Bu kavramı son günlerde sıkça işitir olduk.
Suça sürüklenmiş çocuk, kısaca SSÇ!
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, hepimizi derinden üzen "çocuk cinayeti"ne dair gelişmeyi sosyal medya hesabından şöyle duyurdu:
“15 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi İstanbul Kadıköy’de uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti. Bu elim hadise sonrası sosyal medya hesaplarından failleri öven ve aileye tehdit içerikli mesajları veren 5 şüpheli şahıs, güvenlik güçlerimizce yakalandı. 4’ü Suça Sürüklenen Çocuk (SSÇ) olmak üzere B.A., H.E.A, K.G., E.K. ve A.S.D. adlı şüpheli şahıslar, Asayiş Şube Müdürlüğümüze intikal ettirildi. Mattia Ahmet Minguzzi evladımızın acılı annesi Yasemin Hanım’ı telefonla arayarak bir kez daha acısını paylaştık. Hayatını kaybeden evladımıza Allah’tan rahmet; ailesine ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum..”
*
Daimi okuyucularımız, “suça sürüklenmiş çocuklar” meselemize dair yazılarımızı hatırlayacaklardır.
Gittikçe büyüyen bir tehlike, tehdit bu.
Üzerinde ısrarla durmamız gerekiyor.
Resmi rakamlara baktığınızda, özellikle 15-17 yaş grubundaki “çocukların” suç işleme oranlarında süreklilik arz eden tırmanışı görüyorsunuz.
En sık görülen suç türleri; hırsızlık, yaralama ve uyuşturucuyla ilgili suçlar…
Suç işleme sebepleri ise, ekonomik sıkıntılar, toplumsal ve çevresel etkenler, ailevî faktörler…
Geçtiğimiz günlerde çocuk suçlarıyla ilgilenen bir uzmanın “Suça bulaşanların yoğunluğuna baktığınızda hangi iller ve ilçeler öne çıkıyor?” soruma verdiği cevap, ekonomik sebeplerin suça sürüklenmede çok önemli faktör olduğunu gösterdi.
Sıraladığı yerleşim birimleri, “görece yoksulların” yoğunlaştığı yerlerdi.
Ekonomik sıkıntılar ve ahlâk erozyonu birleştiğinde, korkunç sonuçlar çıkıyor karşımıza.
Dahası, geçim sıkıntısı çeken ve hayatın önlerine koyduğu faturaları karşılamak için sürekli olarak bir şeyler yapmak mecburiyetinde kalan kimi aileler, bu koşusturma arasında çocuklarını ihmal edebiliyorlar.
Tabii, sadece “fakir” ailelerin sıkıntısı değil bu, kimi zengin ailelerde de “ihmalkârlık”ların arttığını biliyoruz…
Bu tür “aile”lerde de farklı sıkıntılar ortaya çıkabiliyor.
Malın, mülkün “azı karar, çoğu zarar” derler malûm.
AİLE MESELEMİZ!
Suça sürüklenme oranlarını arttıran sebepler arasında öne çıkanı, “Ailevi Faktörler.”
Ebeveyn ilgisizliği…
Sevgisizlik.
Aile içi geçimsizlik ve boşanma oranlarının hızla artması.
Annesinden ya da babasından mahrum büyüyen, bir kanatları kırık çocukların sayısının hızla artması.
Türkiye’de ve başka birçok ülkede yapılan çalışmalar; boşanmış ailelerin çocuklarının, hem çocukluk çağlarında hem de hayatlarının sonraki dönemlerinde suça bulaşma ihtimallerinin diğerlerine göre çok daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.
Biz bu aile meselimizi çözemezsek, başımıza gelen korkunç hadiselerin sayısı hızla artmaya devam edecek Allah muhafaza.
Mesele mesele içinde…
Okullarımız da birer dert yuvası.
Öğretmenlerimiz, “sokak çetelerine” heveslenen çocukların oranının gittikçe artmasından şikayetçi.
