Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.89
Gram Altın
2446.64
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Şubat 2023

​ "28 Şubat, evlerimiz, köylerimiz!"

Şu cümleleri “tefekkür ederek” okuyunuz lütfen:

“Kent, varlığı itibarı ile hiçbir problemin çözülememesi üzerine kurgulanmış yaşamsal mekân formudur.

Kente yatırım yaptığımız müddetçe talep artar, talep arttığı müddetçe de sorun artar.

Bir kentin tamamını metro için kazdığınız takdirde de bir şeyi çözmüş olmazsınız.

Çünkü siz, kentte fabrika merkezli teknolojik ve kapitalist mantıkla üretilen ürünlerin

üretim aşamasında işçisi, tüketim aşamasındaysa müşterisi olmaktan başka bir şey değilsiniz!”

Geçtiğimiz günlerde katıldığımız Ülke TV’deki Görüş adlı programın misafirlerinden Mimar Serkan Akın, her söz alışında “Betondan, betonermeden başka hiçbir çaremiz yok!” anlayışına, “öğrenilmiş çaresizliğe” dikkat çekti.

Geleneksel mimarimizden, onbinlerce yıllık geleneksel ev inşa birikimimizden, birbirlerinin güneşini kesmeyen güzelim Anadolu Evleri’nden, nesilden nesile aktarılan ustalık bilgisinden bahsetti…

*

Gönlü, hukuku, muhabbeti, gönlü, selamı sabahı, komşuluğu inşa eden “ev”lerimizden nasıl kopartıldığımızı ve o zehir saçan betonlara nasıl mahkûm edildiğimizi anlattı Mimar Serkan Akın

Batı’nın bütün insanlığı sürüklediği bataklığın pekçok unsurunu gözler önüne serdi.

Betonerme bina bağımlılığını, “öldüren bağımlılık” olarak nitelendirdi.

*

Serkan Akın farklı bir mimar.

Büyük deprem felâketinin meydana geldiği günden bu yana ekranlara çıkan uzmanların hemen tamamı, “beton”dan bahsediyorlar.

Bizler, her büyük depremden sonra, "eski binaların yıkıldığını"...

Yeni mevzuata göre, kurallara dikkat edilerek yapılmış binaların ise yıkılmadığını –ya da daha az yıkıldığını- söyleyenleri dinliyoruz.

Mevzuat sürekli olarak yenileniyor.

Marmara Depremi’nden sonra, nice değişiklik yapıldı.

Şimdi, yeni düzenlemeler isteniyor.

Koronavirüs Plândemisi sürecinde üyelerinin gece gündüz karşımıza çıkartıldığı Bilim Kurulu benzeri yeni bir yapıya işaret ediliyor.

Kurul üyeleri oturup, beton binalar ve omurgasını betonların oluşturacağı “yeni yerleşim alanları” hakkında müzakerelerde bulunacaklar…

Yeni bilim kurulunun saygın üyeleri, ekranlarımızı renklendirecekler…

*

Bizler, böyle…

“Kentsel dönüşümle kırsal dönüşüm birlikte yürütülsün” dedikçe…

Geleneksel mimarimizin muhteşem eserlerine ve her depremden kaya gibi çıkan güzelim Anadolu Evleri’ne dikkat çektikçe…

Hayal âleminde yüzüyor, muamelesi görüyoruz.

*

Biz böyle uğraşmaya devam edeceğiz kısmetse…

Mimar Serkan Akın’ın altını çizdiği “politika arenasını finanse eden” unsurlar ise, yeni rant alanlarına oturmuş olacaklar.

Vatandaş, haydiii başka beton yığınlarına!

*

“Lüküs hayat, lüküs hayat…

Bak keyfine, yan gel de yat!”

*

“Şişli’de bir apartuman,

Yoksa eğer halin yaman!”

*

“Zeytinyağlı yiyemem aman,

Basma da fistan giyemem aman!”

