Kelimeler, toplumların hafızasıdır. Her kelime, köklerini taşıdığı kültürün mirasını ve o toplumun ruhunu yansıtır. Ancak bugün, kutsal anlamlar taşıyan kelimeler dahi yozlaşma rüzgârlarından nasibini almakta. Bu yozlaşmanın en acı örneklerinden biri, “aşk” kelimesinde karşımıza çıkıyor.

Tarih boyunca aşk, yalnızca bir duygu değil, insanı yücelten bir bağın, derin bir arayışın ve kutsal bir yolculuğun simgesi olmuştur. Yunus Emre, “Süregeldim aşk ile, aşkı aramaktayım” dediğinde, aşkı Hakk’a ve yaratılmışlara duyulan en saf özlemin ifadesi olarak tanımlıyordu. Mevlânâ, aşkı bir sabır ve olgunlaşma öğretisi olarak görmüş, “Aşk, susuz kaldığında yağmur olmasını beklemektir” diyerek onun bir teslimiyet ve yükseliş hikâyesi olduğunu anlatmıştır.

Bugün ise aşk, sosyal medyanın, reklamların ve popüler kültürün dilinde, derinliğinden tamamen kopmuş, sıradan bir sıfata indirgenmiştir. Artık bir köpeğe, bir kediye ya da bir eşyanın güzelliğine methiyeler düzmek için kullanılan basit bir ifade hâline gelmiştir. Bu durum, yalnızca kelimenin anlamını yitirmesiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda, toplumun manevi zenginliğinde de bir eksiklik oluşturur.

Hacı Bektaş Veli’nin “Her ne ararsan, kendinde ara” sözünü hatırlamak gerekir. Aşk, insanın dış dünyada değil, kendi özünde bulabileceği bir hakikattir. Ancak modern insan, bu içsel yolculuktan giderek uzaklaşmakta, aşkı yalnızca yüzeysel bir heyecan ya da gelip geçici bir tutku olarak algılamaktadır. Bu algı, bireyin iç dünyasında derin bir boşluğa ve anlam arayışında sığlaşmaya neden olmaktadır.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatı ise aşkın en yüce hâlini bizlere göstermiştir. O’nun Rabb’ine olan teslimiyeti, ümmetine duyduğu bağlılık ve sevgisi, aşkın kelimelerin ötesine geçerek bir hayat biçimine dönüşebileceğini göstermiştir.

Bugün ise bu kutsal bağın ismi, sosyal medyada ve gündelik sohbetlerde anlamından tamamen uzak, sıradan bir ifade olarak kullanılmaktadır.Hacı Bayram Veli’nin şu mısraları aşkın ne olduğunu belki de en güzel şekilde açıklar:

“Nagehan bir şara vardım, ol şarı yapılır gördüm. / Ben dahi bile yapıldım, taş ü toprak arasında.”

Mısralarında aşk, insanın ham duygularını işleyerek olgunlaştığı ve kendisini yeniden inşa ettiği bir süreç olmasına karşın, bugün göz ardı edilmekte ve aşk kelimesi basit bir romantik ifade ya da mecazî bir tanım olarak görülmektedir.Oysa medeniyetimizin köklerinde, şairlerimizin mısralarında, âlimlerimizin eserlerinde insanı yücelten bir anlam taşıyanaşk,yalnızca üç harften ibaret bir kelime değildir. O, insanı hakikate yaklaştıran, ruhunu olgunlaştıran bir davet, bir yolculuktur.

Bu nedenle, aşkı hak ettiği bağlamda yaşatmak, sadece bir kelimeyi korumak değil, aynı zamanda kültürel ve manevi mirasımıza sahip çıkmak demektir. Bugün bize düşen, bu kelimenin taşıdığı kutsal anlamı hatırlamak ve hatırlatmaktır. Çünkü bir kelimeyi kaybetmek, yalnızca dilden bir sözcüğün eksilmesi değil, bir medeniyetin ruhundan kopuş anlamına gelir.Ve’s-selam.