Dolar (USD)
34.63
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2934.30
BIST 100
9639.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Vakia suresi hakkında bilinmeyenler

Vakia suresi Kuran-ı Kerim''in derin anlamlar içeren surelerinden biridir. Peygamber efendimizin de Vakia suresiyle ilgili çokça hadisleri bulunmaktadır. Peki Vakia suresi ne içerir? Faziletleri nelerdir? Okunuşu ve Türkçe meali nedir? İşte haberimizde Vakia suresiyle ilgili merak edilenleri sizler için derledik.
Vakia suresi hakkında bilinmeyenler
10 Ocak 2020 12:54:00
Vakia suresi Kuran-ı Kerim''in derin anlamlar içeren surelerinden biridir. Peygamber efendimizin de Vakia suresiyle ilgili çokça hadisleri bulunmaktadır. Peki Vakia suresi ne içerir? Faziletleri nelerdir? Okunuşu ve Türkçe meali nedir? İşte haberimizde Vakia suresiyle ilgili merak edilenleri sizler için derledik.

Kim her gece Vâkıa sûresini okursa, ona fakirlik aslâ isâbet etmez. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Kısaca Konusu : Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.

Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur:

a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır.

b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek

karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır. c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır.

d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

VAKIA SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim

1. İza veka’atilvaki’atu.

2. Leyse livak’atiha kazibetun.

3. Hafıdatun rafi’tun.

4. İza ruccetil’ardu reccen.

5. Ve bussetilcibalu bessen.

6. Ve fekanet hebaen munbessen.

7. Ve kuntum ezvacen selaseten.

8. Feashabulmeymeneti ma ashaulmeymeneti.

9. Ve ashabulmeş’emeti ma ashabulmeş’emeti.

10. Vessabikunessabikune.

11. Ulaikelmukarrabune.

12. Fiy cennatin na’ıymi.

13. Sulletun minel’evveliyne.

14. Ve kaliylun minel’ahıriyne.

15. ‘ala sururin medunetun.

16. Muttekiiyne ‘aleyha mutekabiliyne.

17. Yetufu ‘aleyhim veldanun muhalledune.

18. Biekvabin ve ebariyka ve ke’sin min ma’ıynin.

19. La yusadda’une ‘anha ve la yunzifune.

20. Ve fakihetin mimma yetehayyerune.

21. Ve lahmi tayrin mimma yeştehune.

22. Ve hurun ‘ıynun.

23. Keemsalillu’luilmeknuni.

24. Cezaen bima kanu ya’melune.

25. La yesme’une fiyha lağven ve la te’siymen.

26. İlla kıylen selamen selamen.

27. Ve ashabulyemiyni ma ashabulyemiyni.

28. Fiy sidrin mahdudin.

29. Ve talhın mendudin.

30. Ve zıllin memdudin.

31. Ve main meskubin.

32. Ve fakihetin kesiyretin.

33. La maktu’atin ve la memnu’atin.

34. Ve furuşin merfu’atin.

35. İnna enşe’nahunne inşaen.

36. Fece’alnahunne ebkaren.

37. ‘Uruben etraben.

38. Liashabilyemiyni.

39. Sulletun minel’evveliyne.

40. Ve sulletun minelahiriyne.

41. Ve ashabuşşimali ma ishabuşşimali.

42. Fiy semumin ve hamiymin.

43. Ve zıllin min yahmumin.

44. La baridin ve la keriymin.

45. İnnehum kanu kable zalike mutrefiyne.

46. Ve kanu yusırrune ‘alelhınsil’azıymi.

47. Ve kanu yekulune eiza mitna ve kunna turaben ve ‘ızamen einne lemeb’usune.

48. Eve abaunel’evvelune.

49. Kul innel’evveliyne vel’ahıriyne.

50. Lemecmu’une ila miykati yevmin ma’lumin.

51. Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibune.

52. Leakilune min şecerin min zakkumin.

53. Femaliune minhelbutune.

54. Feşaribune ‘aleyhi minelhamiymi.

55. Feşaribune şurbelhiymi.

56. Haza nuzuluhum yevmeddiyni.

57. Nahnu halaknakum felevla tusaddikune.

58. Efereeytum ma tumnune.

59. Eentum tahlukunehu em nahnulhalikune.

60. Nahnu kadderna beynekumulmevte ve ma nahnu bimesbukıyne.

61. ‘Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fiy ma la ta’lemune.

