'Ah Fikri Durmuş Bey Ah!'
“Türbanlı hakime güvenmem!” diyen CHP’li Fikri Durmuş Sağlar, iktidara geldikleri an neler yapmayı plânladıklarını “faş etmiş” oldu.
O zihniyetin
farklı kesimlerin kendisine eleştirileri “Ah,
Fikri Durmuş Bey ah, bunları söylemenin sırası mıydı!
Şimdiden durumu açık edip de, oyların yolunu kesmenin ne anlamı vardı! Bu sözler, ortaklarımızdan bazılarını da rahatsız ediyor!” kıvamındadır.
Sayın Sağlar, dört dörtlük bir CHP’lidir.
“Açık yürekliliğinden dolayı” tebrik edilmelidir!
*
Yandaş Sözcü Gazetesi’nin, Ayasofya’nın açılmasını 2020’nin “felâket ve gözyaşı tablosuna” eklemesini de aynı çerçevede düşünebilirsiniz.
Sözlere ve manşetlere yansıyan, bu zihniyetin “ontolojik” gerçekliğidir.
Bu zihniyetin “yasakçılıktan” vazgeçme ihtimali,
“yok hükmünde”dir!..
Fikri Durmuş Bey’in niyetleri tamamen açık eden çıkışından sonra, “oy kaybı endişesinden dolayı” sarf edilen “Aslında ayrımcılığa karşıyız!” yollu lâkırdıların zerre inandırıcılığı yoktur.
“Baretsiz Başörtüsü Show” da, bu kanaati pekiştirmiştir.
Seçimlerden önce “çarşaflılara kameralar önünde CHP rozeti takmaktan” bile çekinmeyen ‘CHP Zihniyeti’nin dünü ile bugünü arasında hiçbir fark yoktur.
CHP’de aslında hiçbir şey değişmemiştir.
Zira…
Dedik ya…
“Bu
CHP’nin ontolojik gerçekliğidir!”
*
Bugün için…
Üzerinde durulması gereken “esas” mesele, bu zihniyetin güç kazanıp kazanmadığıdır.
Yani…
Bu “yasakçı anlayış”, günün birinde memleketin idaresini ele alabilir mi, alamaz mı?..
Daha bugünden ilk Genel Seçim’in ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin sonuçları hakkında tahminlerde bulunmak doğru olmaz.
“Sayın Erdoğan sandıkta ezer geçer!”
Ya da…
“Kazanması neredeyse imkânsız!” yollu değerlendirmeler için çok çok erken.
*
Benimkisi “muhtemel seçim sonuçlarından” ziyade, gördüğüm tabloyu işaretten ibaret birkaç satır olacaktır.
Ben…
Kimse kusura bakmasın…
“Yasakçı zihniyetin” güç toplaya toplaya ilerlediğini görüyorum!
“Başörtüsünün kamu kurumlarında bile serbest olduğu” bir ortamda, bu söylediğime itiraz eden çok olacaktır.
Memleketin en mühim siyaset adamları, “Bu zihniyetin tükendiğini” iddia ederken, ben de tutmuş, “yasakçı zihniyetin gittikçe güçlendiğini” öne sürüyorum, değil mi?
*
Memleketin o karanlık 28 Şubat günlerini çok gerilerde bıraktığını, vatandaşlarımızın kahir ekseriyetinin “oyuna gelmeyecek kadar” bilinçlendiğini, böyle şeylere tevessül etmek isteyenlerin pişman olacaklarını yazsam…
Bunu biraz da “ayran kabartacak” ifadelerle yapsam…
Ağızlarda hoş bir “tat” bırakmış olurum.
Amma velâkin…
Kısa yoldan geleyim:
“Kafayı kuma gömmemin anlamı yok!”
*
Efendim…
Beş altı ay kadar oluyor, kadim gazetelerimizden birinin “abone” işlerinde görevli bir kardeşimizle konuşuyordum.
Kendisi, “Bin türlü gayret göstermemize rağmen abone sayısını arttıramıyoruz. Aksine, erimeler oluyor!” deyince…
“Tabii, millet sosyal medyaya yöneldi. Artık gazeteler daha çok sosyal medyadan okunuyor!” yollu bir izah getirdim.
Dedi ki;
“Tam olarak öyle değil abi. Evet bunun da
etkisi var ama... Mesele daha çok yaş
meselesi. Bizim gazeteleri daha çok orta yaşlı ve yaşlı kesim okuyor. Onlar da,
Allah hepsine sağlıklı ve uzun ömürler versin,
birer birer aramızdan ayrılıyor...
Geriden gelen gençlerimiz de pek rağbet etmeyince haliyle kayıplar oluyor.”
Ne dersiniz, böyle bir durum var mı yok mu?..
Gözlemlerimiz çok net bir şekilde gösteriyor ki, başörtüsünü kamu kurumlarında bile serbest hale getiren siyasi iradeye “genç kesim desteği” artmıyor.
Aksine istikrarlı bir şekilde azalıyor.
Siz de etrafınızdaki ve sadece etrafınızdaki değil, farklı yerlerdeki gençlerimizle konuşun lütfen.