Mecburi eğitimin 12 yıla çıkmasının, isteyen istemeyen her “delikanlı ile genç kızın” liselerde toplanmasının ne büyük sıkıntılara yol açtığına birçok yazımızda işaret ettik.
Bizler, çocuklarımızı tanımıyoruz.
Tanımak için gayret sarf etmiyoruz.
Okullarımızdaki psikolojik destek ve rehberlik hizmetleri çoğu zaman göstermelik.
Okul idaresi, öğretmenler, öğrenciler ve veliler arasında işbirliğinden ziyade, “çekişmeler” hatta “çatışmalar” öne çıkıyor.
Öğretmenler, çocuklara en ufak bir lâf etse karşılarında “şikâyetçi velileri” buluyor.
Memlekette aile içi geçimsizlikler, çatışmalar ve boşanmalar artıyorsa, bundan öğretmenlerimiz de etkileniyordur mutlaka.
“Şiddetli geçimsizlik” sıkıntısı çeken/ boşanmış ailelerden gelen öğretmenlerin oranı da artıyordur mutlaka.
Bu öğretmenlerimizin psikolojileri nasıl, ailelerinden ve yetiştirildikleri okullardan yeterince psikolojik destek ve rehberlik hizmetleri alabildiler mi?
Derdimiz bir değil ki
elvan elvan..
Mesela…
"Kontrolsüz güçler" olarak karşımızda duran “şiddete yönlendiren sosyal medya” ve “şiddet içeren oyunlar” sıkıntılarımız var.
Hadi, sosyal medya kontrolsüz güç.
Epeyce kontrollü bir güç olan televizyonlarımızın hâlleri nedir böyle?
Kimi “gündüz kuşağı” programlarında “şiddet” ve “sapkın” ilişkiler kanıksatılıyor adeta.
Akşamları, ‘primetime’larda en sapkın, en şedit dizileri görüyorsunuz.
Resmen sapkınlık ve şiddet propagandası yapılıyor bazı yerlerde.
Bunlara tepki gösterdiğimizde de, hak verip gereğini yapmak yerine bize kızıyor birileri!
*
Suça sürüklenmiş çocuklar meselesine “öfkeyle” yaklaşanlardan bazıları “15 yaşında, 17 yaşında çocuk mu olur?” diyerek cezaların arttırılması, kimsenin gözünün yaşına bakılmaması gerektiğini söylüyor.
Sıkıntı, cezaların arttırılmasıyla azaltılabilecek bir sıkıntı olsaydı, ah!
Yukarıda bir bölümünü sıraladığım sebepler, karşımızdaki tehlikenin ne kadar büyük olduğunu ve çözüm için “bakış açısını”, “paradigmayı” tamamen değiştirmemiz gerektiğini ortaya koymuyor mu?
Kadını evden kopartan, eğitimi “test ile tost arasına” sıkıştıran, içerik ve süre bakımından adeta tek tipleştiren, kanunlarımızda “batış yolundaki batı ile entegrasyonu” öne çıkartan yaklaşımlar…
6284’ü olduğu gibi dayatan “bakış açısı.”
“Önce ahlâk ve maneviyat” yerine,
“Önce kariyer ve para” diyen “çağdaş” etiketli yaklaşımlar…
Aileden, akrabadan, mahalleden, sokaktan, küçük esnaftan kopuş…
Dahası bunların hızla tükenişi…
*
Ben bunları sıralayınca…
“Efendim bütün bunlar dünyanın gerçekleri, bu geri döndürülemez bir süreç, iklim değişikliği kanunu da aynı çerçevede ele alınmalı!” diyenler oluyor…
Onlara da, “İyi o zaman kapatalım dükkânı!” diyorum.
“Teslim olalım gitsin, küreselleşme rüzgârına!”
*
Ben böyle deyince…
Tuhaf tuhaf bakıyorlar…
“Çağın gerisinde kalmış” bu garip insana!