Bölgesel güçlerin jeopolitik önceliği Türkiye ile Ahmed Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimi arasındaki ilişkilerin bozulması.

8 Aralık 2024’te Beşar Esed rejiminin devrilmesiyle Suriye’deki siyasi, askeri ve jeopolitik dengeler köklü bir dönüşüm geçirdi. Esed rejiminin çöküşü, özellikle İran ve Rusya gibi müttefiklerinin bölgedeki etkisini ciddi şekilde zayıflattı. Bunun yanı sıra PYD/YPG terör örgütünün alan kaybetmesine ve İsrail’in uzun süredir faydalandığı stratejik konfor alanının ortadan kalkmasına yol açtı. Bu süreçte, Türkiye, Suriye siyasetinde belirleyici bir aktör olarak öne çıktı ve yeni yönetim ile yakın ilişkiler kurarak bölgesel istikrarın yeniden tesisinde önemli bir rol üstlendi. Ancak Türkiye’nin Suriye üzerindeki artan etkisi, bölgesel birçok aktörün stratejik hesaplarını doğrudan etkiledi ve bu aktörler Türkiye’nin nüfuzunu kırmak amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmaya başladı. Ahmed Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulması, özellikle bu güçler açısından jeopolitik bir öncelik haline geldi. Elbetteki yaşananların tek boyutu bu ilişkiye zarar vermek değil, daha ötesinde mezhepsel bir çatışma çıkartılarak Suriye’yi yeniden savaş ortamına sokmaktı. Bu yazıda odaklandığımız konu ise bu amacın içerisinde yer alan Türkiye-Suriye ilişkilerini zedelemeye yönelik son girişimlerdir.

DEVRİM HAZMEDİLEMEDİ

Esed’in devrilmesi sonrası Şara liderliğindeki yeni Şam yönetimi, birçok iddia ile karşı karşıya kaldı. Özellikle Şara’nın geçmişi üzerine yapılan spekülasyonlar ve devrimin İsrail-ABD destekli bir proje olduğu söylemi, yeni yönetimi itibarsızlaştırma çabalarının temel argümanları arasında yer aldı. Bu iddialar hem bölgesel hem de küresel düzeyde belirli aktörler tarafından desteklendi ve uluslararası medya aracılığıyla sistematik bir şekilde yayıldı. Öyle ki Şara için “İsrail’in adamı” diyenlerle, “Şara’ya karşı İsrail’den yardım istiyoruz.” diyenler aynı kişiler oldu.

ESKİ REJİMİN KALINTILARI

Bu dezenformasyonun Türkiye içerisindeki yansıması, “Aleviler katlediliyor.” söylemi üzerinden şekillendi. Oysa geçmişte yüzbinlerce Sünni’nin sistematik şekilde katledilmesi karşısında sessiz kalan veya bunu dolaylı olarak onaylayan kesimler, bugün eski rejimin kalıntıları olarak adlandırılan Şebbihalar ve rejim milislerinin etkisiz hale getirilmesine tepki göstermektedir. Dezenformasyonun kaynağını oluşturan en önemli konu etkisiz hale getirilen bu grupların arasında Nusayri kimliğe sahip kişilerin olması yer aldı.. Arap Alevisi olarak adlandırılan ve Anadolu Aleviliği ile ciddi farklara sahip olan Nusayriler, mezhepsel bir güdüyle hedef alınıyormuş gibi bir algı lanse edilmektedir.

İSRAİL-İRAN ORTAKLIĞI

İran ile Türkiye arasındaki ilişkilerin aniden gerildiği bir dönemde, eski rejim mensubu milis unsurlarının harekete geçerek isyan girişiminde bulunması, zamanlama açısından tesadüfi değildir. Bu gelişmelerin yaşandığı süreçte, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, İran’ın bölgesel politikalarının milis gruplar üzerinden şekillendiğine yönelik açıklamalarda bulunması da dikkat çekicidir. Öte yandan İsrail’in de Suriye’nin güneyinde Dürzileri kışkırtması yine zamanlaması bakımından oldukça ilginçtir. Bu aktörlerin, yeni Suriye rejimini kabullenmediği ve son bir denemeyle devrimi tersine çevirebilmek veyahut Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmak için ‘ortak’ bir zamanlamayla harekete geçtiğini söylememiz mümkün. Esed rejiminin, geçmişte İran ve İsrail’in bölgesel politikaları açısından stratejik bir işlev görmesi, ancak mevcut dönüşüm sürecinde İran ve İsrail’in bu avantajlarını yitirmesi, iki aktörün ortak hareket etmesi için yeterli bir motivasyon sağlamaktadır.