Nasıl bir tablo çıkacak karşınıza?
KUŞAKLAR ARASI İLETİŞİM KOPMA NOKTASINA GELDİ!
Öncelikle, genç kuşaklarla diğerleri arasındaki “iletişim” büyük ölçüde azaldı, hatta kopma noktasına geldi.
Aile fertleri aynı evde birer yabancı gibi, mecbur kaldıkları için “ara sıra” görüşüyorlar.
Eller ve gözler ekranlarda, aynı evlerdeki hayatlar başka başka.
Böyle olunca da “kuşaklar arası aktarım” ya hiç olmuyor ya da çok çok az oluyor.
Okullar şimdilerde kapalı ama açık olduğu dönemlerde de, geçmişten bugüne sağlıklı aktarımlar yok gibiydi.
Çocuklarımız ve gençlerimizin çoğu, 14 Şubat’ın “sevgililer günü” olduğunu çok iyi biliyordu ama 28 Şubat’ta ne olduğunu bilmiyordu!
“Eğitim ve kültür alanlarında başarılı olunamadığı” Devlet’in Zirvesi tarafından defalarca dile getirilse de, bu alanlarda kayda değer adımlar atılamadı.
Aksine…
Çok zararlı tablolar gördük.
Bunları teker teker yazsak, yazı maksadını aşacak, nice kardeşimiz de bize kızacak!..
*
Geçen yazımızda da ifade ettik,
başka başka sıkıntılarımız var.
Mesela…
Bugün, CHP Zihniyeti’nin hedef aldığı tesettür, 20, 30 yıl önce çok daha fazla tesettür idi.
O günlerde tesettür, “gayesine” uygun olarak, “daha az görünür” olmanın vasıtası idi.
Şimdilerde, maalesef birçok yerde daha fazla dikkat çekmenin vasıtası gibi.
Sadece hanımlara işaret edersek haksızlık yapmış oluruz.
Bir zamanların o “mücahitlerinin” bir kısmında büyük “değişimler” meydana geldi.
“Sınıf atladıklarını zannedenlerin” çoğu, geldikleri yeri beğenmemeye başladı.
*
Kadın-erkek ayrımcılığının da iyice körüklendiği bir süreçten geçiyoruz.
“Kadın Hakları” adına ortaya konulan ancak “Kadınımızı ve erkeğimizi, aslında bütün olarak ailemizi, haliyle de ülkemizi daha çok mağdur etmekten başka işe yaramayan” hal ve hareketlere özellikle dikkat çekmek isterim!
*
Neresinden bakarsanız bakın, durumlar böyle…
Sayın Cumhurbaşkanı, sıkıntıyı görmemiş olsaydı, sürekli olarak “Hesabi değil hasbi olun” der miydi?
“Bize Ömerler lâzım!” der miydi?
Partililere hitap ederken “kibrin zararlarına” dikkat çekme ihtiyacını hisseder miydi?..
*
Efendim..
Takdir edersiniz ki,
“28 Şubat zihniyeti
bitmiştir. Bir daha geri gelmesi de mümkün değildir. Hem zaten, milletimiz de
uyanmıştır. Bir daha oyuna gelmeyecektir!”
yollu cümlelerle “ayran kabartmasını”
bilirim.
Amma velâkin…
Bunların gerçeği tam olarak yansıtmadığını da…
“Kitlelere” moral vermekten ziyade, “rehavet” havasının koyulaşmasına yol açacağını da bilirim.
Bugünkü ortamda, “Yerel Seçim Sonuçlarına” da yansıyan “Karşıtlar İttifakı” tablosunun gittikçe olgunlaştırıldığını görüyorum.
İstanbul
Belediye Seçimi’nin ardından, bazı Ak önde gelenlerinden sadır olan “Oylarınıza sahip
çıkamadık, hakkınızı
helâl edin!”
cümlesi son derece önemlidir.
Bu
gelenek “sandığa sahip çıkmaktaki”
üstünlüğü ile bilinen bir gelenektir.
Sandığa
sahip çıkamamak, çok çok önemli sıkıntıların göstergesidir.
AK
Parti’deki bu sıkıntılı hale mukabil, “karşı
tarafın” sandıklara dört elle sarıldığını ve seçime büyük bir motivasyonla
asıldığını da biliyoruz.
*
Efendim.
Bugünkü
yazım, “seçim sonuçları tahmini”
niteliğinde değildir.
Buna
yukarıda da işaret ettim.
Bugünkü
yazım, birçok yazımdaki “ikazlara” ilâveler
ihtiva etmektedir.
Bunun
özel bir kıymeti olsa gerektir.
Zira…
“İkaz” edenin kimseden beklentisi yoktur.
Herhangi
bir “parti ekibinde” ya
da “sosyal medya organizasyonunda” vs. yer almamaktadır.
Sadece
ve sadece…
Memleket
o 28 Şubat günlerine dönmesin, o karanlık günler hem de o günleri de aratır
halde geri dönmesin diye “ikaz”
etmektedir.
Bu
satırları kaleme alan,
kafa konforlarını “ara sıra” bozduğu için
özür
dilememektedir!..