"28 Şubat, evlerimiz, köylerimiz!"
Şu cümleleri “tefekkür ederek” okuyunuz lütfen:
“Kent, varlığı itibarı ile hiçbir problemin çözülememesi
üzerine kurgulanmış yaşamsal mekân formudur.
Kente yatırım yaptığımız müddetçe talep artar, talep arttığı
müddetçe de sorun artar.
Bir kentin tamamını metro için kazdığınız takdirde de bir
şeyi çözmüş olmazsınız.
Çünkü siz, kentte fabrika merkezli teknolojik ve kapitalist
mantıkla üretilen ürünlerin
üretim aşamasında
işçisi, tüketim aşamasındaysa
müşterisi olmaktan başka bir şey değilsiniz!”
Geçtiğimiz günlerde katıldığımız Ülke TV’deki Görüş adlı programın misafirlerinden Mimar
Serkan Akın, her söz alışında “Betondan,
betonermeden başka hiçbir çaremiz yok!” anlayışına, “öğrenilmiş çaresizliğe” dikkat çekti.
Geleneksel mimarimizden, onbinlerce yıllık geleneksel ev
inşa birikimimizden, birbirlerinin güneşini kesmeyen güzelim Anadolu
Evleri’nden, nesilden nesile aktarılan ustalık bilgisinden bahsetti…
*
Gönlü, hukuku, muhabbeti, gönlü, selamı sabahı, komşuluğu inşa
eden “ev”lerimizden nasıl
kopartıldığımızı ve o zehir saçan
betonlara nasıl mahkûm edildiğimizi anlattı Mimar Serkan Akın…
Batı’nın bütün insanlığı sürüklediği bataklığın pekçok
unsurunu gözler önüne serdi.
Betonerme bina bağımlılığını, “öldüren bağımlılık” olarak nitelendirdi.
*
Serkan Akın
farklı bir mimar.
Büyük deprem felâketinin meydana geldiği günden bu yana
ekranlara çıkan uzmanların hemen tamamı, “beton”dan
bahsediyorlar.
Bizler, her büyük depremden sonra, "eski binaların yıkıldığını"...
Yeni mevzuata göre, kurallara dikkat edilerek yapılmış
binaların ise yıkılmadığını –ya da daha az yıkıldığını- söyleyenleri
dinliyoruz.
Mevzuat sürekli olarak yenileniyor.
Marmara Depremi’nden sonra, nice değişiklik yapıldı.
Şimdi, yeni düzenlemeler isteniyor.
Koronavirüs Plândemisi sürecinde üyelerinin gece gündüz karşımıza çıkartıldığı Bilim
Kurulu benzeri yeni bir yapıya işaret ediliyor.
Kurul üyeleri oturup, beton binalar ve omurgasını betonların
oluşturacağı “yeni yerleşim alanları”
hakkında müzakerelerde bulunacaklar…
Yeni bilim kurulunun saygın üyeleri, ekranlarımızı
renklendirecekler…
*
Bizler, böyle…
“Kentsel dönüşümle
kırsal dönüşüm birlikte yürütülsün” dedikçe…
Geleneksel mimarimizin muhteşem eserlerine ve her depremden
kaya gibi çıkan güzelim Anadolu Evleri’ne dikkat çektikçe…
Hayal âleminde yüzüyor, muamelesi görüyoruz.
*
Biz böyle uğraşmaya devam edeceğiz kısmetse…
Mimar Serkan Akın’ın altını çizdiği “politika arenasını finanse eden” unsurlar ise, yeni rant alanlarına
oturmuş olacaklar.
Vatandaş, haydiii başka beton yığınlarına!
*
“Lüküs hayat, lüküs hayat…
Bak keyfine, yan gel de yat!”
*
“Şişli’de bir
apartuman,
Yoksa eğer halin
yaman!”
*
“Zeytinyağlı yiyemem aman,
Basma da fistan giyemem aman!”
