Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2964.63
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Ağustos 2021

Bilsek Neler Söyler Bize…

Muhyiddin İbn Arabî Fusûsul Hikem adlı meşhur eserinde dünyada görülen açlıkların, hastalık ve tabi afetler gibi bela ve engellerin insanı sıktığını, meşgul edip oyaladığını ve ona Hakk ile bağlantısını kaybettirdiğini söyler. Sonra “Yüzünüzü nereye dönerseniz, Allah’ın yüzü oradadır.” âyetini gerçek anlamıyla anlayan kişinin Hâlık’ın yüzünü o belalarda da göreceğini, zira o belalarda bile açığa çıkanın hakkın yüzü olduğunu hatırlatır (s. 157). Eserinin başka bir yerinde “Allah’ın emir ve isteği âlem aynasının sırlanmasıydı. Böyle olunca, insan yani Âdem, Allah’ın görüntüsünü yansıtan aynanın sırrı/cilâsı oldu. Nitekim Allah’ın niteliklerini en iyi ve en net yansıtan Âdem’dir. Bu konuda ondan daha yetkin başka bir canlı yaratılmamıştır. Böylece Âdem, âlemin sırrı oldu” buyurur (s. 21). Ancak varlık karşısında tefekkür ve hayret kabiliyetini kaybeden insan hakikatiyle arasına bilinçli bir mesafe koymuş olur, maneviyat akışını sekteye uğratır. Neticede sırrını kaybeder.

Eski çağlar Rabbiyle uzlaşması için insanlığa daha geniş bir alan sunuyordu. İbrahim Peygamberin yaratıcısını açık bir idrakin getirdiği aydınlanma ile bulması misaline dayanarak, kendiyle ve tabiatla baş başa kalabilen insanın da başka âlemlerle irtibatının arttığını söylemek mümkün. Bilgiye erişimin az olduğu ve bunun yüksek bir keşif ihtiyacı doğurduğu zamanlar itidal, sağduyu, hoşgörü, muvazene gibi hassaların da terazide ağır geldiği zamanlardı. Ânın içselleştirildiği ve ferde düşünme imkânının verildiği… Buna mukabil modern zaman olabildiğince objeyi insan emrine sunan ve sunduğuyla onu esir alan bir varlık ortaya koyuyor. Sadeliğin olduğu zeminin Rabbi hissettirme hususunda algıya bağışladığı yükseklik yaralanıyor. Maddenin artan gücüyle takvimlerin ve iklimlerin dengesi değişiyor. Gözün ulaşabildiği çeşitlilikse tüm renk ve desenleriyle kişiye geçici bir doygunluk yaşatırken kalbi meşgul ediyor. Kalabalıklar içerisinde sıkışan ve bu yapılanmanın adını “konfor” koyan insan teknolojiye emanet ettiği ruhunun ıstırabını duyamıyor ancak bu sıklet kendisini bir kavga hüviyetiyle ortaya koyuyor. Çağın çelik dişlileri arasında bunalan insanın kavgası tabiata, insana ve tabi olarak kendisine yöneliyor. Yaşadığımız çağda insan “kavga”sı üzerinden varlık gösteriyor. Başka türlü ifade edemiyor kendini ancak bu kavga da haklı bir davanın elçisi değil. Böylece Halil Cibran’ın Kırık Kanatlar’da anlattığı “insanlığın bütün şarkılarını ve dönüşümlerini sessiz bir duygu hâlinde içeren ebedî dil”i, “coşkuyla akan dereleri kendine çeken ve onları ebedî bir sessizliğin huzuru içinde sonsuzluğa götüren sakin göle benzer o dil” (s. 15) i kaybediyor. Yok ettiği ölçüde var olabileceğini zanneden, yıkmak üzerine kendini inşa eden akınlar geliyor. Zulüm ile abat olunamayacağını idrak edemeyen bir model türüyor. Hadiselere bütüncül bir bakış açısı ile bakamayan, bulunduğu noktaya sıkı sıkıya bağlanıp hapsoluyor. Bu nizamsızlık, başıboşluk, bu denetimsizlik içinde mütemadiyen suçlayan bir çığır, zamanı ve mekânı ipotek altına alıyor. Böylece insanlık durgun bir nehirde kendi yüzünü görmüşçesine muhatabının gönlüne nazar edebilme mertebesinden, bireyin kendine bile yaklaşamadığı bir seviyeye iniyor.

Yeni bir dile, farklı bir inşa biçimine ihtiyacımız var. Hüznümüz ve ağrımız kadar hızlı yayılabilecek ve zamanı yakalayabilecek yeni bir dile. Buraya, suçlayarak değil, doğal afetler de dâhil yaşadığımız her şeyde bir payımız olduğunu ikrar ederek giriş yapabiliriz. Ne doğru söylemişti Cemil Meriç “yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir. Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş…” derken Bu Ülkesi’nde… (s. 283)

“Umut” diyerek başlamalıyız önce, duymalıyız. Çarpan bir yüreğin en büyük tesellisi. Resimlerin, şarkıların, şiirlerin yeniden dirilttiği:

Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında (C. Süreya)