Yeşilin ruha dokunduğu şehir: Malatya
ÖZLEM DOĞAN'ın kaleminden
Türkiye'nin her karış toprağında bir hazine, bir kutsiyet gizli. Şehit kanlarıyla sulanmış vatanımız her dönemiyle tarihe damgasını vuran olaylara sahne olmuştur. Osmanlı ve Selçuklu öncesinde de birçok uygarlığın beşiği ve geçiş merkezi olan Anadolu toprağından adeta medeniyetlerin izleri fışkırıyor. Eski adı Aspuzu olan Malatya da bunlardan biri. Türkiye'nin en büyük höyüklerinden biri olan 'Aslantepe Höyüğü'nü sınırları içerisinde bulunduran kayısı diyarını dolaşırken birçoğumuzun bilmediği güzellikleri keşfettik. Yeşilyurt Belediyesi'nin davetlisi olarak katıldığımız '24. Yeşilyurt Kültür, Kiraz ve Spor Festivali' en az Malatya kadar rengarenkti.
Malatya'nın mührü 'kayısı'
Lezzetli ve vitamin kaynağı bir meyve olan kayısıyı ağaç dallarında salınırken izlemek bir başka güzel. Kayısının toplanıp güneşe yatırıldığı dönemde Malatya yollarında ilerlerken şehirle özdeşleşen bu meyveye her caddede, her tabelada ve her dükkanda gerek isim gerekse resim olarak rastlıyorsunuz. Kayısı Malatya'nın adeta mührü haline gelmiş. Merkezin geniş caddesinden ilerlerken gelişmiş bir şehrin yaşayan, nefes alan gündelik hayatının İstanbul koşuşturmasında akıp giden hızlı zamanın burada biraz daha durağan ilerlediğine şahit oluyorsunuz.
Bir kayısı hikayesi
Kayısı Mart ayının sonu Nisan ayının başında çiçeklenmeye başlıyor. Çiçeklenmesiyle birlikte Mayıs Haziran döneminde çağla/yeşil kayısı halini alıyor. Haziran sonu baraj kenarı kesimlerinde Temmuz'un yirmisine kadar yüksek alanlardaki toplama ile sona eriyor. Kayısı toplandıktan sonra iki çeşit şeklinde işleniyor; islimli sarı kayısı, günkurusu siyah kayısı. Toplandığı dönemde yaş kayısı ihracatı yapılıyor. Dalından toplanan kayısılar kasalarla islim denen kerpiç oda içerisinde kükürt ile pişiriliyor. İslimden çıkarılan kayısılar sergenlere serilerek güneşte kurutuluyor. Daha sonra çekirdeği kayısıdan ayrılarak tamamen kurutuluyor. Günkurusu ile sarı kayısının arasındaki fark islim farkıdır. Ayrıca kayısı çekirdeklerinin kabukları yakacak maddesi olarak da kullanıyor. Günkurusu çekirdeğinin tadı bademle aynı. Kayısının özellikleri saymakla bitmez. Kayısıdan elde edilen yüzde yüz doğal cilt bakımı ürünleri de Malatya'nın zenginliklerinden biri. Dünyanın kayısı ihtiyacının yüzde 70'i Malatya'dan sağlanıyor. Türkiye'nin birçok yerinde yetişmesine rağmen tat ve şire bakımından Malatya kayısısı büyük fark atıyor. Tabi festivali için geldiğimiz Yeşilyurt kirazından bahsetmeden de olmaz. Türkiye'mizin kiraz ihtiyacının yüzde 60'lık kısmı Yeşilyurt'tan karşılanıyor. Bölgede yetişen kirazın büyüklüğü, lezzeti, aroması diğer bölgelerden elde edilen kirazlardan çok farklı.
Cırcır böceği konseri
Malatya'nın ilk yerleşim yeri olan Battalgazi tarihiyle, Yeşilyurt ise doğal güzellikleriyle ön plana çıkıyor. Yeşilyurt nüfus olarak Malatya'nın göç alan en büyük ilçesi. Malatya Yeşilyurt'a doğru gelişimini sürdürüyor. Bizim de Malatya rotamızda ilk durağımız tarihimizin efsanevi kahramanının adıyla müteşekkil 'Battalgazi' ilçesiydi. Otobüsün indirdiği alandan itibaren Otağ'a doğru yürümeye başladık. Öğlen güneşi tam tepemizdeydi. Malatya'nın kuru sıcağında yürümeyenler bence İstanbul'un neminden asla şikayet etmemeli. Asfalt erircesine ayakkabımızı yakarken biz başta kayısı olmak üzere çevredeki ağaçlardan yükselen cırcır böceklerinin o kuvvetli sesiyle irkildik. Yolun karşı tarafına geçip sesi kayıt altına aldık. Trafik gürültüsü, yol çalışması ve korna seslerine alışık bünyemiz bu doğal şölene aşina değildi. Yol boyunca bize eşlik eden yeşilin her tonu ile birlikte Battalgazi Otağı'na vardık.
Doğaya gizlenmiş bir otağ
Son yılların en çok izlenen dizisi Diriliş Ertuğrul 7'den 70'e herkesi etkisi altına almış durumda. Başta Bilecik ve Söğüt'e yönlenen bu büyük ilgi üzerine özel bir işletme İlçe Belediye Başkanı'nın da desteğiyle büyük bir otağ çadırı kurmuş ve dönemin kıyafetlerini sergileyerek ziyaretçilerin çadırda dizi jeneriği eşliğinde fotoğraf çektirme alanı açmış. Ayrıca hemen arkasında yemyeşil doğaya karşı çayınızı yudumlayabileceğiniz kameriyeli çardaklar mevcut.
