Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Vakıa suresi, Vakıa suresinin okunuşu ve anlamı

Vakıa suresinin okunuşu nasıldır? Vakıa suresinin meali nasıldır? Vakıa suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Vakıa suresi 96 ayeti kerimedir. Vakıa suresinde kıyamet ve ahiret halleri anlatılmaktadır. Kıyamet günün geleceğinden asla şüphe duyulmaması gerektiği bildirilmektedir. Vakıa suresinde aynı zamanda Cennet ve Cehennem tasvir edilmiştir. İşte Vakıa suresinin okunuşu ve anlamı...
Vakıa suresi, Vakıa suresinin okunuşu ve anlamı
06 Haziran 2020 14:29:00
Vakıa suresinin okunuşu nasıldır? Vakıa suresinin meali nasıldır? Vakıa suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Vakıa suresi 96 ayeti kerimedir. Vakıa suresinde kıyamet ve ahiret halleri anlatılmaktadır. Kıyamet günün geleceğinden asla şüphe duyulmaması gerektiği bildirilmektedir. Vakıa suresinde aynı zamanda Cennet ve Cehennem tasvir edilmiştir. İşte Vakıa suresinin okunuşu ve anlamı...

Vakıa suresinin okunuşu nasıldır? Vakıa suresinin meali nasıldır? Vakıa suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Vakıa suresi 96 ayeti kerimedir. Vakıa suresinde kıyamet ve ahiret halleri anlatılmaktadır. Kıyamet günün geleceğinden asla şüphe duyulmaması gerektiği bildirilmektedir. Vakıa suresinde aynı zamanda Cennet ve Cehennem tasvir edilmiştir. İşte Vakıa suresinin okunuşu ve anlamı...

Kur’ân-ı kerîmin elli altıncı sûresi iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Vâkıa sûresi Mekke’de nâzil oldu (indi). Doksan altı âyet-i kerîmedir. İsmini ilk âyette geçen Vâkıa kelimesinden alır. Sûrede, kıyâmet ve âhiret hâllerinden, Cennet ve Cehennemden vb. konulardan bahs edilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Râzî)

Kim her gece Vâkıa sûresini okursa, ona fakirlik aslâ isâbet etmez. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir. Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).

Konusu

Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.

Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur: a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır. b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır. c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır. d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

VAKIA SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI

Vâkıa 1 (Mealleri Karşılaştır): İzâ ve kaatil vâkıah(vâkıatu).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ إِذَا وَقَعَتِ ٱلْوَاقِعَةُ
(1-2) Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

Vâkıa 2 (Mealleri Karşılaştır): Leyse li vak’atihâ kâzibeh(kâzibetun).
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ
(1-2) Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

Vâkıa 3 (Mealleri Karşılaştır): Hâfidatun râfiah(râfiatun).
خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ
(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Vâkıa 4 (Mealleri Karşılaştır): İzâ ruccetil ardu reccâ(reccen).
إِذَا رُجَّتِ ٱلْأَرْضُ رَجًّا
(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Vâkıa 5 (Mealleri Karşılaştır): Ve bussetil cibâlu bessâ(bessen).
وَبُسَّتِ ٱلْجِبَالُ بَسًّا
(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Vâkıa 6 (Mealleri Karşılaştır): Fe kânet hebâen mun bessâ(bessen).
فَكَانَتْ هَبَآءً مُّنۢبَثًّا
(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Vâkıa 7 (Mealleri Karşılaştır): Ve kuntum ezvâcen selâseh(selâseten).
وَكُنتُمْ أَزْوَٰجًا ثَلَٰثَةً
(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Vâkıa 8 (Mealleri Karşılaştır): Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymeneti.
فَأَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْمَيْمَنَةِ
Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir!

Vâkıa 9 (Mealleri Karşılaştır): Ve ashâbul meş´emeti mâ ashâbul meş’emeti.
وَأَصْحَٰبُ ٱلْمَشْـَٔمَةِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْمَشْـَٔمَةِ
Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir!

Vâkıa 10 (Mealleri Karşılaştır): Ves sâbikûnes sâbikûn(sâbikûne).
وَٱلسَّٰبِقُونَ ٱلسَّٰبِقُونَ
(10-11) (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir.