62. Ve lekad ‘alimtumunneş’etel’ula felevla tezekkerune.

63. Efereeytum ma tahrusune.

64. Eeentum tezre’unehu em nahnuzzari’une.

65. Lev neşa’u lece’alnahu hutamen fezaltum tefekkehune.

66. İnna lemuğremune.

67. Bel nahnu mahrumune.

68. Efereeytumulmaelleziy teşrebune.

69. Eentum enzeltumuhu minelmizni em nahnulmunzilune.

70. Lev neşa’u ce’alnahu ucacen felevla teşkurune.

71. Efereeytumunnarelletiy turune.

72. Eentum enşe’tum şecereteha em nahnul munşiune.

73. Nahnu ce’alnaha tezkireten ve meta’an lilmukviyne.

74. Fesibbıh bismi rabbikel’azıymi.

75. Fela uksimu bimevakı’ınnnucumi.

76. Ve innehu lekasemun lev ta’lemune ‘azıymun.

77. İnnehu lekur’anun keriymun.

78. Fiy kitamin meknunin.

79. Lya yemessuhu illelmutahherune.

80. Tenziylun min rabbil’alemiyne.

81. Efebihazelhadiysi entum mudhinune.

82. Ve tec’alune rizkakum ennekum tukezzibune.

83. Felevla iza beleğatilhulkume.

84. Ve entum hıyneizin tenzurune.

85. Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsırune.

86. Felevla in kuntum ğayre mediyniyne.

87. Terci’uneha in kuntum sadikıyne.

88. Feemma in kane minelmukarrebiyne.

89. Feravhun ve reyhanun ve cennetu na’ıymin.

90. Ve emma in kane min ashabilyemiyni.

91. Feselamun leke min ashabilyemiyni.

92. Ve emma in kane minelmukezzibiyneddalliyne.

93. Fenuzulun min hamiymin.

94. Ve tasliyetu cahıymin.

95. İnne haza lehuve hakkulyakıyni.

96. Fesebbih bismi rabbikel’azıymi.

VAKIA SÛRESİ MEALİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Kıyamet koptuğu zaman.

2. Onun vukuunu yalanlayacak hiç kimse yoktur.

3. O alçaltıcı, yükselticidir.

4. Yer şiddetle sarsıldığı zaman!

5. Dağlar parçalandığı zaman!

6. Dağılıp toz duman haline geldiği zaman!

7. Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman!

8. Sağın adamları, ne uğurludurlar onlar!

9. Solun adamları, ne uğursuzdurlar onlar!

10. Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar.

11. İşte onlar (Allah'a en çok) yaklaştırılmış olanlardır.

12. Naîm cennetindedirler.

13. Onların büyük bir kısmı eski ümmetlerdendir.

14. Bir kısmı da sonrakilerdendir.

15. Altın ve mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

16. Onların üzerine karşılıklı olarak yaslanırlar.

17. Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır.

18. Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

19. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir.

20. Beğendikleri meyveler.

21. Canlarının çektiği kuş etleri.

22. Onlar için ceylan gözlü huriler vardır.

23. Gün görmemiş inciler gibi.

24. İşledikleri amellerine karşılık olarak.

25. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

26. Sadece selâma karşılık selâm sözü işitirler.

27. Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağcılara!

28. Onlar dikensiz kirazlar,

29. Salkımları sarkmış muz ağaçları,

30. Uzamış gölgeler altındadırlar.

31. Çağlayarak akan sular kenarlarındadırlar.

32. Bol meyveler arasında,

33. Bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen.

34. Ve yüksek döşekler üzerindedirler.

35. Biz onları (cennete giren kadınları) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

36. Böylece onları hep bakire kızlar yapmışızdır.

37. Eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta nâzeninler kılmışızdır.

38. Bütün bunlar Ashab-ı yemin (sağcılar) içindir.

39. Onların bir çoğu önceki ümmetlerdendir.

40. Bir çoğu da sonrakilerdendir.

41. Amel defterleri soldan verilenler! Onlar ne uğursuzdurlar!

42. İnsanın içine işleyen ateşin alevi ve kaynar su içindedirler.

43. Onlar kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

44. Ki ne serindir, ne de hoş!

45. Çünkü onlar bundan önce (dünyada iken) varlık içinde şımartılmışlardı.

46. Büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

47. Ve diyorlardı ki: "Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?"

48. "Önce gelip geçmiş atalarımız da mı?"

