Yağdır Mevlam Su!..
Deprem,
sel, orman yangını, mülteci dramı, yeni
tıp Koronavirüs (Kovid-19) salgını, müsilaj istilası(deniz salyası), eyyâm-ı bâhur
derken bu sefer de kuraklık tehdidi ile karşı karşıyayız.
Kovid-19
pandemisinin kırdığı tedarik zincirinden sonra dünyanın en büyük tahıl
tedarikçileri Rusya ile Ukrayna’nın savaşa tutuşması gıda krizini zirveye
çıkardı. Süreci dikkatle yöneten “küresel
haydutlar” kaotik dönemlerde dünyanın dikkatini çekmek için Londra merkezli
yayım yapan The Economist Mayıs sayısındaki kapağında subliminal bir mesaj
vererek kehanette(!) bulundu. “Yaklaşan
Gıda Felaketi” başlığı altında ele alınan gıda krizi, bereketin simgesi
buğday başağı kurukafayla resmedilerek, dünyanın sürüklendiği gıda felaketine
vurgu yapıldı. Dergi, çizdiği kıyamet senaryosuyla yaklaşan kitlesel gıda
felaketine dikkat çekti.
Aslında
bu mesele küresel ısınma ve iklim değişikliğinin her geçen gün sel ve
kuraklıklarla malumun ilanı olduğunu gösteriyordu. Ülkemizde gıda krizinin ilk
sinyalleri 2018 yılında patates, soğan domates vs. krizi sonucu parklara
kurulan tanzim satış mağazalarıyla patlak vermişti. “Mü’min, aynı delikten iki defa sokulmaz!..” düsturuna rağmen aynı
delikten defalarca saldırıya maruz kaldık, kalmaya devam ediyoruz.
İnsanlığı
ürettikleri virüslerle dizayn etmeye çalışan “küresel haydutlar” şimdi de gıda kriziyle dünyayı adım adım
kıyamete zorluyor!..
Tedbir şart!..
*
Türkiye’nin
bütün bölgelerinde büyük bir kuraklık yaşanıyor. Göletlerin kuruyup, barajların
bir çoğu susuzlukta dip yaparken sinsi tehlike adım adım yaklaşıyor.
Ne
politikacıların gündeminde, ne basının manşetlerinde, ne de sosyal medyanın
gündeminde hit olmayı başaramayan kuraklık Aralık ayında sessiz sessiz kapıyı
çalarken, Ocak ayında kapıyı kırdı. Nisan’dan başlayarak yaz döneminde eyyâm-ı bâhur
sıcaklarıyla her yer kavruldu, yandı. Yaklaşan büyük tehlikeye karşı bir çözüm,
bir eylem planı, bir kampanya, bir tedbir alındı mı?.. Maalesef!..
Sonbahara
girilmesine rağmen, tabiatı süsleyen hazan yaprakları hâlâ dalında, felakete dönüşen anlık yağışlar hariç toprak
yağmura hasret!..
Böyle
giderse tıpkı “Eski Türkiye”
günlerinde olduğu gibi bidonları tankerlerin önüne dizip, su kuyruklarında
kavga edilecek günler yakın!.. Yani küresel anlamda “Su ve Gıda Savaşları” kapıyı ha çaldı, ha çalacak!..
“İklim Göçü Çağı”nın mağduru milyonlarca
insan, gıda ve suya erişmek için harekete geçecek. Şayet şimdiden tedbirler
alınıp devreye konulmazsa; iç savaş, aşırı sıcaklık, kuraklık, sel
baskınlarının oluşturduğu küresel iklim kriziyle baş gösteren “su ve gıda krizi” ile karşı karşıya
kalacak bu bölgelerden göç edenlerin hedeflerinden birisi de Türkiye olacak.
*
Geçtiğimiz
Ocak ayında, Diyanet İşleri Başkanlığı farkındalık oluşturmak için Cuma
Hutbesi’nde “Besmele” çekerek
berekete açılan kapıyı aralamak için “yağmur
ve kar duası”na durmuştu. Kavlî dua tamam. Ya fiilî dua için ne yapıldı?..
Kaç kişi su tasarruf için musluğunu kıstı, duş keyfinden vazgeçti, dişini
fırçalarken, bulaşık ve çamaşır yıkarken israftan kaçtı.
Böyle
giderse, Emel Sayın’dan 1980’li yıllarda çokça dinlediğimiz “Çatlayan dudaklara, / Sararan yapraklara, / Kuruyan topraklara, / Yağdır Mevlam su...” şarkısının klibini
haber bültenlerinde, gazete manşetlerinde, sosyal medyada sık görmeye başlarız.
“Bu ne
karamsarlık” demeyin!.. Marmara Bölgesi’nde yağışlar yüzde 90 azalmış.
