Son bir buçuk yıldır Gazze'de, İsrail'in (örtülü olarak ABD ve İngiltere'nin) yapmış olduğu katliamlar bize şunu öğretti. Hilâfetin yıkılmasından sonra Müslümanlar, yüz yıldır katliam, işgal ve asimilasyonları beraberinde getiren kapitalizmin karanlık atmosferi altında yaşamaktadırlar.
Son bir buçuk yıldır Gazze’de, İsrail’in (örtülü olarak ABD ve İngiltere’nin) yapmış olduğu katliamlar bize şunu öğretti. Hilâfetin yıkılmasından sonra Müslümanlar, yüz yıldır katliam, işgal ve asimilasyonları beraberinde getiren kapitalizmin karanlık atmosferi altında yaşamaktadırlar. Bu vahim şartlar sürerken Gazze’de katliam emri verenlerin, katliamı yapanların unuttuğu bir şey var. Mazlum coğrafyalarda insanların, toplumların hatta ülkelerin yüksek sesle dillendirdiği bir hakikat ortaya çıkmıştır. Bu hakikat çatısı, savunma birliğine dönüşecektir.
Bu çatı savunma
birliği, bugün ülkemizde seküler kesim tarafından olumsuz karşılanmış bir kurum
olan “Hilafet” kurumuydu. Cumhuriyetin ilk yılında hilafet kurumu vardı. Hilafet
kurumu, fiili olarak Osmanlı ülkesine geçtiği zaman 1517 tarihinden sonra
Osmanlı bütün İslam coğrafyasının hamisi olma vasfını kazanmıştır.
Tarih ve coğrafya
bizi çağırıyor. Bu hakikatin edebiyatını yapmak lazım. Felsefesini kurmak
gerekir. Bir zamanlar Necip Fazıl’ın Anadolu ağırlıklı düşüncesi olan Büyük
Doğu mefkuresini Sezai Karakoç nasıl ki Diriliş düşüncesiyle tüm İslam âlemini
hatta bütün insanlığı kuşatacak bir dile kavuşturduysa bizler de bu düşüncelere
sıkı sıkıya sarılmalıyız.
Bugünlerde
yazar-düşünür Temel Hazıroğlu’nun felsefî alt yapısını kurduğunu “Yüceliş
felsefesini de mazlum coğrafyaları kuşatıcı bir çatı için mülahaza edebilir, tartışabiliriz.
Gerçi Temel Hazıroğlu, sağlığında Sezai Karakoç’a yüceliş felsefesini
sorduğunda Karakoç da “Yüceliş, dirilişe dâhildir.” demişti. Bir zamanlar bilge Kral Aliya’nın ve
onun devamında birçok Müslüman düşünürün yücelişi dillendirdiği aşikârdı. Aslında
bütün bu fikirlerin altında Sezai Karakoç’un sağlığında sıklıkla dile getirdiği
“Hepimiz Asım’ın nesliyiz.” metaforudur.
Meşhur bir söz
vardır. “Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık!” Bu sözle Dostoyevski, nasıl ki
Palto adlı hikâyesine gönderme yaparak Gogol’un sıkı takipçisi olduğunu
anlatmışsa Sezai Karakoç da Akif’in Asım adlı şiirine gönderme yaparak Mehmet
Akif Ersoy’un sıkı bir takipçisi olduğunu belirtmek ister.
Cumhuriyet
kurulurken hilafet kurumunun da saltanat kurumu gibi lağvedilmesi gündeme
gelince mecliste şöyle bir durum oluşmuştu. Aslında bu iki kurumun kronolojik
süreci şöyle işlenmişti. TBMM’de 1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla,
halifelik ve saltanat birbirinden ayrılmıştı.
Saltanat kaldırıldı. Bugün geçmişe doğru baktığımızda demokrasinin
beşiği olan İngiltere’de, Belçika’da, İspanya’da sembolik olarak saltanatın devam
ettiğini söylemek lazım. Osmanlı hanedanı ülkesinin düşmanı hiç de değildi.
Ülkesine saldıran İngiliz ve Fransızlara karşı mücadele etmişlerdi. Hatta Millî
mücadeleyi sonuna kadar desteklemişlerdi. Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a
gitmesinde Sultan Vahdettin’in iradesi vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları
Bandırma vapuruyla Samsun’a ayak bastığında burada İşgalci İngilizleri ve
Pontusçu Rumların cirit attığını görür. Rahat hareket edemezler ve Havza’ya geçerler.
Saltanatın kaldırılması da bir İngiliz
oyunuydu. İtilâf Devletleri, Lozan Barış Konferansına, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümeti'ni de davet edince mecliste
saltanatın kaldırılması kanunu çıkmıştı. Daha sonra halifelik kurumu
saltanattan ayrılıp Osmanlı Hanedanından Abdülmecid halife seçilmişti. Halife
Abdülmecid bile millî mücadele döneminde bu harekete katılmak için girişimde
bulunduysa da İngilizler tarafından göz hapsine alınmıştı. Halife Abdülmecid,
halife seçilince Kurtuluş savaşına maddî anlamda büyük bir destek oluşmuştur. O
sıralarda Hint Müslüman Cemaati ve İngiltere’deki merkezi Kurtuluş savaşına
büyük destekte bulundular. Abdülmecid halife seçilince Hint Müslümanları, Gazi
Mustafa Kemal’i tebrik eden bir mektup gönderirler. Hilafeti kurtaran adam
olarak Gazi Paşa’yı tebrik etmişlerdi. Tebrik mektubuyla birlikte o zaman
Hindistan’a özel elçi olarak giden edebiyatçı yazar Halide Edip Adıvar’a topladıkları
paraları verirler.
Hint
Müslümanlarının hem Balkan savaşları sırasında hem de Millî Mücadele döneminde
büyük paralar toplayarak Hilafet merkezine gönderdiği bir hakikattir. Fakat ne
hikmetse 1924 yılında hilafet de kaldırılır. Şeyh Saffet ve arkadaşları meclise
bir kanun teklifi sunarak hilafetin kaldırılması ve bu kurumun hükümlerinin
meclise devredilmesini istemişlerdi. 3 Mart 2024 tarihinde
O sıralarda
hilafet Türklük ruhuna ayrıdır, aykırı değildir tartışmaları yapılırken
İngilizler, Türkiye’den çaldıkları hilafet kurumunu üç gün sonra 7 Mart 2024 tarihinde
Şerif Hüseyin’e teklif ediyorlar. Yine aynı tarihin 5 Nisanında Mısır’da Ezher
uleması toplanıyor. Kral Faruk’u halife ilan etmeye çalışıyorlar. Buna
İskenderiye uleması (Libya) karşı çıkıyor. “Ezher uleması yanılıyor. Halife
Abdülmecid, sürgünde de olsa hâlâ dünya Müslümanlarının halifesidir.” diyorlar.
Şurası bir
gerçektir ki İngilizler Kurtuluş savaşı sonrası halifelik kurumunu bizden ne
kadar uzakta tutarsa kârdır mantığıyla meseleye yaklaşmıştır. Yeni kurulan bir
ülke olarak başımızı sağa sola
kaldıracak
mecalimiz de yoktu. Bu arada Hint Müslümanlarının Hilafet-i İslamiye’sinin
İstiklal mücadelesi için gönderdiği paralara ne oldu? Bir kısmı TBMM, Kurtuluş
mücadelesinde harcarken diğer bir kısmıyla da İş Bankası kuruldu.