"Allah rızası için" mi kırıyoruz birbirimizi!
“Boş ver şu pisleri, onlar yola gelmezler!” diyen bir “dini bütün” arkadaşa,
“Bundan 35 yıl evvel
görseydiniz, beni de boş verilmesi gereken pislerden biri olarak tavsif
ederdiniz!” karşılığını verdim.
“Estağfurullah” dedi.
“Sizin soyunuz temiz, bu
belli” diye ekledi.
“Soyumu, sopumu nereden
biliyorsunuz? Belki de ben, hiç de makbul olmayan bir soydan geldim?”
“Olur mu hiç!” diye itiraz etti.
“Niçin olmasın?” dedim ve ekledim:
“İnsanın kendi
gayretiyle, çabasıyla elde edilmemiş olan özelliklerinden dolayı övünmesi ya da
üzülmesi mi gerekiyor? Rabbim bize ‘Üstünlük soyda sopta değil, takvadadır!’
buyurmuyor mu?”
Arkadaşımız, etrafını kırıp döker hale gelmiş.
Sosyal medyadan ona buna “çakıyor” kendi ifadesiyle.
Hatta “kapak” yapıyor af edersiniz!
Ona buna “soysuz, sopsuz, kafir, şerefsiz” diyor.
Hatta…
İmam hatiplileri hedef alanlara “Pamuğu onlar tıkayacak sana!”
yollu yapıştırmalarla had bildiriyor!..
Allah rızası için zorlaştırıyor, Allah rızası için nefret ettiriyor!..
Böyle bir hâl!..
Oysa…
Rabbim’in emri tam tersi…
Şöyle buyuruyor Rabbim:
“(Rasûlüm!) Sen,
Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde
mücâdele et!..”
Ve…
“Yumuşak bir
lisan ile tebliğ et.”
Hazret-i Peygamber
(s.a.v.),
“Müjdeleyin, nefret
ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın." buyuruyor bizlere.
Hal bu iken…
Allah rızası için
kalp kırmak, Allah rızası için nefret ettirmek!...
Cehenneme gitmesi
için uğraşmak!
Rabbim, “kimin
cennete, kimin de cehenneme gideceğine karar verme yetkisini” bir vakitliğine
bize verse…
Kendimizden ve çok
yakın aile fertlerimizden başka herkesi cehenneme atacağız galiba!..
Atacağız ki, bize cennette
daha fazla “arsa” kalsın!..
İşin en güzel
tarafı da, cenneti garantilememiş olmamız!!!
..
Osman Nuri Topbaş Hoca, halimizi ve mesuliyetimizi anlatırken
şöyle diyor:
“Kalpler yangın yeri;
merhametten, şefkatten, zikirden mahrum bir kitle.
Gönüller bir yangın yeri; îman ve rûhâniyet pınarından mahrum.
Yuvalar bir yangın yerine döndü; hâle rızâ, kanaatten mahrum.
Devamlı boşanmalar artıyor.
İşte böyle bir zamanda hakkı ve hayrı tebliğ etmek, çok daha mühim,
kazançlı bir hizmet oluyor.”
Hakkı ve hayrı tebliğ…
Nasıl olacak?
Nasıl olmalı?
Ön şart:
İnsan, önce yaşamalı
söyleyeceğini!..
“Mü’min yaşayacak,
yaşayarak tebliğ edecek.
Rasûlullah Efendimiz iki
sarhoşluğu bildiriyor. Birincisi cehâlet sarhoşluğu, tabi mecâzî olarak.
İkincisi dünyaya aşırı düşkünlüğün sarhoşluğu.
Bahâüddîn Nakşibend
Hazretleri, yedi sene hasta hayvanlara, insanlara bakmış ve mahlûkâtın,
insanların geçeceği yolları temizlemiş…
‘En çok dereceyi de burada aldım’ buyurmuş.
Asrımızda -maalesef-
vicdanlar dumura uğradı.