Eylül yaz ayına dönüşmüş!.. İstanbul’un
içme suyu kaynağı barajlardaki su seviyesi ortalaması, son 15 yılın en düşük
düzeyine kadar gerilemiş. 3 milyon 300 bin metreküp suyu kalan megakentin 40
günlük içme suyu kalmış. İçme suyu sağlayan 10 barajdaki su seviyesi yüzde 25’e
düşmüş... İstanbullular su
kesintileriyle başlayacak kriz ile nasıl baş edeceklerini kara kara düşünme
başladı.
*
İstanbullular
1990’lı yılların başında çektikleri susuzluk kaygısını tekrar yaşamak
istemiyor. İstanbul şayet bu sıkıntıları bir daha yaşarsa sadece CHP ve
Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu hedef tahtasına konmaz, Cumhur
İttifakı da büyük yara alır.
Bu
mesele partiler üstü, siyaset üstü bir mesele!..
Hem
elbirliği, hem tedbir, hem de eğitim şart!..
Anlayalım
artık, su bitti; kuraklık göründü!..
Önümüzdeki verilerde iyileşme, normalleşme olmazsa 85 milyon kuraklık tehdidi
altında!..
*
Bunlara
bağlı olarak, geçtiğimiz yıl 30 milyar dolar tarım ürünü ihraç ettiğine sevinen
Türkiye, kuraklık senaryosu üzerinden gelişen karamsar tabloyu önüne alıp yeni
bir “eylem planı” hazırlamalı. Aksi
halde, bırakın Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle baş gösteren “tahıl krizi”ne aracılık ederek üçüncü
ülkeleri açlığın kıyısından döndürmeyi, tahıl için kuyruğa giren ülke konumuna
düşebiliriz.
Kuraklıkla
ilgili kamu spotları hazırlanmalı, basın ve yayın organlarında uyarıcı ve
eğitici haberlere daha çok yer verilmeli ve en önemlisi israftan kaçındırıp,
tasarrufa özendirilmeli. Bu mesele siyaset üstü bir mesele... Hepimiz aynı
gemideyiz; gemi batarsa hepimiz boğuluruz.
Bu
işin şakası yok; hem tedbir, hem de
eğitim şart!..
***
TEDBİRLER EN ÜST SEYİYEYE
ÇIKARILMALI
Türkiye
Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın kötü
senaryolar için acil eylem planlarını bir üst seviyeye taşıması, kuraklığın
yanında sel ve su baskını risklerine karşı da ciddi tedbirler alınması
gerekiyor.
Artık
tarımda vahşi sulamadan vazgeçilip, damlama sulama bir kenara bırakılıp, susuz
tarımla ilgili çok ciddi çalışmalar yapılmalı. Çünkü kuraklığa hazırlıksız
yakalanırsak; yeni tip Koronavirüs (Covid-19) salgınından beter olur.
Türkiye
su stresi evresine girdi!.. Bu stresi azaltmak için buharlaşmayı önleme, yer altı barajları,
dağıtım kayıplarını aza indirmek, yağmur hasadı yapmak ve yağış artırım
projeleri devreye sokulmalı.
Hemen, şimdi!..
***
AFET BAKANLIĞI KURULMALI
Hemen
şimdi...
Neden
mi?..
“Doğal felaket tufanı”na tutulduğumuz
için...
Depremlerde
beşik gibi sallanmakla kalmayıp, yıkılan denetimsiz binaların altında inleye
inleye can verdiğimiz için...
Milletçe
enkazın altında; cansız canansız, evsiz barksız, annesiz babasız, yetim öksüz
kaldığımız için...
Kırılan
faylarla birlikte beden ve ruhlarımız da parçalandığı için...
Yağmur
sularının gök patlamışçasına üzerimize dökülüp, tufana dönüşerek önüne kattığı
her şeyi azgın dalgalarıyla boğduğu için...
Vahşi
kapitalizmin tetiklediği iklim değişikliği felaketlerinin alenen kendini aşikâr
ettiği asrımızda göllerin, ırmak ve yeraltı sularının çekilmesiyle kuraklık, su
ve gıda krizi kapıya dayandığı için...
Binlerce
hektar orman alanlarımız cayır cayır yanıp kül olduğundan oksijenimizin
tükenmek üzere olduğu için...
*
Anlayalım
artık; güzel bir dünya için hamasete yer yok!..
Yerküre
yarıldıkça; insanlık enkaz altında kalıyor!..
Su
bittikçe; dünya çölleşiyor!..
Ciğerpâremiz
ormanlar cayır cayır yandıkça; insanlık nefessiz kalıyor!..
*
Mesele
doğal felaketler sonrası yara sarmak değil, yaraya sebep olan hastalığı
kurutmaktır... İşte ulusal güvenlik problemine dönüşen bu doğal afetler için
önlem almak, tedbirler geliştirmek için hemen şimdi Afet Bakanlığı kurulmalı...
Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde yaşanan depremler, seller, su taşkınları, toprak
kaymaları, çığ düşmeleri, fırtınalar, hortumlar ve yangınlarla meydana gelen
doğal afetler yüzünden yüzbinlerce can kaybı yaşandı.
Düsturumuz
belli; insanı yaşat ki, devlet yaşasın...