Tarih bazen bir aynadır. 125 yıl önce Amerika’da yaşananları dinlerken, aslında bugüne dair ne çok şey duyduğumuzu fark ediyor insan. Dev şirketlerin kontrolsüz gücü, siyasetin çıkmaz sokakları, derinleşen eşitsizlikler ve öfkeli bir toplum… 19. yüzyılın sonlarını anlatan “Yaldızlı Çağ” tablosu, bugünün dünyasına şaşırtıcı derecede benziyor. Peki bu kez tarihin tekerrür etmektense bize bir şans sunma ihtimali yok mu?
İlk Yaldızlı Çağ’ın tozlu sayfalarını karıştırdığımızda, karşımıza umutsuzluk kadar direnç de çıkıyor. O dönemde de sokaklar, grevlerle, işçi hakları talepleriyle inliyordu. Kadınlar, oy hakkı için mücadele ediyor; gazeteciler, tekelci şirketlerin kirli oyunlarını deşifre ediyordu. Mark Twain’in hicivleri, Jane Addams’ın mahalle evleri, sendikaların dayanışması… Tüm bunlar, bir çağı dönüştüren kolektif bir enerjiyi besledi. Ve nihayet, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İlerici Çağ doğdu, çocuk işçiliği yasaklandı, anti-tekel yasaları çıkarıldı, vergi adaleti sağlandı. Demokrasi, halkın elinde yeniden şekillendi.
Peki bugün neden benzer bir dönüşüm mümkün olmasın? İklim krizi, yapay zekânın yarattığı işsizlik, otomasyonun getirdiği sosyal eşitsizlikler… Eskisinden çok daha karmaşık sorunlarla yüz yüzeyiz. Ancak unutmayalım: İlerici hareketler, tam da böyle kaos anlarında filizlenir. Geçmişte muckraker gazeteciler ne yaptıysa, bugün de veri aktivistleri yapıyor: Gerçekleri ortaya seriyor, şeffaflığı talep ediyor. Tıpkı 1900’lerin başındaki kadın dernekleri gibi, bugün iklim grevleri düzenleyen gençler, sokakları diriltiyor. Önemli olan, bu dağınık sesleri ortak bir melodide buluşturabilmek.
İşte tam bu noktada “yerel”in gücüne inanmak gerekiyor. İlerici Çağ’ın başarısı, mahallelerde örülen dayanışma ağlarından geldi. Bugün de kütüphanesini komşularına açan okurlar, gıda kooperatifleri kuran gençler, dijital platformlarda birleşen emekçiler var. Robert Putnam’ın dediği gibi, “biz” bilincini yeniden inşa etmek, her şeyin başlangıcı. Fakat yerelin ötesinde, siyasi sistemi güçlendirerek dönüştürecek cesarete de ihtiyacımız var. Geçmişin reformcuları, anayasayı dört kez değiştirmişti. Bugün belki de seçim finansmanından Yüksek Mahkeme’nin yapısına kadar köklü adımlar atılmalı.
Asıl mesele, öfkeyi yapıcı bir güce dönüştürebilmek. İlk Yaldızlı Çağ’da halk, “çürümüş bir sistem” karşısında umudunu yitirmedi. Çünkü biliyorlardı: Demokrasi, bir varış noktası değil, sürekli yenilenen bir yolculuk. Tıpkı 28 Şubat sürecinde yaşananlardan çıkarılan dersler gibi… O dönemde haksızlığa uğrayanlar, inançlarından dolayı ötekileştirilenler, birbirine kenetlenerek sivil direncin gücünü gösterdi. Bugün o günlerin mağdurları, ülkenin dört bir yanında eğitimden sanata, ticaretten kamu hizmetlerine kadar pek çok alanda milletin hizmetinde çalışıyor. Bu, zulmün geçici, dayanışmanın kalıcı olduğunun en somut kanıtı.
Geçmişten bugüne uzanan bu mücadele ruhu, farklı kesimleri ortak bir hedefte buluşturabilir. Nasıl ki her dönem asil milletimiz tankların önüne bedenini siper ettiyse, bugün de iklim krizi, ekonomi veya göç gibi küresel sorunlar karşısında ortak akıl geliştirebiliriz. Örneğin, son yıllarda yerel yönetimlerin hayata geçirdiği aile destek projeleri, STK’ların öncülüğündeki eğitim seferberlikleri ve gençlerin teknoloji alanındaki yenilikçi adımları, umudun yeşerdiği alanlar. Mühendislik zaferleri ile yerli ve milli üretim hamleleri de bu sürece ivme katan adımlardan.
Bugünün zorlukları, yarının zaferlerinin tohumlarını taşıyor. Tıpkı çocuklarımızın okullarda okuduğu İstiklal Marşı’nın mısralarındaki gibi: “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…” İlerici Çağ’ın ruhu da bize bunu öğretmiyor mu? Geçmişin karanlık tünellerinden, halkın iradesi ve bilimin ışığıyla çıktık. Şimdi ise Yeni Çağ’ın eşiğindeyiz: Yapay zekânın sınırlarını zorlayan genç mühendislerimiz, iklim kriziyle mücadelede öncü olan köy kooperatiflerimiz, kadınların liderliğinde filizlenen yerel inisiyatifler… Tüm bunlar, İlerici Çağ’ın mirasını taşıyan, ancak Yeni Çağ’ın dinamikleriyle harmanlanan bir dirilişin habercisi.
Nasıl ki dün Jane Addams’ın mahalle evleri toplumsal dönüşümün kıvılcımı olduysa, bugün de Anadolu’nun bir köyünde kurulan güneş enerjisi kooperatifi, geleceğin Türkiye’sine ışık tutabilir. TOGG’un tekerlekleri sadece asfaltta değil, milli özgüvenin izinde dönüyor. Baykar’ın insansız hava araçları ise sınırları aşan bir teknoloji hikâyesi yazıyor. Bu topraklar, geçmişin acılarını beraberliğin gücüyle aşmayı bilmiş bir milletin, Yeni Çağ’a cesaretle adım attığının kanıtı.
Yeter ki geçmişin yaralarını bir kenara bırakıp, yarını birlikte inşa edelim. Çünkü bu topraklar, umudun her daim yeşerdiği, dirilişin nesilden nesile aktarıldığı bir coğrafya. İlerici Çağ’ın adalet arayışıyla Yeni Çağ’ın teknolojik vizyonu, ancak el ele verdiğimizde anlam bulacak. Ve bu kısım her zaman hafızamızda kalmalı, tıpkı İstiklal Marşı’mızın dediği gibi, “Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal!”