Vâkıa 11 (Mealleri Karşılaştır): Ulâikel mukarrebûn(mukarrebûne).
أُو۟لَٰٓئِكَ ٱلْمُقَرَّبُونَ
(10-11) (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir.

Vâkıa 12 (Mealleri Karşılaştır): Fî cennâtin naîm(naîmi).
فِى جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ
Onlar, Naîm cennetlerindedirler.

Vâkıa 13 (Mealleri Karşılaştır): Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
ثُلَّةٌ مِّنَ ٱلْأَوَّلِينَ
(13-14) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.

Vâkıa 14 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalîlun minel âhirîn(âhirîne).
وَقَلِيلٌ مِّنَ ٱلْءَاخِرِينَ
(13-14) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.

Vâkıa 15 (Mealleri Karşılaştır): Alâ sururin mevdûnetin.
عَلَىٰ سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ
(15-16) Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

Vâkıa 16 (Mealleri Karşılaştır): Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn(mutekâbilîne).
مُّتَّكِـِٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَٰبِلِينَ
(15-16) Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

Vâkıa 17 (Mealleri Karşılaştır): Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn(muhalledûne).
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَٰنٌ مُّخَلَّدُونَ
(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Vâkıa 18 (Mealleri Karşılaştır): Bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min maîn(maînin).
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ
(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Vâkıa 19 (Mealleri Karşılaştır): Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn(yunzifûne).
لَّا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ
(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Vâkıa 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn(yetehayyerûne).
وَفَٰكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ
(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Vâkıa 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ
(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Vâkıa 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve hûrun înun.
وَحُورٌ عِينٌ
(22-23) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

Vâkıa 23 (Mealleri Karşılaştır): Ke emsâlil lu’luil meknûn(meknûni).
كَأَمْثَٰلِ ٱللُّؤْلُؤِ ٱلْمَكْنُونِ
(22-23) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

Vâkıa 24 (Mealleri Karşılaştır): Cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
جَزَآءًۢ بِمَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ
(Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)

Vâkıa 25 (Mealleri Karşılaştır): Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ(te’sîmen).
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا
Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.

Vâkıa 26 (Mealleri Karşılaştır): İllâ kîlen selâmen selâmâ(selâmen).
إِلَّا قِيلًا سَلَٰمًا سَلَٰمًا
Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.

Vâkıa 27 (Mealleri Karşılaştır): Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn(yemîni).
وَأَصْحَٰبُ ٱلْيَمِينِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلْيَمِينِ
Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!

Vâkıa 28 (Mealleri Karşılaştır): Fî sidrin mahdûd(mahdûdin).
فِى سِدْرٍ مَّخْضُودٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 29 (Mealleri Karşılaştır): Ve talhın mendûd(mendûdin).
وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve zıllin memdûd(memdûdin).
وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 31 (Mealleri Karşılaştır): Ve mâin meskûb(meskûbin).
وَمَآءٍ مَّسْكُوبٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 32 (Mealleri Karşılaştır): Ve fâkihetin kesîrah(kesîretin)
وَفَٰكِهَةٍ كَثِيرَةٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 33 (Mealleri Karşılaştır): Lâ maktûatin ve lâ memnûah(memnûatin).
لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 34 (Mealleri Karşılaştır): Ve furuşin merfûah(merfûatin).
وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ
(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Vâkıa 35 (Mealleri Karşılaştır): İnnâ enşe’nâ hunne inşââ(inşâen).
إِنَّآ أَنشَأْنَٰهُنَّ إِنشَآءً
Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.

Vâkıa 36 (Mealleri Karşılaştır): Fe cealnâ hunne ebkârân(ebkâren).
فَجَعَلْنَٰهُنَّ أَبْكَارًا
(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

Vâkıa 37 (Mealleri Karşılaştır): Uruben etrâbâ(etrâben).
عُرُبًا أَتْرَابًا
(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

Vâkıa 38 (Mealleri Karşılaştır): Li ashâbil yemîn(yemîni).
لِّأَصْحَٰبِ ٱلْيَمِينِ
(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

Vâkıa 39 (Mealleri Karşılaştır): Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
ثُلَّةٌ مِّنَ ٱلْأَوَّلِينَ
(39-40) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

Vâkıa 40 (Mealleri Karşılaştır): Ve sulletun minel âhırîn(âhırîne).
وَثُلَّةٌ مِّنَ ٱلْءَاخِرِينَ
(39-40) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

Vâkıa 41 (Mealleri Karşılaştır): Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl(şimâli).
وَأَصْحَٰبُ ٱلشِّمَالِ مَآ أَصْحَٰبُ ٱلشِّمَالِ
Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!