Tarihin kapısını aralayan bir kervansaray
Yolumuz uzundu ve görülecek çok yer vardı. Alacakapı Mahallesi'nde bulunan Kervansaray'a doğru yola revan olduk. 1637 tarihinde Dördüncü Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından Halep Mimarbaşısı Üstat Mehmet'in oğlu Üstat Ebubekir'e yaptırılan kervansaray dikdörtgen bir alan üzerine, açık avlu ve kapalı hol olarak inşa edilmiş. Güllerle bezeli bir geniş alana açılan kapıdan girerken Doğu'ya giden yollar üzerinde bulunan bu kervansarayın döneminde, şehrin ticari yoğunluğunu göstermesi açısından büyük önem taşıdığını öğreniyoruz. Ticari olduğu kadar askeru00ee fonksiyonu da bulunan hanın iki kitabesi mevcut. Biri iç han girişinin kapısının üstünde, diğeri avlu giriş kapısının üzerinde bulunuyor. Kervansarayın ana binasında ise düğün çekimleri yapılıyor.
Kuşbaşlı insan figürleri
Kervansaray'ın ana binasının iç duvarlarında bazı kabartmalar yer alıyor. Arslantepe ören yerinde yapılan kazılarda aralarında başı ve ayakları kuş şeklinde olan iki insan figürü bulunan rölyeflerde savaş sonrası birbirlerine barış çubukları veren kartal başlı iki kral tasvir ediliyor. Ortostat'da ellerinde hayat ağacına benzer figürlerde birinin sol elinde balta, diğerinde ise ucu eğik kılıç bulunuyor.
Malatya toprağında bir sahabe
Anadolu erenleri, İslam'ın yoluna ömrünü adamış şahsiyetler Anadolu insanına daima yol göstermiştir. Malatya toprağının bağrında yatan Hasan Basri Hazretleri de Peygamber Efendimizin sahabelerinden biri. İslam'ı irşad etmek için Basra'dan Anadolu'ya göç eden kutlu sahabe Battalgazi Fırat boyu Korucuk köyünde bulunduğu esnada vefat etmiş ve cenazesi oraya defnedilmiştir. Bulunduğu türbe Karakaya Baraj gölü altında kalması nedeniyle 1986 yılında Kırkkardeşler mezarlığına getirilerek yeni yapılan türbeye nakledilmiştir. 'Su ile geldim su ile gideceğim' sözünü söylediği rivayet edilen Hasan Basri Hazretlerinin ziyareti neticesinde ruh ve sinir hastalıklarının iyileştiğine inanılıyor. Yemyeşil bir parkın çevrelediği bir türbede yatan mübarek sahabenin türbesine uğrayıp bir Fatiha okumamak olmaz.
Arslantepe höyüğünden tarih kapısını araladık
Türkiye'nin en büyük höyüklerinden biri olan Arslantepe Höyüğü Malatya'nın tarihi zenginliklerinin belki de ilk sırasında yer alıyor diyebiliriz. Küçük çaplı bir araştırmamız neticesinde bölge insanının höyüğe pek fazla ilgisi olmadığı ve ziyaret etmediğini de öğrendik. Oysa Türkiye'nin birçok şehrinden ziyaretçi çekebilecek nitelikte bir açık hava müzesi diyebileceğimiz bu bölge, şu ana kadar elde edilen veriler bakımından bir döneme adeta ayna tutuyor. Elde edilen bilgilere göre o dönemde Arslantepe, aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı resmi, dini ve kültürel bir merkezden oluşuyor. 1961 yılından beri Doğu Anadolu'da İtalyan Arkeoloji Heyeti tarafından kazılmaya devam eden höyük sadece ovanın tarihini değil aynı zamanda medeniyetimizin yapı taşlarını oluşturan değerleri ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyor.
Binlerce yıllık semboller
Arslantepe Höyüğü'nde bulunan saray koridorunun en iç bölümü geniş bir resim resim ile bezeli. Yapılan kazılar neticesinde binanın çeşitli bölümlerinde çok sayıda mühür baskısının bulunması, idari etkinliklerin yoğunluğunu ve bu işlerde, malları depolardan alma ve mühürleme yetkisi bulunan çok sayıda memurun çalıştığını ortaya koyuyor. Duvarlardaki zengin bezeme ve kabartmalarda gücü simgeliyor. Bu bütün etkinliklerin merkezileştirildiği, kayıt amacıyla etkin bir mühürleme sisteminin kullanıldığı ve giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasi ve dini kurumları olan bir devlet sisteminin doğuşuna bir kanıt olarak görülüyor. Geçmişte daha çok dinsel amaçlar için yapılan büyük yapı ilk kez başka işlevlerde kazanıp içinde kamu hizmetlerinin de görüldüğü, mimari açıdan gelişmiş, böylece Yakın Doğu'da sarayın başlangıcını oluşturuyor. Binlerce yıl öncesinde yaşayan insanların bastığı topraklarda yürümek, onlardan izler bulmak oldukça heyecan verici olmalı. İsimleri bile bilinmeyen bu insanlar da ağladılar, güldüler, kızdılar, çocuklar yetiştirdiler, çalıştılaru2026 Gezindiğimiz bu höyükte kendilerinden silik bir iz bırakarak gittiler. Günümüz arkeologlarına da bu izleri takip etmek düşüyor.
YARIN: Bir uçurum kenarından hayata bakmaku2026
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.