"Daş düşebilü, ayu çıkabülü"
Ekranlarda bağırıp çağıran, birbirlerine saldıran, ellerine geçeni fırlatan manyak manyak tipler…
Bakışlarından kızgınlık okunan, sürekli olarak boşanmadan,
boşatmadan, DNA testlerinden, cinayetten, şiddetten bahseden birileri…
Milyonda bir ailede görülmeyecek çirkin “akraba” ilişkileri, tekrarlamaya hicap duyacağımız kadar pis
mevzular…
Bu pis mevzuların, “alt
yazılarla” iyice öne çıkartılması…
Akşamları yerli merli diziler; kahir ekseriyetinde rezaletin bini bir para;
oralarda da ev içi, akrabalar arası çarpık ilişkiler…
Özellikle çocukları ve gençleri, son derece lüks, şatafatlı,
vurdum duymaz hayatlara, alabildiğine israfa, serseriliğe özendiren manzaralar…
Hani, şimdilerde asgari ücretli, hatta iki asgari ücretli
bir genç için, para biriktirip “teneke” kıvamlı “malûm” otomobillerden almak bile çok çok zor hale geldi ya…
O “yerli merli”
dizilerdeki otomobiller hayranlık uyandırmayacak gibi değil ve hepsinde de
birer tane var…
Piyasa değerleri üç beş milyon (eski parayla üç beş trilyon)
lirayı aşan ne otomobiller!
Bir de malîkâneler, “saray” gibi, mutlaka Boğaz’a tam
dibinden ya da biraz yukarıdan bakıyor;
İstanbul’un bütün güzellikleri ayaklarının altında…
Sadece hane reislerinin değil, hanenin veletlerinin bile
böyle “lüks otomobilleri, malikâne
kıvamlı konutları” var…
Bunları izleyen işsiz ya da asgari ücretli genç, (hadi
emeklileri bir tarafa bırakın, onlar zaten mühim değil, unlarını elemiş eleklerine de asmış durumdalar ya!) bunlara
nasıl özenmez?
Nasıl “Ah lan kavanoz
dipli dünya, ah feleeek felek; kimine
kavun yedirir kimine kelek!” demez…
Nasıl kalbindeki “her
şeye muhalefeti” bileye bileye (ya da bileyleye bileyleye) dokunduğunu
kesecek kıvama getirmez!..
Biz böyle deyince birilerinden itiraf:
“Ama efendim, böyle
lüks, şatafat içinde yaşayanlar yok mu bu toplumda?”
Vardır elbet ama onun bin katı, yüzbin katı “mütevazı” şartlarda yaşayanlar, ayın
sonunu nasıl getireceğini ince ince hesaplayanlar vardır.
Madem toplumda olan biten yansıtılıyor, bu mütevazı hayatlar
niçin pek temsil edilmiyor yerli merli dizilirde?
Niçin sürekli olarak gerilim üretiliyor bilhassa bazı sabah
programlarında?
Birileri insanımızı kıskançlıktan çatlatmak, iyice delirtmek
mi istiyor yoksa?
Birileri, organize, sistematik şekilde toplumumuzu çökertmek
mi istiyor?
Devletimizin yöneticilerinden böyle bir amacın güdüldüğüne ve kimin ne yapmak istediğinin
pekalâ farkında olunduğuna dair gayet şık açıklamalar geldiği oluyor ara sıra
ama, bu düzen değişmiyor.
Kimse bu mevzulara
dokunmuyor!..
*
Kafanı nereye çevirsen aynı manzara…
Öfkeden kabarmış suratlarla ya da insanı çıldırtan alaycı,
tehditkâr bakışlarla her gün arz-ı endam eden politikacıların halleri de kafa
bozuyor.
Çocuklar, gençler bizi emsal alacak…
Yarın öbürgün, teyzelerinin amcalarının geldikleri yerlere
geldiklerinde topluma nasıl hitap edeceklerini şimdilerde öğrenecek…
Ne güzel de örnek oluyoruz çocuklarımıza, gençlerimize!
Geçenlerde bir politikacı stüdyoya gelen adamlarına, bir
gazeteciyi dövdürtmüştü malûm…
Dayak görüntüleri gırla; ağız, burun, kafa ne varsa
patlatılıyor çocuklara, gençlere mesaj
veren mevkilerde.
*
Bir de taciz, tecavüz haberleri…
Her kesim karşı tarafa buralardan vurmaya çalışıyor; bu türden pis mevzular, toplumun her
kesiminde varmış ve normal karşılanıyormuş gibi bir hava oluşturuluyor…
İş sonunda “Sizin
taraftaki tacizin yanında bizde olanın esamesi okunmaz!” noktasına geliyor.
Yarışın, rekabetin geldiği düzeye bakın siz!..
*
Pek yakından takip etmem ama futbol dünyası da öyle
bugünlerde.
İnanılması zor, fahiş hakem hataları birbiri ardına geliyor…
VAR odası kayıtları tartışılıyor.
Kimi futbol yorumcuları, çok vahim haksızlıkların
yapıldığını, “hata”dan öte işlerin
döndüğünü söylüyor.
Kulüp taraftarlarının moralleri bozuluyor, psikolojileri alt
üst ediliyor!
*
İnsanoğluna kimi vakitler “karamsarlık” havası hâkim olur.
Bende de olur bu hal ve her seferinde “Acaba ben mi böyleyim, yoksa toplumda böyle bir hava mı var?” diye
kontrol ederim.
Bugünlerde işsizden asgari ücretliye, emekliden memura,
işçiden çiftçiye, çalışandan patrona kimi tanıyorsam ruh halini soruyorum.
Farklı siyasi görüşlerde olan vatan evlâtlarına soruyorum.
Hemen hepsi sıkıntılardan bahsediyor, bir dokunuşa bin ah
ile karşılık veriyorlar.
Bakıyorum; kimilerinin durumları gerçekten sıkıntılı, kimilerinin
ise öyle büyütecek kadar mühim sıkıntıları yok.
Lâkin hemen hepsi içinde bulundukları durumdan şikâyetçi.
*
Psikolojilerimiz
iyice bozuluyor…
Özellikle evlere kapatıldığımız o “plandemi” günlerinden bu yana, her geçen gün daha fazla sıkılıyor
ruhlarımız.
Ben hiç rastlamadım ama…
Bizim Kastamonu’nun dağlarında , “Daş düşebilü, ayu çıkabülü”
yazılı ikaz levhalarının olduğu söylenir.
Başımıza taş mı düşecek, karşımıza ayı mı çıkacak diye yaşayıp gidiyoruz işte!..