Vâkıa 42 (Mealleri Karşılaştır): Fî semûmin ve hamîm(hamîmin).
فِى سَمُومٍ وَحَمِيمٍ
(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.

Vâkıa 43 (Mealleri Karşılaştır): Ve zıllin min yahmûm(yahmûmin).
وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ
(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.

Vâkıa 44 (Mealleri Karşılaştır): Lâ bâridin ve lâ kerîm(kerîmin).
لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ
(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.

Vâkıa 45 (Mealleri Karşılaştır): İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn(mutrefîne).
إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ
Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.

Vâkıa 46 (Mealleri Karşılaştır): Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm(azîmi).
وَكَانُوا۟ يُصِرُّونَ عَلَى ٱلْحِنثِ ٱلْعَظِيمِ
Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

Vâkıa 47 (Mealleri Karşılaştır): Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâ men e innâ le meb’ûsûn(meb’ûsûne).
وَكَانُوا۟ يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Diyorlardı ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?”

Vâkıa 48 (Mealleri Karşılaştır): E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
أَوَءَابَآؤُنَا ٱلْأَوَّلُونَ
“Evvelki atalarımız da mı?”

Vâkıa 49 (Mealleri Karşılaştır): Kul innel evvelîne vel âhirîn(âhirîne).
قُلْ إِنَّ ٱلْأَوَّلِينَ وَٱلْءَاخِرِينَ
(49-50) De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.”

Vâkıa 50 (Mealleri Karşılaştır): Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَٰتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
(49-50) De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.”

Vâkıa 51 (Mealleri Karşılaştır): Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn(mukezzibûne).
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا ٱلضَّآلُّونَ ٱلْمُكَذِّبُونَ
(51-52) Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

Vâkıa 52 (Mealleri Karşılaştır): Le âkilûne min şecerin min zakkumin.
لَءَاكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ
(51-52) Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

Vâkıa 53 (Mealleri Karşılaştır): Fe mâ liûne minhel butûn(butûne).
فَمَالِـُٔونَ مِنْهَا ٱلْبُطُونَ
Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

Vâkıa 54 (Mealleri Karşılaştır): Fe şâribûne aleyhi minel hamîm(hamîmi).
فَشَٰرِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ ٱلْحَمِيمِ
Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

Vâkıa 55 (Mealleri Karşılaştır): Fe şâribûne şurbel hîm(hîmi).
فَشَٰرِبُونَ شُرْبَ ٱلْهِيمِ
Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

Vâkıa 56 (Mealleri Karşılaştır): Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn(dîni).
هَٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ ٱلدِّينِ
İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.

Vâkıa 57 (Mealleri Karşılaştır): Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn(tusaddikûne).
نَحْنُ خَلَقْنَٰكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

Vâkıa 58 (Mealleri Karşılaştır): E fe reeytum mâ tumnûn(tumnûne).
أَفَرَءَيْتُم مَّا تُمْنُونَ
Attığınız o meniye ne dersiniz?!

Vâkıa 59 (Mealleri Karşılaştır): E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn(hâlikûne).
ءَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُۥٓ أَمْ نَحْنُ ٱلْخَٰلِقُونَ
Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?

Vâkıa 60 (Mealleri Karşılaştır): Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn(mesbûkîne).
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ ٱلْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
(60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

Vâkıa 61 (Mealleri Karşılaştır): Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
عَلَىٰٓ أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَٰلَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِى مَا لَا تَعْلَمُونَ
(60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

Vâkıa 62 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad alimtumunneş etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ ٱلنَّشْأَةَ ٱلْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ
Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O hâlde düşünseniz ya!

