Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2500.05
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Şubat 2022

"Deli bunlar!"

Geçmişte yaşanmaz ama geçmişi unutmak da olmaz.

Bugünkü hallere bakıyorum da, belki de her “yaşlı”nın dediği gibi “Hey gidi günler!” diyorum.

Bize gazetecilik mesleğinin çileli tarafları düştü hep, sıkıntılar, imkân darlıkları içinde bir şeyler yapmaya çalıştık.

Rahmetli Necip Fazıl Üstad’ın dediği gibi,

“Yokuşlarda susadık!”

Şimdiki gibi yiğidin harman olduğu yıllar değildi o yıllar…

Az bulunduğu yıllardı.

O günlerde bizlere “Askeri kışkırtıyonuz, bize de kızıyola” diyen Bazı “göbekli tepe”, “ray-ban gözlük”, “kifayetsiz muhteris” tipler, şimdilerde en bi 28 Şubat karşıtı takılıyorlar ya…

Güler misin, ağlar mısın!

O günlerde, bin mukaddesat düşmanının olduğu ortamlara gider, bin mukaddesat düşmanının arasında işimizi yapardık.

Nice hatıra var.

Bir gün…

Kıymetli Kamuran Akkuş ile, bunların “şedit gaspçılarından” birinin mekânına gitmiştik.

O zamanlar başımıza bir şey gelse, haber vermeye yarayacak cep telefonu filan da yoktu.

Demiştim ki Kamuran’a, “Kardeş, ikimizin de içeri girmesinin anlamı yok. Götürürlerse ikimizi de götürürler. Ben gireyim, sen erketede kal. Bir durum olursa, bir yerlerden ilgili yerlere haber verirsin!”

Oraya, o zayıf bedenime yüklediğim olanca heybetimle girmiş, duruşumla (galiba) karşı tarafı etkilemiş ve “sorularıma cevap vermeye” razı etmiştim.

O günlerde, “Başımıza bir şey gelirse ya şehit oluruz ya gazi” ruhu vardı, bizde

Saflar net gibiydi.

“İzler birbirine karışmış” gibi de değildi.

O günlerde, imkânlarımız az, gayretimiz çoktu.

Kırık dökük daktilolarla haber yetiştirmeye gayret ederdik ki, çoğu “stajyer muhabir” pozisyonunda olan arkadaşların haberlerini düzeltip teslim etme işi de bizdeydi.

Bir de, dünyanın haberini öğle 12’de Yayın Kurulu’na teslim etmeye mecburduk.

Şimdilerde, bilgisayarla “Kes, kopyala, yapıştır” ne kolay iş…

Kırık dökük daktilolarla, hem de öğle 12’ye kadar 20 civarında haberi “düzeltmeye” üstüne bir de kendi haberlerinizi yetiştirmeye çalıştığınızı ve üstelik haberden habere koştuğunuzu…

Ve üstüne üstlük nice tehdit ve dava ile uğraşmak mecburiyetinde kaldığınızı düşünün lütfen!..

Kafayı yedik de, boşuna yemedik yani!..

Bizim o mücadelemizin büyük bölümüne MİLAT’ın Genel Yayın Yönetmeni Ali Adakoğlu kardeşimiz de şahittir.

O da ne çileler çekti, bizlerle birlikte.

Evet;

Küçük bir ekip, deliler gibi çalışırdık.

O günleri filme almış olsaydık ve size izletseydik, bize kesinlikle “deli bunlar” derdiniz!..

Hakkımızda ne dâvâlar açıldı, ne tehditler yağdırıldı, bir an bile tereddüt etmedik.

Dedik ya,

“Ölünce şehit, ölmeyince gaziydik.”

Beş ciltlik kitap olur, Muhterem Mustafa, Nuri, Ali Karahasanoğlu Kardeşlerle, Merhum Hasan Karakaya ile ve diğer çilekeş gazetecilerle birlikte neler neler yaşadık ve “muhafazakâr ezikliklerin”, “laikçi zulümlerin” nicelerine muhatap olduk.

*

Bugün, birçok medya grubunda muazzam imkânlar var.

İmkânlar denizi içinde değil, imkânlar okyanusu içindeler…

Amma velâkin, gazetecilik, gerçeği ortaya çıkartma çabası…

Yok ile var arasında!..

Taraflar yerlerini almış, birilerinin sırtından birilerine ateş ediyor ya da birilerine alkışlamakla dediklerini tekrarlamakla yetiniyor.

Rahat gazetecilik!..

Lüks gazetecilik!..

Arada bazı gayretli arkadaşlar çıkıyor, görüyoruz…

Onların çoğu da, bizim ekipten!

****

MERHUM ERBAKAN HOCA’NIN SIKI MUHALETİ

Durumlar kel!..

Sadece bizim meslekte mi?

Siyasette de öyle.

Rahmetli Kamran İnan’ın Devlet Bakanlığı zamanı.

Röportaj yapmak için gitmiştik.

Ön sohbette dedi ki:

“Erbakan Hoca ve ekibi çok yaman muhalefet yapar. Derslerini çok iyi çalışır ve iktidarları sıkıntıya sokarlar. Hoca’nın tatlı sert baskısı iktidarlara çok daha fazla çalışmaya mecbur eder.”

Öyleymiş.

Yakınları anlattı;

Rahmetli Erbakan Hoca,, sabah namazlarına kadar kendisini kaybetmiş halde çalışırmış..

O “boncuk boncuk terleme” meselesi de, aslında, Merhum Hoca’nın çok terleyen bir insan olmasından kaynaklanırmış.

Merhum Erbakan Hoca, çalışırken kendisini o kadar kaybedermiş ki…

Üzerinde unuttuğu ceketinin vatkaları sabaha kadar terden ıslanırmış.

Şimdinin çalışkan insanlarının çoğu o “nesil”den kalma.

Ömrü yetenler, Sayın Erdoğan’ı da “Öyle bir çalışırdı ki, şimdilerde öylesi nerdeeee…” diye anlatacaklardır…

*

Merhum Kamran İnan’ın, “Erbakan Hoca’nın muhalefeti”nden nasıl bahsettiğini yazdık ya…

Bugünkü muhalefete bakıyorum, “tatlı su” muhalefeti, bir politikacının deyişiyle “sarı muhalefet!”

Son vakitlerde, Sayın Fatih Erbakan’ın ekibiyle birlikte hazırladığı “Sorunlar ve Çözüm Teklifleri” kitaplarından başkasını pek göremedim.

Aradım, bulamadım.

Gözümden kaçanlar varsa, birileri lütfen göndersin.

Yani…

Muhalefet, “İstemezük” muhalefeti…

Bir de…

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” gibi, hele bu “yedi benzemezli, yuvarlak masa ittifakı” tarafından pratiğe geçirilmesi imkânsız bir “modeli” hem de 28 Şubat darbesinin yıldönümünde kamuoyunun dikkatine sunacaklarmış!..

Vatandaş da dört gözle bunu bekliyordu zaten.

Mesele sistem meselesiydi, parlamenter sistemde çok rahat etmiştik, o zaman her bi şey hızla yürüyordu.

Deprem bölgesine üç günde ulaşamayan koalisyoncular, o dönemin koalisyoncuları değildi!..

*-

Aslına bakarsanız, İktidar Partisi’nin bazı yerlerinde de büyük bir “tembellik”, hatta “umarsamazlık” hâli var.

Eskiden, birileri arayıp yaptıklarını anlatmaya çalışırdı, şimdilerde o da yok.

Yükün büyük bir bölümü “Dünyayı gezerek” kaynak arayan Sayın Cumhurbaşkanı ile birkaç dâvâ arkadaşının omuzlarında.

Sayın Erdoğan da malûm,

Rahmetli Erbakan Nesli’nden!