49. De ki: "Hem öncekiler, hem sonrakiler."

50. "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

51. Sonra siz ey sapıklar, yalanlayıcılar!

52. Doğrusu siz zakkum ağacından yiyeceksiniz.

53. Karınlarınızı onunla doyuracaksınız.

54. Üzerine de kaynar su içeceksiniz.

55. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

56. Ceza gününde işte onlar böyle ağırlanacaklardır.

57. Ey inkâr edenler! Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

58. Gördünüz mü (rahimlere) akıttığınız meniyi?

59. Onu (siz mi düzgün bir insan sûretine getirip) yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?

60. Aranızda ölümü takdir eden biziz ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz.

61. Sizi ortadan kaldırıp da sizin yerinize benzerlerinizi getirmeye ve sizi bilmeyeceğiniz bir biçimde yaratmaya da gücümüz yeter.

62. Her halde ilk yaratılışınızı bilirsiniz, (fakat tekrar yaratılacağınızı) düşünmeli değil misiniz?

63. Şimdi bana ekmekte olduğunuz (tohum işini) haber verin!

64. Onu yerden siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?

65. Eğer isteseydik onu (o ekini tohumsuz) bir ot kırıntısı yapardık da siz şaşakalırdınız.

66. (O zaman şöyle derdiniz): "Doğrusu biz çok zarara uğratıldık."

67. "Hatta umduğumuzdan mahrum kaldık."

68. İçmekte olduğunuz suyu da söyleyin bana!

69. Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa indirenler biz miyiz?

70. Eğer dileseydik, onu (içilmeyecek) tuzlu bir su yapardık. Hâlâ şükretmez misiniz?

71. Söyleyin şimdi bana, çakmakta olduğunuz ateşi!

72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz miyiz yaratan?

73. Biz onu bir ibret ve çöl yolcuları için bir fayda yaptık.

74. Çok büyük olan Rabbinin adını tesbih et!

75. Hayır! Yıldızların yerleri üzerine andolsun ki!

76. Bu, eğer bilirseniz, gerçekten büyük bir yemindir.

77. Muhakkak ki o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır.

78. Koruma altında olan bir kitaptadır.

79. Temizlenmiş olanlardan başkası ona el süremez.

80. Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

81. Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

82. Rızkınıza karşılık şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?

83. Can boğaza dayandığında,

84. Siz (o can çekişen kimseye) bakar durursunuz.

85. Biz ona sizden yakınız, fakat siz görmezsiniz.

86. Eğer siz hesap ve ceza görmeyecekseniz,

87. Onu (çıkmak üzere olan canı) geri çevirsenize! İddiânızda doğru sözlü iseniz.

88. O (ölen kişi Allah'a) yaklaştırılanlardan ise,

89. Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti var.

90. Eğer sağcılardan ise,

91. "Ey sağcı! Sağcılardan sana selâm!" denir.

92. Amma yalanlayıcı sapıklardan ise,

93. İşte ona kaynar sudan bir ziyafet,

94. Ve cehenneme atılma vardır.

95. Kesin gerçek budur işte.

96. Çok büyük olan Rabbinin adını tesbih et!

VAKIA SÛRESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Vakıa (tartışmasız bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman,

2 Onun vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan1 diyecek yoktur.

3 O aşağılatıcı, yücelticidir.2

4 Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,3

5 Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı,

6 Derken toz duman halinde dağılıp-savrulduğu.

7 Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman;4

8 İşte o "Ashab-ı Meymene"5 olanlar, ne (kutlu) "Ashab-ı Meymene"dir.

9 "Ashab-ı Meş'eme"6 olanlar da, ne (mutsuz ve uğursuz) "Ashab-ı Meş'eme"dir.

AÇIKLAMA

1. Bu cümleden, kafirlerin kıyamet günüyle ilgili konuşmalarına bir cevap verildiği anlaşılmaktadır. İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeliler Hz. Peygamber'in (s.a) davetini işittiklerinde, kıyametin vukuunu, kainatın ve yeryüzünün alt-üst olmasını, yeniden dirilişi, hesap gününü, ceza ve mükafat vs. gibi olayları imkansız olarak görüyorlardı. Onlar, yeryüzünün, denizlerin, dağların, Ayın, Güneşin ve yıldızların yok olup asırlardan sonra bunca insanın yeniden dirileceğini hayretle karşılıyorlardı. Ve sonuçta "Cennet ve Cehennem bir hayal ürünüdür. Bu tür hayallere nasıl inanabiliriz?" diyorlardı. Bu tartışmaların tüm Mekke'yi sardığı bir atmosferde şöyle buyuruldu:

"Olacak vakıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse çıkmaz"

Burada kıyamet için "vaka'at" ifadesi kullanılmıştır. Yani o muhakkak vuku bulacaktır. Daha sonra "el-vakıa" kelimesi kullanılmaktadır ki, bu kelime lügatta aniden vuku bulan olaylara atfen kullanılır. "Leyse li vak'atiha kazibe" ifadesi ise iki anlama da gelebilir: a) "Muhakkak bu olay gerçekleşecektir ve hiç kimse onun gerçekleşmesini engelleyemez," b) "O, vukuu bulduğunda hiç kimse onu yalanlayamayacaktır."

2. "" iki şekilde de anlaşılabilir. Birincisi, "O gün, her şeyi alt-üst edecektir", ikincisi "O gün, düşmüş olanları kaldıracak, dik olanları devirecektir." Yani o gün insanın zillet ve izzetinin ölçüsü farklı olacaktır. Dünyada kendilerini izzet sahibi sananlar zelil olurken, zelil sayılanlar izzet sahibi kabul edileceklerdir.

3. Yani, bu deprem belirli bir bölgeyi değil, tüm yeryüzünü kaplayacaktır.

4. Burada hitap, her ne kadar, Kur'an'ın indiği zamanki muhatablarına ve şimdiki okuyuculara gibi görünüyorsa da, aslında bu ifade tüm insanlığı kapsamaktadır. Yani ilk insandan itibaren, kıyamet gününe kadar tüm insanlık, bu üç grup içinde mütelaa edileceklerdir.

5. "Ashab'ul-Meymene"; Meymene, lügatte "yemin" (sağ el) veya "yumn" (uğurlu) anlamlarının her ikisin ede gelebilir. Şayet yemin kelimesinden türediğini kabul edersek, Meymene "sağ el" anlamına gelir. Ancak burada lügavî anlamında değil, "yüksek mertebe" anlamında kullanılmış olabileceğini belirtmeliyiz. Çünkü Araplar sağ eli, kuvvet ve şerefin sembolü olarak nitelerlerdi. Nitekim hürmet ettikleri kimseleri, meclislerde sağ köşeye oturturlardı. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında önemli bir yeri olduğunu söylemek istediğinde "Fulanun minnî bil-yemin" (o benim sağ kolumdur) derdi. Urduca'da da önemli bir adamın yardımcısına "Desterast" (sağ kolu) denir. Fakat "Meymene" kelimesinin "yumn" dan türediğini kabul edersek, "ashabu-ul meymene" uğurlu, bahtı iyi olan, saadet sahipleri anlamına gelir.

6. "Ashab-ul Meş'eme"; Meş'eme, "şum" kelimesinden türemiştir. Uğursuzluk, talihsizlik demektir. Ayrıca lügatte sol el için "şu'ma" tabiri kullanılır. Nitekim Araplar "şimal" (sol el) ve "şu'ma" (uğursuzluk) kelimelerini aynı anlamda kullanırlar. Araplarda, sol el zayıflığın ve zilletin simgesidir. Örneğin, sefere çıkan bir kimsenin sol tarafından bir kuş uçtuğu zaman bu olayı uğursuzluk olarak telakki ederlerdi. Yine Araplar, bir kimseyi mecliste sol tarafa oturturlarsa eğer, bu o kimseyi aşağı mevkide ve önemsiz gördükleri anlamına gelirdi. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında bir yeri olmadığını söylemek istediği zaman "Fulanun minnî bi'l şimal" (O benim sol kolumdur) derdi. Dolayısıyla "Ashab'ul Şimal" bedbaht olanlardır. Yani Allah, onları zillete düçar etmiştir ve onlar O'nun huzurunda sol tarafta bulunacaklardır.

10 Yarışıp öne geçenler7de, öne geçmiş öncülerdir.

11 İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.

12 Nimetlerle-donatılmış Cennetler içinde;

13 Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden.

14 Birazı da sonrakilerden.8

15 'Özenle mücevherlerden işlenmiş' tahtlar üzerindedirler;

16 Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır.

17 Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler9 dönüp dolaşır;

18 Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

19 Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.10

20 Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

21 Canlarının çektiği kuş eti.11

22 Ve iri gözlü huriler,

AÇIKLAMA

7. "Sabikun" (sabıklar) iyilik ve hak için çaba sarf edenlerdir. Yani Allah ve Rasulü'nün çağrısına hiç tereddüt etmeden "Lebbeyk" diyenler, Allah yolunda cihad ve infak etmek, hakka hizmet, hayra davet ve tebliğ için, kısaca Marufu emr, Münkeri nehyetmek için fedakarlık eden ve bu yolda her sıkıntıya karşın yürüyenlerdir. Dolayısı ile ahirette en önde bu kimseler olacaktır.

Yani Allah'ın huzurunda sağda salihler, solda fasıklar ve en önde sabıklar bulunacaktır. Nitekim bu konuda Hz. Aişe'den (r.a) bir hadis rivayet edilir. Hz. Peygamber (s.a) ashabına: "Kıyamet günü Allah'ın gölgesine en önde girenlerin kim olduğunu biliyor musunuz? diye sorar. Ashab da "Doğrusunu Allah ve Rasulu daha iyi bilir" diye cevap verince Hz. Peygamber (s.a) şöyle der: "Onlar, kendilerine hak yolunda çağrıda bulunulduğu zaman hemen icabet eden, kendilerinde hakkı olanın hakkını ödeyen, başkaları hakkında kendileri için nasıl karar verirlerse, o şekilde karar veren kimselerdir" (Müsned-i Ahmed)

8. Müfessirler "evveliyn" ve "ahiriyn" ifadelerinin yorumu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Birinci grup, Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gelen tüm ümmetleri "evveliyn", Hz. Muhammed'den kıyamete kadar yaşayanları ise "ahiriyn" olarak kabul etmektedir. Bu yorum kabul edildiğinde, Rasulullah'tan binlerce yıl önce yaşayan insanlar arasındaki "sabıkların" sayısı, kendisinden sonra yaşayanlar arasındaki "sabıkların" sayısından daha çok olacak demektir. İkinci grup; bu ifadelerin sadece Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetini tazammun ettiği görüşündedirler. Yani İslâm'ın ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha çok olacaktır. Üçüncü grup ise bu ifadelerin, her peygamberin ümmetini ayrı ayrı tazammun ettiği görüşündedirler. Yani, her peygamberin ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha fazladır. Bu üç görüş de makuldur ve her üçünün de doğru olması mümkündür.

Bir de dördüncü bir görüş daha vardır ki, bu görüşün de doğru olması mümkündür. Onlara göre, her devrin ilk dönemlerinde sabıkların sayısı nisbeten fazladır. Sonraki dönemlerde ise bu sayı azalır. Çünkü nüfus artışının hızıyla, sabıkların sayısının artma hızı aynı olmaz. Dolayısı ile toplam rakam oran olarak ilk dönemlerde daha fazladır.

9. Bu ifade ile, yaşlarının değişmeyeceği gençler kastolunuyorlar. Hz. Ali ve Hasan Basri'ye göre bu gençler, dünyada ne günahları ne de sevapları olmayan gençlerdir. Sevapları olmadığı için Cenneti, günahları olmadığı için de Cehennemi hak etmemişlerdir. Onların ebeveyni de Cennete girmemiştir. Çünkü Müslümanlara, çocuklarının da kendileriyle birlikte olacağı, Allah'ın bir va'didir. (Bkz. Tur: 21). Bu hususu te'yid eden bir hadis, Hz. Enes ve Hz. Semire bin Cündüp'tan nakledilmektedir. "Rasulullah şöyle dedi: Müşriklerin çocukları Cennet ehline hizmet edeceklerdir." (Ebu Davud, Tayâlisi, Tabaranî ve Bezzar.) Bkz. Saffat an: 26, Tur: 19)

10. Bkz. Saffat an: 27, Muhammed an: 22, Tur an: 18

11. Bkz. Tur an: 17

23 Sanki saklı inciler gibi;12

24 Yapmakta olduklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

25 Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne de günaha sokma.13

26 Yalnızca bir söz (işitirler:) "Selam, selam."14

27 "Ashab-ı Yemin", ne (kutludur o) "Ashab-ı Yemin."

28 Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları),15

29 Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları,

30 Yayılıp-uzanmış gölgeler,

31 Durmaksızın akan su(lar);

32 Ve (daha) birçok meyveler arasında,

33 Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler).16

34 Yükseklere-kurulmuş döşekler(dedirler).

35 Gerçek şu ki, biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

36 Onları hep bakireler olarak kıldık,17

37 Eşlerine sevgiyle tutkun18 (ve) hep yaşıt,19

38 "Ashab-ı Yemin" olanlar için.