Vâkıa 63 (Mealleri Karşılaştır): E fe reeytum mâ tahrusûn(tahrusûne).
أَفَرَءَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ
Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?!

Vâkıa 64 (Mealleri Karşılaştır): E entum tezre ûnehû em nahnuz zâriûn(zâriûne).
ءَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُۥٓ أَمْ نَحْنُ ٱلزَّٰرِعُونَ
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

Vâkıa 65 (Mealleri Karşılaştır): Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn(tefekkehûne).
لَوْ نَشَآءُ لَجَعَلْنَٰهُ حُطَٰمًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:

Vâkıa 66 (Mealleri Karşılaştır): İnnâ le mugremûn(mugremûne).
إِنَّا لَمُغْرَمُونَ
“Muhakkak biz çok ziyandayız!”

Vâkıa 67 (Mealleri Karşılaştır): Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
“Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!”

Vâkıa 68 (Mealleri Karşılaştır): E fe reeytumul mâellezî teşrebûn(teşrebûne).
أَفَرَءَيْتُمُ ٱلْمَآءَ ٱلَّذِى تَشْرَبُونَ
İçtiğiniz suya ne dersiniz?!

Vâkıa 69 (Mealleri Karşılaştır): E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn(munzilûne).
ءَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ ٱلْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ ٱلْمُنزِلُونَ
Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

Vâkıa 70 (Mealleri Karşılaştır): Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn(teşkurûne).
لَوْ نَشَآءُ جَعَلْنَٰهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.

Vâkıa 71 (Mealleri Karşılaştır): E fe reeytumun nârelletî tûrûn(tûrûne).
أَفَرَءَيْتُمُ ٱلنَّارَ ٱلَّتِى تُورُونَ
Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?!

Vâkıa 72 (Mealleri Karşılaştır): E entum enşe’tum şeceretehâ em nahnul munşiûn(munşiûne).
ءَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَآ أَمْ نَحْنُ ٱلْمُنشِـُٔونَ
Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

Vâkıa 73 (Mealleri Karşılaştır): Nahnu cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mukvîn(mukvîne).
نَحْنُ جَعَلْنَٰهَا تَذْكِرَةً وَمَتَٰعًا لِّلْمُقْوِينَ
Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.

Vâkıa 74 (Mealleri Karşılaştır): Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
فَسَبِّحْ بِٱسْمِ رَبِّكَ ٱلْعَظِيمِ
O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).

Vâkıa 75 (Mealleri Karşılaştır): Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm(nucûmi).
۞ فَلَآ أُقْسِمُ بِمَوَٰقِعِ ٱلنُّجُومِ
(75-76) Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-

Vâkıa 76 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm(azîmun).
وَإِنَّهُۥ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ
(75-76) Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-

Vâkıa 77 (Mealleri Karşılaştır): İnnehu le kur’ânun kerîm(kerîmun).
إِنَّهُۥ لَقُرْءَانٌ كَرِيمٌ
O, elbette değerli bir Kur’an’dır.

Vâkıa 78 (Mealleri Karşılaştır): Fî kitâbin meknûn(meknûnin).
فِى كِتَٰبٍ مَّكْنُونٍ
Korunmuş bir kitaptadır.

Vâkıa 79 (Mealleri Karşılaştır): Lâ yemessuhû illel mutahherûn(mutahherûne).
لَّا يَمَسُّهُۥٓ إِلَّا ٱلْمُطَهَّرُونَ
Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.

Vâkıa 80 (Mealleri Karşılaştır): Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.

Vâkıa 81 (Mealleri Karşılaştır): E fe bi hâzel hadîsi entum mudhinûn(mudhinûne).
أَفَبِهَٰذَا ٱلْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ
(81-82) Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

Vâkıa 82 (Mealleri Karşılaştır): Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn(tukezzibûne).
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
(81-82) Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

Vâkıa 83 (Mealleri Karşılaştır): Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme(hulkûme).
فَلَوْلَآ إِذَا بَلَغَتِ ٱلْحُلْقُومَ
Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!

Vâkıa 84 (Mealleri Karşılaştır): Ve entum hîne izin tenzurûn(tenzurûne).
وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ
Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.

Vâkıa 85 (Mealleri Karşılaştır): Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn(tubsirûne).
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْه

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin