Acziyet Makamı
Vefadan mıdır insan, vefalı mıdır; bir sîrete girdiğini görür de, bir sûrete büründüğüne rastlar mı vefanın? Vefa çağına kırgın bir duanın bağrında mı saklanır?
Yağmur gelir, rüzgâr gelir, kar gelir; gelen her gece
güneşin haberini getirir. Tabiatın öyküsü nizamla devam ederken, insan
tabiatında daha ağır ve hızlı değişimlere tâbi kılınır mevsimler, sabit ve
zamanlı değildir orada hiçbir şey. Baharı bekleyen dünyanın kapısında habersiz
bir misafir gibi durunca kış, sıcak bir yazın masalını da dinleyemez olur
insan. Bir adımda bin yaprak dökümü, her adımda ölümün içinden el sallayanlar
ve sonra çabucak unutulanlar bildirir sürgün yurdunun vicdanındaki vefa
miktarını. Hiç gitmeyeceğini zannederek geriden gelenler, hiç gitmeyecekmiş
gibi üzülür gidenlere. Ama durup dinlenebildiğinde her sancı yeniler insanı,
her gözyaşı arıtır. Vakıa çekilse de âlemden, mahzun bir hâl bırakır. Söz,
sükûta müracaat edince başlar tefekkür. Kolay değildir konuşanın duyan konumuna
yükselmesi, dinledikçe ve duyabildikçe bir kum tanesi olduğunu ikrar etmesi.
Kolay değildir aczini iliklerine kadar hissetmesi ve orada beklemesi.
Kırılıp dağlanan toprağın içinden kıymetli taş ve madenlerin
çıkması gibi kırılmamız gerek belki de sadrımızdaki cevhere ulaşmak için.
Sadece beşerî ve kalbî manada bir kırgınlık değil bu, ömür çizgisinde bir
kırılma, ruh dünyasında bir sarsıntı. Yaşanılan zamanları değişim ve dönüşüme
vesile tayin eden kavrayış farkı. Hüzün. Başı secdeyle uzun uzun buluşturan bir
kayboluş ânı. O kırgınlık işte, eğildikçe sonsuzluğa karışan kalbin yüce
sanatı… Değil mi ki insanın hür olmadığı yerlerde bile hürdür gözyaşı.
Âdem Peygamber ve Havva annemizin uzağa atılışındaki
gariplik "Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize
acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz! (A'râf Suresi-23)” duasını bıraktı evlatlarına. Orası kulun
hiçliğini kavradığı ilk mahviyet durağı, ilk acziyet makamıydı. Yalnız sızı.
Seneler sonra canından bir parça ile, evladı ile karşı karşıya gelen Nuh
Aleyhisselâm’ın Rabbine mağlubiyetten seslenişi de Hûd Sûresi’nde anlatılan
tufan hadisesiyle hırçın bir denizin acı feryadını sürdü gönüllerimize. Allah’a
adanan bir ömrün, oğlunun imansızlığı karşısındaki çaresizliği, sabrı, mahzun
çilesi… Şimdi pek çok genç zamanın tufanında bir kayıp, pek çok baba âsi
sözlere dua. Yakup Peygamber de “Yusuf’u kurt yemesinden korkarım” dediği hâlde
oğlu Yusuf’u kıskanç kardeşleri ile göndermiş ve hüzünde kalan gözlerini
hasretin potasında eritmişti. Mahmut Sami Ramazanoğlu tefsirine göre o zamana
kadar kurdun insan yediğini bilmeyen oğullar, babasının kaygılı sözlerinden
ilham almışlar, onun karşısına o sezginin bilgisini kopyalayarak çıkmışlardı.
Zamanlar içinde Yakup Peygamber “Ben hüznümü ve sıkıntımı sadece Allah’a arz
ediyorum. (Yusuf Suresi- 86)” demeyi öğrenmiş, bu duaya hapsetmişti benliğini…
Istırabın büyüklüğü, sonsuz rahmet ve merhametin yanında küçücükleşmiş, Yakup
Peygamber’i Yusuf’una kavuşturmuştu.
Eyyup Peygamber de yaralarının şiddetinden Rabbine sığınmış, ağrısını
secdesiyle bölüşmüştü: “Ya Rabbi bana zarar dokundu ve sen Sen, merhametlilerin
en merhametlisisin. (Enbiya Suresi- 83)”. Allah’ın izni olmadan kavmini terk
eden ve balık karnında bırakılarak cezalandırılan Yunus Peygamber’in duası da
acz ve fakr içindeki pek çok gönlün teselli dergâhı oldu: “…Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu
minez zâlimîn. Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı
olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum. (Enbiyâ-87)”
Acziyet makamı peygamber mirasıdır insanlığa. Yusuf
Aleyhisselam zindanda rüyasını tabir ettiği adama “dışarı çıktığında efendinin
yanında beni an!” der. Bir rivayete göre Rabbiyle arasına başka bir efendi
koyduğu ve umudunun yönünü mutlak iradeden çevirdiği için uzun yıllar daha zindanda
kalır, hatırlatılmaz gidene geride kalan… İnsan en çok ıstırabında, hüznünde,
kaygısında, umut ve korku arasında Rabbiyle tanışır çünkü yegâne talep
kapısının ‘O Kapı’ olduğu anlatılır, çıkarmak öğretilir ona gayrısını aradan.
Öğreninceye dek tekrar edilir. Kendini daima haklı bulan nefsi emarenin
fısıltıları o fasılda uzaklaştırılır oradan… Güç ve iradenin kendisinde
olmadığı ezberletilir insana, “ikrar ettim” deyinceye dek. Abdest suyuna,
pişirilen çorbaya, seccadeye, okunan kitabın sayfalarına dökülen damlalar
vesilesiyle hissedilir bir çiy tanesinin de ne derin olabileceği. Mermere
sabırla düşen damlanın bir gün orada bıraktığı ince nakşı görecek olması gibi,
insan da taşlaşan kalbinin acziyet makamında yumuşadığını, aslî kıvamına
kavuştuğunu görür. Sebebin aradan
çekilerek, kulu Rabbinde erittiği o dem öyle latif bir sarhoşluktur ki insan
ebediyen kalmak ister orada…
Selam ile