde bir kaymayı göstermektedir. “Beden”e odaklanma, sadece onun maddi ihtiyaçlarını gidermeyi içermekte, bedeni hayata maddi boyutuyla dahil etmekte, modernliğe geçişle birlikte onun seküler karakterine vurgu yapmaktadır. Dikkat edilirse bugün beden üzerine odaklanma, bedeni süsleme hayatın merkezine oturmuş görünmektedir.

Bütün seküler ideolojilerin temel handikaplarından birisi gelip “beden”in içinde hapsolmalarıdır. Burada dört gösterim öne çıkar. Birincisi, yemek, içmek yani mideyi doldurmak. İkincisi de, cinselliktir. Üçüncüsü ise bedenin farklı mekanlarını süslemek. (saç stilleri, boyalar, dövmeler, hızmalar vb.) Üstelik de tüm bunlar farklı olmak adına yapılır ki, herkes kendisini homojenleştiği bir diğerinden ayırabilsin. Dördüncüsü, elbise ve giyim. Üstelik giyinmek de farklı olmak ve gösteriş üzerine yoğunlaşmaktadır. Burada giderek varlık tek boyutlu olmaya başlamaktadır; bir başka deyişle, yeni durum varlığı kuşatamamakta ya da tek boyutlu olarak dünyaya odaklanmaktadır.

Halbuki insan bundan ibaret değildir. Post/modern düşünce (hem modern hem de postmodern olan) ölümlü olan, varlığın maddi boyutunun ötesindeki boyutunu da hisseden insana kuşatıcı bir varlık anlayışı sunabilecek kapasitede değildir. Tam da bu sebeple, insanın bu sorularını ertelemekte, cazibeli görselliklerle onu oyalamakta, hakikate dair sorularını görmezden gelmekte ve hatta bunların önemli olmadığını buyurmaktadır.

Burada geçmişte olan şey aslında tekerrür etmektedir. Kur’an-ı Kerim’in anlatımlarına baktığımızda, geçmişteki sosyal formlar içerisinde, inanmak istemeyenlerin varlık dünyasını parçalamak istedikleri, bu parçalar içerinden dünyayı anlamaya çalıştıkları ve nihayet sınırlı (dünya ile sınırlı) bir varlık anlayışı ürettiklerini görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’in ısrarla “Tevhid”in altını çizmeye çalışması, en başta varlık dünyasını bütünsel olarak kavramaya yöneliktir.

“Tevhid”den her ayrılış düşüncesinin geleceği yer, insanın temel hedefi ve anlamını kendi içkinliğinde bulabileceği bir dünyevilik (ki seküler ideolojilerin dünyadan başka mekanı olamaz) ile bunun doğal sonucu olarak dünya ve bedene odaklanmaktır. Geçmişte Roma’yı özetleyebileyecek olan da budur.

Modernliğin varlığı kapsayabilme iddiasını Hegel’in “akli olan gerçektir; gerçek olan aklidir” şeklindeki cümlesinde özetleyebiliriz. Bütün varlığı insanın kapasitesi içine sığdırmaya çalışmak gibi bir zihniyetten hareket etti. Ancak neticede bunun insan için aşırı bir iddia olduğu ortaya çıktı ve insanı dünyada ikamet ettirmekten ve bedenine odaklandırmaktan başka bir sonuç üretmedi.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayının ve tutulan orucun en azından varlığın devasa büyüklüğü ve azametini kavrabilme şuurunu vermesi açısından bir imkana dönüşmesi, orucun ve namazın “beden”sel boyutunun aşılmasıyla sağlanabilecektir.