Gazze’nin akıbeti üzerine zihin yorarken saymakla bitmeyen toplu acıları düşünerek ve karşıma ilk neyin çıkacağını merak ederek Google’a “acılı toplumlar” yazdım. İlk sırada “Toplumsal Acılara Karşı Bireysel İyileşme” başlığıyla bir psikolog bloğu vardı. Bir makaleye eriştiren bu başlık acıları kişiselleştirmeye dair tespit ve tavsiyeleri içeriyordu. Bu tür içeriklerle ilgilenmediğimden arama motoru refleksli bir buluntu olmadığına eminim. Bu başlığı ilk sıraya taşıyan refleks muhtemelen bireysel iyileşmeye yönelik aramaların çokça olmasıdır diye düşündüm.
Keskin bir dönemeci aştığımızı hissettiren ve art arda gelen acılar, hayatımızın neresinde ne kadar yer etmiştir, diye düşünmeyi bu seferlik ertelemekten yanayım. En azından bir süre… Çünkü en azından bir süre insanlığı buhrana, bunalıma, ihanete, katliama, soykırıma, ihmale, duyarsızlığa sürükleyen bunca acıyla olduğu gibi, yorum girdabına kapılmadan, kırk kat bohçaya sarılmadan yüzleşmekten yanayım.
ABD’de sinemacıların ikametgâhı yanıp kül olurken hayrete gark olduk. Dünyanın üst düzey güvenlikli ve en zengin zengin gettosunda devasa bir gedik açılmıştı. Sakinlerinin burnunu kanatmayan, fakat hayvanatı ve nebatatı katleden bu yangını ABD’nin Trump krizi odaklı iç hesaplaşmalarına yorup rafa kaldıracaktık ki Bolu Kartalkaya’daki otel yangınıyla büyük sarsıntı yaşadık.
Güvenliği lüksten hariç tutan zihniyetlerin eseri olan, 78 kişinin hayatını söndüren otel, toplum hafızamıza kara bir leke olarak kaydoldu. Hayretimiz acımızda kaybolup gitti.
Bilmiyoruz girişimciler ve yetkililer ne yaptı; ama evindeki televizyon ekranından ardı ardına gelen ölüm haberleriyle ciğeri yanan “sıradan vatandaş” takkeyi önüne çoktan koydu bile.
Acılar eğiticidir. Ama geçmiş akîl tecrübelerden biliriz ki hayatta kalmak için tedbirini almak şartıyla takdire boyun eğilir.
Depremlerin, sellerin ve her türlü tabii afetin getirdiği yıkım yetmemiş olmalı ki büyük bir facia ile bir kere daha imtihan edildik ve kaybettik.
Kameraların ve her türlü teknolojik iletişim aracının anı anına görüntüleyip dünyaya ulaştırdığı o manzaraya müdahale edebilecek, onca canı kurtarabilecek bir mekanizmadan mahrumduk. Aslında mekanizmalar mevcuttu, fakat işlevsellikleri sıfırlandığı için bir otel için cüzi sayılabilecek masraftan kaçan otel sahibinin, onu denetleyenin, onu denetleneyeni denetleyenin çürümüş vicdanının kurbanı olmuştuk.
Ölmeden önce aileleriyle görüntülü görüşme yapabilen insanların kalmak için seçtiği bu otel için sıradan bir itfaiye operasyonu dahi yapılamamıştı. Bu acziyetin utancıyla kaç şey boy ölçüşebilir ki…
Bu olaydaki acizliğin boyutunu ifade etmeye aslında kalemin gücü yetmiyor. En azından benimkinin. Bu olayla içten içe ne kadar çürüdüğümüzün de bir resmini gördük.
Pergamber Efendimiz (sav), "Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhâl değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bâri kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir." buyurmuştur. (Müslim)
Bu emir, üstüne alınan için değil, bütün insanlık için…
Toplumsal acılara karşı kendimizi nereye koyacağımızı düşünüyoruz ya hep, az mı çok mu yara aldığımızın hesabını yapıyoruz ya hani. Bu muhasebeyi yaptığımız kadar öncesinde ne kadar tedbirli davranıp davranmadığımızı da düşünüyor muyuz? İyileşme derdine düşmeden öncesinde hani… onun çok öncesinde…
Birçoğumuz otel yangınından elbette kendine pay çıkarmayacak. Bu mesuliyeti üstlenmeyecek ve elbette bunda yerden göğe kadar haklı olacak.
Bir de işin ince yönünü düşünelim. Bu kadar aleni bir faciaya tanıklık etmemizin bir sebebi de, başarabildiğimiz kadar tedbirin bir parçası olabilmemiz içindi. Hayat akışımız içinde muhatap olduğumuz insanlardan ve mekânlardan sorumlu olduğumuzu hatırlattı.
Yaşadığımız binaya, kapımızın önüne, sokağımıza mahallemize karşı sorumluluğumuz vardı; fakat bunun ne kadar farkındaydık? Çok acı bir vakayla bu sorumluluk hatırlatıldı.
Yakın çevremden kalacağı yerin yangın ve bilumum güvenlik durumunu sorguladığını gözlemliyorum. Herkes birbirini uyarıyor, güvenlikli mekânlarda bulunmayı, buluşmayı tavsiye ediyor. Bu süreçte oteller de kendine çeki düzen vermek mecburiyetinde kalıyor.
“Nerden kırpsam kâdır” zihniyetiyle “büyüyen” girişimci hesaplarının da bir sonu olmalı elbet. Topluma hizmetin bir bedeli var ve bu bedel ödenmeli. Dolayısıyla hizmet verememenin, güvende bulunduramamanın da bedeli ödenmeli. Zira hizmet alanlar bunun kat kat fazlasını zaten ödedi, ödüyor.
Her yaşanılan toplum felaketinden sonra bir süre uyanık kalan gözlerimiz yine gaflete boyun eğip uykuya dalıyor. Deprem ve sel felaketleri de henüz güncelliğini yitirmedi. Ancak biz gafletle mücadele ederlen “uyanık tüccar” uyumuyor. Bu mantık(sızlık) ve vicdan(sızlık) nerelere mezar kazıyor bunu bilmemize imkân yok.