39 (Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden,

40 Birçoğu da sonrakilerdendir.

41 "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdurlar o) "Ashab-ı Şimal."

42 Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,

43 Ve kapkara dumandan olan bir gölge içindedirler,

AÇIKLAMA

12. Bkz. Saffat an: 28-29, Duhan an: 42, Rahman an: 51

13. Bu, Kur'an'da bir çok yerde zikredilmiş bulunan Cennet nimetlerinden bir nimettir. Bu nimet, insanların orada hiç bir boş söz, yalan, gıybet, bühtan, sövgü, laf-ü güzaf, alay ve aşağılama duymayacak olmalarıdır. Kötü bir toplum içinde yaşayan zevk-ü selim sahibi bir kimse, Allah'ın insanlara Cennette va'ad ettiği bu nimetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu iyi bilir.

14. Bu ifadeden bazı kimseler Cennette sadece "selam" seslerinin duyulacağı kanaatine varmışlardır. Oysa doğrusu, bu ifadeyle Cennette selim sözlerin duyulacağıdır. Yani yukarıdaki 13. açıklama notunda zikredilen kötü sözlerin hiç biri olmayacaktır.

15. Yani, dikensiz meyva. Bazı kimseler "bu meyvenin ne özelliği var ki Allah bunu müjdeliyor?" diyerek hayret edebilirler. Ancak değil Cennette, dünyada dahi öyle meyvalar vardır ki, insan bu meyvalardan tattı mı ondan vaz geçemez. Bu meyvada ne kadar kaliteli olursa o oranda dikeni az olur. Dolayısıyla Cennetin bu meyvasının dikensiz olacağı bildirilmiştir. Yani onlar dünyadakilerden çok daha kaliteli olacaklardır.

16. "" ifadesi ile bunların mevsimlik meyveler olamıyacağı ve devamlı bulunup tükenmeyeceği; "La memnuatin" ifadesiyle de dünyadaki bağ ve bahçelerde olduğu gibi bu meyvalardan almak için herhangi bir engelle (diken, yükseklik vs.) karşılaşılmayacağı kastolunmaktadır.

17. Bu kimseler, salih amelleri dolayısıyla Cenneti haketmiş mümine kadınlardır. Bu kadınlar, dünyada iken ne kadar yaşlanmış olurlarsa olsunlar, Allah onları gençleştirecek, Cennete genç, güzel ve bakire olarak gireceklerdir. Şayet eşleri salih müminlerse, Cennette onlarla birlikte olacaklardır.

Şayet mümin değillerse, Allah bu mümine kadınları Cenneti hak etmiş başka müminlerle evlendirecektir. Nitekim bu ayetin izahı, Hz. Peygamber'in (s.a) çeşitli hadislerinde de aynı şekilde yapılmıştır. Tirmizi'nin "Şemail"inde şöyle bir hadis zikrediliyor: "Yaşlı bir kadın Rasûlullah'a gelerek "Ya Rasulullah! Bana Cenneti nasip etmesi için Allah'a dua et" diye ricada bulunmuştur. Rasulallah "Hiç bir ihtiyar Cennete giremez" şeklinde cevap verince, kadın ağlayarak geri döner. Bunun üzerine Rasulullah "Ona haber verin ki hiçbir kadın, ihtiyar olarak Cennete girmeyecektir. Allah, onları yeniden yaratacağını ve bakire olarak Cennete gireceklerini bildirmiştir." der. İbn Ebi Hatim, bu ayetin izahı sadedinde, Hz. Seleme bin Yezid'in bir rivayetini nakletmiştir. "Rasulullah, bu ayet ile evli veya bakire olarak ölmüş olan bu dünyanın kadınları kasdolunmaktadır. Onlar Cennete bakire olarak gireceklerdir" demiştir. (Tabarâni) Yine Tabarâni'nin Ümmü Seleme'den naklettiği uzun bir rivayette, Ümmü Seleme, Rasulullah'a Cennette kadınlar hakkında bir çok soru yöneltir. Bu hadiste Rasulullah söz konusu ayeti şöyle açıklar: "Bunlar, dünyada yaşlanmış, gözleri çökmüş, saçları ağarmış kadınlardır. Allah, onları genç ve bakire olarak yeniden yaratacaktır." Ümmü Seleme "Şayet o kadın dünyada iken bir kaç kez evlenmiş ise ve kocalarının hepsi de Cennetteyse, o kadın hangi kocaya verilecektir?" diye bir soru yöneltince Rasulullah şöyle cevap verir "Böyle bir durumda Allah kadına "Sen hangisini istersen onu seç" diyecek ve kadın da onların içinde en iyi, en ahlâklı olanını ve kendisine dünyada iken en güzel şekilde davrananı seçecektir." Rasulullah daha sonra "Güzel ahlâklı olan, bu dünyada da ahirette de tüm iyiliği elde eder" diye buyurmuştur. Bkz. Rahman an: 51