TÜRKİYE OYUN DIŞI EDİLMEK İSTENİYOR

Yaşananların Türkiye üzerindeki etkisine bakıldığında ise ağırlıklı olarak dezenformasyonların üretilerek Türkiye içerisinde bir karışıklığın çıkarılmaya çalışıldığı görülmektedir. Yukarıda da örnek verildiği üzere, Esed rejiminin kalıntılarıyla yaşanan çatışmaların “Aleviler katlediliyor” denilerek Türkiye’de tartışmaya açılması en tehlikeli dezenformasyon olmuştur. Mezhepsel kavgaların bölgede ne kadar derin çatışmalara ve hatta iç savaşlara neden olduğu göz önüne alındığında, bu dezenformasyonların mezhepsel bir tartışmaya dönüştürülme çabası net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Türkiye’yi ilgilendiren bir diğer durum ise 8 Aralık sonrası dönemde bölgedeki istikrarı sağlamaya yönelik diplomatik, askeri ve ekonomik adımlar atarken, bu adımların kamuoyunda manipüle edilmesi ve Türkiye’nin “yanlış aktörleri desteklediği” algısının oluşturulmaya çalışılmasıdır. Bu stratejik dezenformasyonun, Türkiye’nin hem iç kamuoyunda hem de uluslararası düzeyde karar alma mekanizmalarını baskı altına alma amacını taşıdığı açıktır. Dolayısıyla Suriye-Türkiye yakınlaşmasının hem içeriden hem de dışarıdan müdahaleler ve operasyonlarla hedef alındığını söylemek mümkündür.

İSYANLAR BEKLENİYORDU

Şara’nın “Ülkede yaşananlar, beklenen zorluklardır.” ifadesiyle değerlendirildiğinde, Suriye’de meydana gelen gelişmeler belirli bir öngörülebilirlik çerçevesinde ele alınabilmektedir. Devrim sonrası dönemde, ülkede faaliyet gösteren çeşitli silahlı gruplar ve milis güçlerin, merkezi yönetimin meşru şiddet tekeli üzerindeki yetkisini tanımaları yönünde bir çağrı yapılmış ve bu çağrıya büyük ölçüde olumlu yanıt verilmiştir.

Bu sürecin dinamikleri incelendiğinde, söz konusu grupların uzun yıllar boyunca merkezi bir otoritenin denetiminden bağımsız hareket ettikleri ve sürekli bir güvenlik tehdidi altında varlık gösterdikleri göz ardı edilmemelidir. Buna ek olarak, iç savaşın toplumda mezhepsel gerilimleri derinleştirdiği ve bu bağlamda grupların davranış biçimleri üzerinde etkili olduğu da dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla, her ne kadar bu silahlı unsurlar resmî olarak Savunma Bakanlığı bünyesinde toplanmış olsa da, mevcut durumda güçlü ve sıkı bir merkeziyetçi yapılanmanın oluştuğunu söylemek gerçekçi olmayacaktır. Nitekim, Lazkiye’de meydana gelen isyanın ardından bölgeye sevk edilen güçlerin arasında bulunan üç farklı grubun üyelerinin, emir-komuta zincirine uymadıkları ve sivilleri hedef aldıkları gerekçesiyle tutuklanmaları, bu yapısal bütünleşme sürecinin hâlen kırılgan olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan Şara ise sivillerin hedef alınması bir kenara; esir alınan eski rejim milislerine yönelik aşağılanma veya dövülme gibi uygulamaların bile yapılmaması talimatını vermiştir.

İşgalci İsrail'den, Gazzelileri tamamen imha etme tehdidi İşgalci İsrail'den, Gazzelileri tamamen imha etme tehdidi

İNTİKAM DEĞİL, BİRLİK ARAYIŞI

On yıllardır Sünni kimliğe sahip olanların dışlandığı ve iç savaş sırasında sistematik şekilde katledildiği düşünüldüğünde, yeni Şam yönetiminin ‘intikam’ duygusuyla hareket edebilmesiyle ilgili birçok endişe dile getirilmişti. Bugün ise Şam yönetiminin ülke içi birliği sağlamaya çalıştığını, bunun için çıkan isyanları bastırdığını ve intikam duygusuyla hareket edenleri kim olursa olsun cezalandırdığı görülmektedir. Sonuç olarak devrim sonrası oluşan yeni dengede Türkiye’nin, Suriye’deki etkinliğini ciddi oranda artırdığı ve buna karşı birçok karşı hamlenin gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Geldiğimiz noktada yapılan dezenformasyonlar, isyan girişimleri, tehdit ve diplomatik gerilimlere rağmen Ankara, yeni süreçte Şam ile ilişkilerini geliştirmeye devam etmektedir. İran ise Suriye’deki son kartını oynamakta; İsrail, PYD/YPG’nin köşeye sıkıştığı bir durumda Dürzileri kışkırtarak kendine alan açmaya çalışmaktadır.

Kaynak: Gürkan Demir / Haber Merkezi