“Aydın”larımız!..
Kabaca iki grup “aydın” var:
Her ne olursa olsun karşı çıkanlar ve her ne olursa olsun “destek veriyormuş” gibi görünenler.
Birinci grupta, bu memlekette ne yapılıyorsa karalayan, ülkenin ancak bu iktidarı, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ı alaşağı etmekle düzlüğe çıkabileceğini öne süren “arızalı” kafa.
Bunların medya organlarını “farklı bakış açılarını da görebilmek” için izlemeye gayret ediyorum.
“Milyonlarca” oy vereni bulunan “müzmin muhalefet partisi”nin gayri resmi yayın organı niteliğindeki bir televizyon kanalı ve birkaç gazetelerinde gerçekten akla ziyan, izleyenleri alenen “aptal” yerine koyan yorumlar dikkat çekiyor.
Şu “Dolar Krizi”nin başladığı günden bu yana, neler dediler, neler yazdılar, neler…
İlk günlerde sürekli olarak Dolar’ın hızla artışı ve “Erdoğan indirilmediği takdirde ülkenin batışı” üzerine büyük lâflar ettiler.
Doları durdurmak mümkün değilmiş, bu iş 10’a gidermiş, bir felâket tablosu ile karşı karşıya kalmışız…
Filan…
Külliye İdaresi bir takım tedbirleri birbiri ardına alıp da, Dolar’ın ateşini biraz düşürür gibi olduğunda…
“Yorumlara” anında “Kontrollü Darbe” ayarı verdi “arızalı” takım:
“Bu bir oyun, bu bir ‘kontrollü kriz’, bunlar böyle olacağını zaten biliyorlardı. Doları, dışarıyla (Trump’la, Merkel’le filan ) anlaşmak suretiyle tırmandırdılar, 7 liradan dolar sattılar, düşmüş fiyattan yine toplayacaklar.” yollu bir şeyler zırvaladılar.
Sonra…
Dolar, yeniden 6.5’lara yükselince…
İlk günkü yorumlara dönüş, “10’a çıkar abi!” kulvarından lakırdılar!
Dolar’daki yükselişin ve ekonomik göstergelerdeki bozulmanın gerçek sebeplerini değerlendirirken, bütün kabahati “bu ülkeyi yönetenlere” ve bilhassa da Recep Tayyip Erdoğan’a yüklemeler…
Ne kadar düşman varsa, aklamalar…
Dış güçlerin saldırısı filan tamamen “uydurmaymış”, Türkiye’nin dış güçler tarafından hedef alındığı filan yokmuş…
Her yaptığı yanlış olan, bütün kötülüklerin kaynağını teşkil eden bu yönetim, işleri berbat etmiş…
Çıkış yolunun kalmadığını gördüğünde de faturayı tamamen yurt dışına kesmiş; “Dış Düşmanlar”, “Şer Odakları”, “Hainler”…
Bunlar aslında yokmuş….
Dünya âlem aslında bize “dost”muş da, bütün bunlar “Erdoğan yüzünden” oluyormuş!
Trump, kolkola girdiği sapkın Evanjelistlere, “Türkiye ile savaşıyoruz!” dese de…
Mesele “Erdoğan” olunca “dost bildikleri” Trump’ı bile takmıyorlar!..
“Dış düşman filan yok, varsa yoksa kötü yönetim var!”
“Aslanım, hırsızın hiç mi suçu yok!” desen boşuna, çünkü bunlar, ABD’nin, İsrail’in, Sisi darbecilerinin bu ülkeye “düşmanlık” ettiklerine inanmıyorlar ki…
Hırs, ihtiras, kin, nefret gözlerini bürümüş, bütün olumsuzlukların kaynağı olarak, kendilerini her seçimde mağlubiyete uğratan Erdoğan’ı görmeye öylesine kilitlenmişler ki…
Gözleri “düşman” filan görmüyor.
Hep “Türkiye” suçlu;
Her durumda, her “krizde” suç, bu tarafta!..
“MİLLET ANLAMIYOR ABİ!..”
Düpedüz böyle yorumlara rastlıyorum:
“Türkiye potansiyeli çok büyük olan bir ülke, yeter ki, Recep Tayyip Erdoğan iktidardan gitsin!”
O giderse, İsrail, ABD, AB ve diğerleriyle aramızdaki problemler hızla çözüm yoluna girecekmiş!..
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh!” diyerek, “yepyeni bir sayfa” açacakmışız!..
Böyle ipe sapa gelmez şeyler söylenince, akla bazı sorular geliyor haliyle:
“Peki kardeşim, bu millet tümden mi kafayı yemiş, bu millet yanlışta bu kadar mı ittifak eder? Sizin söyledikleriniz doğruysa, bu vatandaş hem memleketini hem de kendisini batıran bir insanı, her seçimde niçin destekler?”
“Erdoğan düşmanlığından kafayı yemiş” bu takımın gazetecileri, yazarları, yorumcuları filan, sorulara karşılık verirken…
“Türkiye’nin sosyolojisinden, tek yanlı propaganda ile beyinlerin uyuşturulduğundan, Recep Tayyip Erdoğan’ın da çok süslü ifadeleri büyük bir ustalıkla kullanmasından dolayı milletin gerçeklerin farkına varamadığından” filan bahsediyor…
Sonuç olarak…
Bütün “kabahati” de, kendilerini anlamaktan “aciz” durumda olduğunu söyledikleri vatandaşa yüklüyorlar.
Vatandaş, kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu anlayabilecek durumda değilmiş!..