*

İnsanların kahir ekseriyeti “özgürlük” nutukları atsa da, propagandanın kölesidir…

Plândemi sürecinde, o meşhur kolonyacının önünde ne kuyruklar oluşmuştu hatırlarsınız!..

Eller parçalanmıştı dezenfekte etmekten, o günlerden bugünlere cilt kanserleri vakalarının taşınmasından endişe ederim!..

*

Bizler, “Ustalık birikiminden malzeme birikimine, manevi iklimine" kadar bize ait olanları...

Güzelim evlerimizi, eski mahallelerimizi talep edemez miyiz?

Bunu yapabiliriz de, kim dinler?

İnsanlar belli alanlara biriktirilmişken böyle!

Bakın size bir misal:

Ankara’ya Etlik Şehir Hastanesi yapıldı.

Müthiş, çok büyük, çok geniş bir alanda, böylesi yok.

Yapanların, yaptıranların emeklerine sağlık.

Bir de şurası var meselenin:

Ankara Bilkent’te çok büyük bir şehir hastanesi var zaten.

Var da, o büyük hastane ve diğer hastaneler gittikçe artan ihtiyaca cevap veremez hale geldi.

Niçin geldi?

Benim memleketim Kastamonu’dan mesela, birçok hasta Ankara’ya sevk edilir.

Orada çözülemeyen problemler –ki çoğu da orada çözülemeyen problemdir- buraya havale edilir.

Sadece Kastamonu’dan değil, civardaki birçok ilden hastalar buraya gönderilir.

Garipler günlerce buralarda kalırlar, ben de misafir ederim akrabaları buralarda.

Ankara’nın yükü zaten ağır, bir de çevre illerden gelenler eklenince haliyle ihtiyaca cevap veremez mevcutlar…

Ve Etlik’teki muazzam şehir hastanesi de faaliyete geçirilir.

E, yaşlılık bu, insan hastaneye yakın olmak ister, buna mecburdur.

Böyle olunca da, haydi büyükşehre!..

*

İstanbul’un gerçek nüfusu 20 milyonu bulmuş…

Belki de aşmış durumda.

Benim küçüklüğümde 3 milyondu nüfus, şimdi 21 milyon mu, ne!

Nüfus bu kadar kısa sürede 7’ye katlanmış…

Artış bu hızla olmasa da, hep İstanbul’a, hep İstanbul’a diye diye, 40 milyonu bulur muyuz acaba?

İstanbul demişken, İstanbul eski İstanbul değil, batısındaki doğusundaki şehirlerin isimleri farklıysa da İstanbul’la birleşmiş durumda.

Arada boşluk bırakmadık!..

Batıya bakın, İzmit’e, hatta Adapazarı’nın çıkışına kadar İstanbul!

*

Şimdilerde “betonları” nasıl ıslah edeceğimizi düşünüyoruz…

Memleketin ekseriyetini Marmara’ya toplamışız, fiilen oralarda yaşamayanların da bağlantıları orada…

Bu sürdürülebilir bir hal midir?

Ben “Kırsal dönüşüm, köysel dönüşüm” dedikçe, birileri burun büküyor.

Ha bugün 28 Şubat, unutmadan.

Postmodern Darbe’nin yıldönümü!

*

Rahmetli Erbakan Hoca’nın başında olduğu hükümeti yıkan, daha doğrusu “yıktıran” güçlerin en fazla üzerinde durdukları…

Israrla istedikleri hususlardan biri de neydi?

Hemen söyleyelim:

“Köyleri boşalttırmak!”

Kesintisiz 8 yıllık eğitim, köy okullarının kapatılması…

Köylerimizin boşaltılması...

Bunlardı.

Niçin bunlardı, biraz tefekkür eden görür!

*

28 Şubat’çılar (ve daha önce de 12 Eylülcüler) bizi içinden çıkılamaz problemlere yuvarladılar özetle…

Sonra…

Sonra…

Oooof, of!..

Bir of çeksem, karşıki dağlar yıkılır!