Virâneye döndü
vicdanlar.
Ne güzel bir “Rehberimiz”
var oysa.
Bir misal:
Efendimiz bir sefere iştirak
etmişlerdi. Hava pek sıcaktı. Sahâbenin bir kısmı oruçluydu, nafile oruç, bir
kısmı da değildi. Oruçlu olanlar yorgunluktan uykuya dalıyorlardı. Oruç
tutmayanlar ise, onlara su taşıyorlardı abdest almaları için. Hayvanlarını
sulamak için su taşıyorlardı. İftar vakti geldiğinde Rasûlullah -sallâllâhu
aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
‘Bugün, oruç tutmayanlar (daha fazla)
ecre nâil oldu.’
Oruç çok mühim
bir ibadet. İnsanın merhametini bileyliyor, Cenâb-ı Hakk’a yaklaştırıyor. Fakat
demek ki hizmet, onun da ötesine
geçiyor.
Buhârî Hadîsi:
‘Bir
şahıs yolda yürürken önünde bir diken dalı gördü, biri buna takılır dedi, o
dalı aldı, kenara koydu. Allah ondan râzı oldu ve kusurlarını affetti.’
Efendimiz’in hayatında hizmet ne
idi?
Ravza yapılırken,
Efendimiz de kerpiç taşıyordu.
‘Biz taşıyalım Efendim’ dediler.
‘Yok dedi, siz taşıyın,
beni serbest bırakın, ben de Allâh’ın rahmetine muhtacım.’
Bedir’e gidilecek, 150
km mesafe.
Tabi o zaman yokluk vs.,
bir deveyi üç kişi kullanıyordu, sırayla biniyorlardı. Ebû Lübâbe,
Hazret-i Ali ve Efendimiz’e bir deve düştü. Ebû Lübâbe ile
Hazret-i Ali,
‘Yâ Rasûlâllah! Biz yürürüz dediler, bizim mukâvemetimiz var. Deveye siz
binin.’ dediler.
‘Yok beraber, sırayla bineceğiz’ buyurdu, Resulullah.
…
Koyun kesilip
pişirilecekti.
Efendimiz:
‘Ben keseyim.’ dedi.
‘Yok yâ Rasûlâllah,
dediler, biz keser, yüzer, pişiririz.’
‘Ben,
dedi o zaman, çalı-çırpı, odun toplayayım.’
Şöyle buyurdu Efendimiz,
nasıl bir tevâzu:
‘Sizin, benim işimi de yapabileceğinizi biliyorum. (Yani odun
toplayabileceğinizi biliyorum.) Fakat ben, size göre imtiyazlı bir durumda
bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah Teâlâ, kulunun, arkadaşları arasında
imtiyazlı durumda olmasını sevmez.’
Yine Efendimiz’e, Habeşistan’dan elçiler geldi.
Sahâbe dedi ki:
‘Yâ Rasûlâllah, biz ikram
edelim.’
‘Yok
dedi, Habeşistan, benim ilk Müslüman kardeşlerime hizmet etti, ben de onlara
kendim hizmet edeceğim.’
Vefâ…
Efendimiz’in mescidini temizleyen
siyahî bir hanım vardı, kadıncağız. O gün göremedi:
‘Nerede
bu kadıncağız?’ diye sordu,‘Hasta mı, başka bir şey mi var?’
‘Vefat etti.’ dediler.
‘Niye haber vermediniz” dedi..
‘Peki o zaman bana kabrini gösterin.”’buyurdu.
Kabrine gitti, duâ etti.
Hizmet edene ne büyük
ehemmiyet.
…
Bizlerde makamlar,
mevkiler ne kadar önemli.
Ve biz ne kadar hoyrat
insanlarız böyle!..
…
Bayramınızı tebrik
ediyorum dostlar.
Kurban Bayramı tefekkür
için vesilelerden biri.
Hakkıyla istifade edelim
İnşaAllah.