Tam da 28 Şubat kafası:
“Bu millet neyi giyip neyi giymeyeceğine dahi karar verebilme ehliyetine sahip değildir. Bu milletin iyiliği için, millet adına biz karar vermeliyiz!”
Aynen öyle, 28 Şubat darbecilerinin üniversitelerdeki uzantılarına “ikna odaları da ne iş, bu neyin kafasıdır böyle?” diye sorduğunuzda…
Bunları “gençlerin” iyiliği için yaptıklarını, “baskı altındaki” gençlerin serbest hareket edemediklerini ve özgürce düşünemediklerini öne sürüyorlardı resmen.
“Türbanlı gençlerin özgür bireyler olabilmelerini sağlamak için kurmuşlar!” ikna odalarını!..
Aslında gençler de istemiyormuş da böyle dolaşmayı, para alıyorlarmış, baskı görüyorlarmış, kandırılıyorlarmış…
Onları bu durumdan kurtarmak da, “Çağdaş Bireyler Olarak” onların göreviymiş!..
Bu kafa “iktidarda” da olsa, “muhalefette” de olsa değişmiyor;
Bir “sıradan insanlar var” bir de “bunlar.”
15 Temmuz Gecesi, darbecilerin bu işe el koyduğunu, bu işin artık bittiğini, sandık yoluyla devrilemeyen Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Temmuz sabahına çıkamayacağını düşündüklerinden pek bir “sevindirik” olmuştu bu zihniyet…
Darbecilerin illegal bildirisi okunduğunda, sosyal medyada ne sevinç gösterileri sergilenmişti.
“Aklınızı başınıza alın, Erdoğan’a kanıp da sokağa çıkmayın” yollu uyarılar da, 17-25 Aralık’tan bu yana gayet uyumlu bir şekilde hareket ettikleri “illegal yapılardan” gelmişti, hatırlarsınız.
“ESKİ KÖYE YENİ ÂDET!”
Şimdi böyle bir kafa, bazı gazeteciler, yazarlar, yorumcular filan hep birlikte Erdoğan’ı hedef almakta, memleketin bütün sorunlarını Erdoğan’a bağlamakta, bu milletin “artık uyanarak” Erdoğan’a alaşağı etmesi halinde işlerin hızla yoluna gireceğini zırvalamakta.
Bu bir boyutu…
Bir de…
Yine kalabalıkça bir grup…
Onlar da tam tersi…
Hiç ikazda bulunmaksızın, “yanlışlara” dikkat çekip, düzeltilmeleri talebini gündeme getirmeksizin…
“Goygoyculukla” götürüyorlar işlerini…
Katkıda bulunmak, geliştirmek, araştırmak gibi bir dertleri yok.
Bir “Eğitim Dosyası” olsun hazırlayın da, yönetenlerin istifadesine sunun…
Yok!..
“Alkışla” gitsin ne yapılırsa ve ne yapılmazsa, uğraşmanın ne anlamı var?..
Bir vakitlerin “askerlik” anlayışını tarif için, “Yürüyene selam dur, duranı boya!” denirdi.
Şimdinin “bir başka medya- aydın anlayışı” da, “eski köye yeni âdet gerekmez” üzerine kurulmuş:
“Yapılanı onayla, söyleneni alkışla.”
“İçe dönük” değerlendirmelere ne gerek var…
Di mi efendim!..
Şahsi İşlerimiz, oooh, mis gibi…
Kurcalamanın ne anlamı var,
-Di mi efendim!..
…
“Eğitim” diyoruz, “sıkıntı” diyoruz, “nesiller” diyoruz…
“Medeni Kanun” diyoruz, “Yanlış Yönlendirmeler, Sakıncalı Düzenlemeler” diyoruz, “Aile” diyoruz..
“Kültür” diyoruz, “Kültür.”
“Üretim” istiyor, “Gereksiz İthalat Kalemleri”nden bahsediyoruz…
“Kıbrıs” diyoruz, “Siyonist Yerleşim” diyoruz, “Kıbrıs’ta Cirit Atan Ajanlar”a dikkat çekmeye gayret ediyoruz…
Meslek erbabını haraca boğan “Oda, Birlik” saltanatlarına artık son verilmesini istiyoruz…
Bunun için “yeni modeller” teklif edenlere kulak veriyor, bunları kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyoruz.
“Katsayı Haksızlığı”na son verileli hayli vakit oldu ama meslek eğitimi hâlâ cazip değil…
Niçin böyle bu, niçin eğitim işinde bir türlü arzu ettiğimiz noktalara yaklaşamıyoruz?..
Bunları, birçok meseleyi “bir avuç” meslektaşımızla birlikte gündeme taşımaya çalışıyoruz ama…
Birçok meselesi var memleketin ama…
Bir yandan “Bu ülkeyi yönetenler ne yapıyorsa kötü yapıyor!” diyen yıkıcı, saplantılı, sakat, bağnaz zihniyet…
Diğer yandan da…
“Risk almam arkadaş, teklifmiş, eleştiriymiş, ikazmış… Bunların kime ne faydası var? Bir de yanlış anlaşılacak, çıkarlarından olacaksın üstelik.
Boşveeer, bugün bugündür yarın da yarın.
Şartlar değişirse, başka arabaya biner ve o arabanın düdüğünü çalarız!” tavırlı zihniyet.
Sadece “medya dünyamız” değil, sivil toplum örgütlerimiz, üniversitelerimiz de -istisnalar müstesna- aynı durumda.
“Katkı sunma çabasında olmak”, “Bunun için gerekirse risk almak” boş işler…
Dünya iki kulplu bir kazan, tut bir ucundan sen de kazan mevzuu!..