18. "Uruben" lügatte, seçkin özelliklere sahip olan, yani hoş görülü iyi huylu, cazibeli, kocalarına gönülden bağlı ve kocalarının da kendilerine açık olduğu kadınlar için kullanılır.

19. Yani, onlar kocaları ile aynı yaşta olacaklardır. Veya şu şekilde anlam verilebilir: "Cennette tüm kadınlar aynı yaşta olacaklardır." Her ikisinin de doğru olması muhtemeldir. Bir hadiste, erkeklerin Cennette, bedenleri üzerinde kıl olmayacağı, bıyıklarının yeni terlemeye başlamış ve sakalları da henüz bitmemiş, beyaz tenli ve sağlam vücutlu, cazibeli bakışlara sahip ve 33 yaşında olacakları beyan olunmaktadır. (İmam Ahmed, Ebu Hureyre'den nakletmektedir. Hemen hemen aynı rivayeti Tirmizi, Muaz bin Cebel ve Said bin Hudri'den naklediyor)

44 Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim).

45 Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı.

46 Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.20

47 Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?"

48 "Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?"

49 De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de,"

50 "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

51 Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalancılar,

52 Hiç şüphesiz zakkum21 olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.

AÇIKLAMA

20. Yani, zenginlik onları olumsuz yönde etkilemiştir. Allah'a şükretmeleri gerekirken, O'nun nimetlerine nankörlük etmişler, nefislerinin arzusuna uymuşlar ve böylece Allah'ı unutmuşlardır. "Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı." Büyük günah oldukça kapsamlı bir ifadedir. Bu ifade ile, şirk, küfür, ateizm, ahlâksızlık, fasid ameller vs. kast olunmaktadır.

21. "Zakkum" ile ilgili izah için bkz. Saffat an: 34

53 Böylece karınları(nızı) onda dolduracaksınız,

54 Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz.

55 Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz.

56 İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.

57 Sizleri biz yarattık,22 yine de tasdik etmeyecek misiniz?23

58 Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?

59 Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz?24

60 Sizin aranızda ölümü takdir eden biziz 25ve bizim önümüze geçilmiş değildir;

61 (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

AÇIKLAMA

22. Bu ayetten 74. ayete kadar Ahiret ve Tevhid akidesi hakkında deliller öne sürülmüştür; zira müşrikler özellikle bu iki konu hakkında itirazlarda bulunuyorlardı. Dolayısıyla buradaki deliller, hem ahiret akidesini ispat, hem de Tevhidin hak oluşunu vurgulamak için serdedilmiştir.

23. Yani, "Benim sizlerin Rabbi ve Mabudu olduğumu, sizleri yeniden yaratabileceğimi tasdik etmeniz gerekmez mi?

24. Bu kısa cümleyle insanoğlunun dikkati çok önemli bir noktaya çekilmektedir. Bir kimse, değil kainattaki diğer varlıkları, sadece kendisinin bile nasıl dünyaya geldiğini bir düşünecek olursa, o kimsenin Allah ve ahiret hakkında hiçbir şüphesi kalmaz. İnsanın meydana gelişini bir düşünün. Erkeğin nutfesi, kadının rahmine intikal eder ve bir bebek dünyaya gelir. Fakat nutfenin, kendiliğinden bir insan meydana getirebilme veya insana çeşitli yetenekler verebilme gücü var mıdır? Söz gelimi kendi kendine meydana gelen, ya da Allah'dan başkasının yarattığı bir kimse var mıdır? Bir nutfeyi taşıma, ana rahminde safha safha geliştirme ve doğan çocukları ayrı ayrı şekillendirerek, onlara çeşitli yetenekler verme, erkek ve kadının veya bir başkasının gücü dahilinde midir? Tüm bunları Allah'dan başka (anne, baba, doktor, peygamberler, veliler) kim yapabilmeye muktedirdir? Oysa onların kendileri de diğer insanlar gibi dünyaya gelmişlerdir. Onlar da Allah'ın mahlukatındandır ve O'nun karşısında hepsi de aciz varlıklardır. Ya da Güneş, Ay ve yıldızlar mı onları yarattı? Oysa onlar da Allah'ın kendileri için koyduğu nizama tabidir ve onun emirlerine uymak zorundadırlar. Ayrıca doğacak çocuğun kız mı, erkek mi olacağına Allah'tan başkası mı karar veriyor? Çocuğun güzel mi, çirkin mi, zeki mi, aptal mı olacağını kim tayin ediyor? Toplumların içinde o toplumu yükseltecek veya alçaltacak hangi insanların çıkacağına yine kim karar veriyor? Elbette müşriklerin ve ateistlerin bu sorulara makul cevap veremeyeceğini ön yargısız her insan kabul edecektir. Bu soruların doğru cevabı, "İnsanı yaratan ancak Allah'dır" demekten başkası değildir. Eğer hakikat bu ise -ki gerçekten budur- insanoğlu hangi cüretle Allah'a karşı müstağni davranır ve sorumsuzca Allah'tan başkasına kulluk eder!