*
İnsanların kahir ekseriyeti
“özgürlük” nutukları atsa da, propagandanın kölesidir…
Plândemi sürecinde, o meşhur kolonyacının önünde ne
kuyruklar oluşmuştu hatırlarsınız!..
Eller parçalanmıştı dezenfekte etmekten, o günlerden
bugünlere cilt kanserleri vakalarının taşınmasından endişe ederim!..
*
Bizler, “Ustalık birikiminden malzeme birikimine, manevi
iklimine" kadar bize ait olanları...
Güzelim evlerimizi, eski mahallelerimizi talep edemez miyiz?
Bunu yapabiliriz de, kim dinler?
İnsanlar belli alanlara biriktirilmişken böyle!
Bakın size bir misal:
Ankara’ya Etlik Şehir Hastanesi yapıldı.
Müthiş, çok büyük, çok geniş bir alanda, böylesi yok.
Yapanların, yaptıranların emeklerine sağlık.
Bir de şurası var meselenin:
Ankara Bilkent’te çok büyük bir şehir hastanesi var zaten.
Var da, o büyük hastane ve diğer hastaneler gittikçe artan
ihtiyaca cevap veremez hale geldi.
Niçin geldi?
Benim memleketim Kastamonu’dan mesela, birçok hasta
Ankara’ya sevk edilir.
Orada çözülemeyen problemler –ki çoğu da orada çözülemeyen
problemdir- buraya havale edilir.
Sadece Kastamonu’dan değil, civardaki birçok ilden hastalar
buraya gönderilir.
Garipler günlerce buralarda kalırlar, ben de misafir ederim
akrabaları buralarda.
Ankara’nın yükü zaten ağır, bir de çevre illerden gelenler
eklenince haliyle ihtiyaca cevap veremez mevcutlar…
Ve Etlik’teki muazzam şehir hastanesi de faaliyete
geçirilir.
E, yaşlılık bu, insan hastaneye yakın olmak ister, buna
mecburdur.
Böyle olunca da, haydi büyükşehre!..
*
İstanbul’un gerçek nüfusu 20 milyonu bulmuş…
Belki de aşmış durumda.
Benim küçüklüğümde 3 milyondu nüfus, şimdi 21 milyon mu, ne!
Nüfus bu kadar kısa sürede 7’ye katlanmış…
Artış bu hızla olmasa da, hep İstanbul’a, hep İstanbul’a
diye diye, 40 milyonu bulur muyuz acaba?
İstanbul demişken, İstanbul eski İstanbul değil, batısındaki
doğusundaki şehirlerin isimleri farklıysa da İstanbul’la birleşmiş durumda.
Arada boşluk bırakmadık!..
Batıya bakın, İzmit’e, hatta Adapazarı’nın çıkışına kadar
İstanbul!
*
Şimdilerde “betonları” nasıl ıslah edeceğimizi düşünüyoruz…
Memleketin ekseriyetini Marmara’ya toplamışız, fiilen
oralarda yaşamayanların da bağlantıları orada…
Bu sürdürülebilir bir hal midir?
Ben “Kırsal dönüşüm,
köysel dönüşüm” dedikçe, birileri burun büküyor.
Ha bugün 28 Şubat, unutmadan.
Postmodern Darbe’nin yıldönümü!
*
Rahmetli Erbakan Hoca’nın başında olduğu hükümeti yıkan,
daha doğrusu “yıktıran” güçlerin en fazla üzerinde durdukları…
Israrla istedikleri hususlardan biri de neydi?
Hemen söyleyelim:
“Köyleri
boşalttırmak!”
Kesintisiz 8 yıllık eğitim, köy okullarının kapatılması…
Köylerimizin boşaltılması...
Bunlardı.
Niçin bunlardı, biraz tefekkür eden görür!
*
28 Şubat’çılar (ve daha önce de 12 Eylülcüler) bizi içinden
çıkılamaz problemlere yuvarladılar özetle…
Sonra…
Sonra…
Oooof, of!..
Bir of çeksem, karşıki dağlar yıkılır!