İnsanı İnsana Bırak(ma)mak

İnsanın kendi zamanına dair en büyük yanılgılarından birisi de, geçmişteki insanlardan farklı olarak özel bir durumda yaşadığı fikrine sahip olmasıdır.

İnsanın kendi zamanına dair en büyük yanılgılarından birisi de, geçmişteki insanlardan farklı olarak özel bir durumda yaşadığı fikrine sahip olmasıdır. Öyle ki, sahip olduğu teknolojik aygıtlar, fiziksel ve sosyal çevresini değiştirme gücüne dayanarak bu tür duygularla insan dolabilmektedir.

Doğrusu geçmiş dönemlerde yaşayan insanların söylemlerine bakıldığında da, benzer iddialarla karşılaşırız. Demek ki insanın bu tavrı yeni bir şey değil. Her dönemde kendisinde kendisini aşan bir güç vehmiyle hareket ediyor ve iddialarda bulunuyor. Fakat anlaşılmaktadır ki, insanda değişen bir şey yok. Kur’an-ı Kerim’de, Mekke toplumunun ileri gelenleri başta olmak üzere insanlar güçlerine dem vurmakta idiler. Hatta geçmiş dönemdeki peygamber kıssaları da toplumların aynı iddialarını fakat kötü akıbetlerini bize bildirmektedir.

İnsana her şeyin değiştiği hissini veren ve onu bu tür vehimlere sürükleyen şey teknolojik gelişmeler olarak görünmektedir. Elbette başta teknoloji olmak üzere birçok alandaki farklılıklar toplumda değişme yaratmakta; insani, fiziksel ve sosyal dönüşümleri birlikte getirmektedir. Fakat burada sorulması gereken soru; değişen ve değişmeyen şeyler nelerdir? Şeklinde ifade edilebilir. Doğrusu ilk çağ filozofları da bu soruya verdikleri cevaplarla meselelere yaklaşmışlardır.

Meselâ; insanlık tarihi aynı zamanda insanın insan üzerinde egemenlik kurması, hegemonyasını pekiştirme isteği ve sömürgeleştirmenin tarihidir. Peki insana ve toplumsal olana dair bu nitelik değişmiş midir? Yani insanlık “madem ki bu kadar geliştik, artık sömürüyü bırakalım” mı demiştir. Doğrusu gelinen nokta hiç te öyle görünmemektedir. Hatta tam tersine sömürgeleştirme araçlarının giderek rafineleştiği ve örtük köleleştirmenin zirveye doğru çıktığı bir dönem yaşamaktayız.

Aydınlanma düşüncesi öne sürdüğü özgür ve özerk birey anlayışı gelecekte “rasyonel birey” profilinin dünyayı ve ilişkilerini belirleyeceğini ve düzenleyeceğini varsaymaktaydı. Bütün seküler ideolojiler geleceğin daha iyi olacağını hem de bunun tarihin kendi erekliliği çerçevesinde imkanını öne sürmekte idiler. Hegel’e bakarsak, şu anda “us”un kendisini tarihte gerçekleştiriminin doruk noktalarında yaşamamız gerekiyordu. Baskı, hegemonya, şiddet ve sömürü araçları rafineleşti. Adaletsizlikler ve sömürü hem hız kesmedi hem de giderek derinleşti. Tüm bunların üzerine postmodernlik de tam bir hayal kırıklığıdır. Şimdi içinde geçmekte olduğumuz süreçte “olayın sıcaklığı” sebebiyle postmodernliğin ne olduğunun kitleler tam farkında değiller. Ancak acılar derinleşecek gibi görünmektedir.

Yine bilgi-iktidar ilişkilerinin doğası mı değişti? Yani dünya ölçeğinde var olan iktidar bilgi üzerine hükmetmekten mi vazgeçti? İnsanlar bugün bilgiye daha kolay erişimi otomatik olarak bilginin özgürleştirici gücü olarak düşünmektedirler. Halbuki yine rafine hale getirilmiş sistemle bilgi içeriği belirlenmiş şekilde dolaşıma girmektedir. Yine Aydınlanma’nın yüksek iddiaları uyarınca bilginin objektif, burhani boyutu öne çıkması gerekirken, retorik ve safsata zirve yapmış durumdadır.

Teknolojik ve tıbbi gelişmeler uyarınca insanın farklı yöntemlerle (nörobiyoloji, genetik vb.) disipline edilmesi ve kontrol edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylece kitselleştirilmeye, yönlendirilmeye açık toplumların geniş anlamda sömürüsü hedeflenmektedir. İşin ilginç tarafı bir yönüyle ruhu yorgun düşen insanın bu süreçlere kimi zaman farkında olmadan gönüllü bir şekilde katılmasıdır.

Hasılı bugün dünya sistemi, insanın bir risk olduğu, kendi kendisine bırakılamayacağı ve farklı yöntemlerle güdülmesi gerektiği alt varsayımı ile işlenmektedir. Ta ki maksimum sömürü elde edilsin.