Tevhid gibi Ahiret akidesi de bir hakikattır. Düşünün bir kere; insanın mikroskop ile görmesinin dahi güç olduğu erkek spermi, kadının yumurtasıyla birleşerek bir hücre oluşturmaktadır. İşte insan hayatı böylece başlar ve dokuz ay boyunca çeşitli safhalardan geçer. Sonunda bir insan şeklini aldığında, annesinin bedeni onu dışarı çıkarır ve dünyaya gönderir. Tüm insanlar dünyaya bu şekilde gelmişlerdir ve hâlâ da gelmektedirler. Bu kadar harikulade bir şekilde insanları yaratan Allah, niçin belli bir süre için yarattığı bu insanları başka bir zaman ve başka bir tarzda yaratmaya kadir olmasın?

25. Yani, sizlerin doğumu gibi ölümü de bizim elimizdedir. Kimin anne karnında, kimin belli bir yaşa ulaştıktan sonra, kimin nerede ve nasıl öleceğine biz karar veririz. Eceli gelen kimsenin, ölümüne hiç kimse mani olamaz. Dünyanın en iyi doktorları dahi o kimseyi kurtarma gücüne sahip değillerdir. Çünkü doktorlar da ecelleri geldiğinde ölürler ve kendilerini ölümden kurtarmaya güçleri yoktur.

62 Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; 26ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?27

63 Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü?

64 Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?28

65 Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız.

66 (Şöyle de sızlanırdınız:) "Doğrusu biz, ağır borç altına girip-zorlandık,"

67 "Hayır, biz büsbütün yoksun bırakıldık."

68 Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?

AÇIKLAMA

26. Yani, "sizlere bu vasfı, bu sureti ve yetenekleri vermekten aciz değilim. Sizleri bir nutfeden yarattım ve annelerinizin karnında safha safha geliştirerek bir bebek olarak dünyaya getirdim ve böylece sizleri yarattım. Fakat sizleri aynı yaşta yeniden yaratacağım. Ancak bu sefer görme, işitme ve diğer vasıflarınız dünya ölçülerinden farklı olacaktır. Çünkü ben bu ölçüleri de değiştirmeye muktedirim. Dolayısıyla kıyamet günü sizlerin bu vasıflarınız değişecektir. Yani bedenlerinize, el ayak ve gözlerinize konuşabilme özelliği verilecektir. Zira kendisi ile konuştuğunuz dilinize, o özelliği ben verdim, dolayısıyla sizin hiç bir uzvunuzu konuşturmaktan aciz değilim. Bu yüzden kıyamet günü her uzvunuzu konuşturacağım. Yaşamınızın ve ölmenizin bağlı olduğu kanunları değiştirmek de benim elimdedir. Sözgelimi, sizler bu dünyada, bir kaza sonucunda veya bir nedenle hayatınızı kaybediyorsunuz ama öbür dünyada ben bu kanunları değiştirmeye da kadirim.

Örneğin ne kadar azap görürse görsün, hiç bir Cehennem ehli, orada ölmeyecektir. Yine, sizler bu dünyada bir gencin yaşlanmayacağını veya bir kimsenin hiç hastalanmayacağını tasavvur bile edemezsiniz. Fakat ben bu kanunları değiştirmeye muktedirim ve orada bu kanunları değiştireceğim için Cennette hiç kimse yaşlanmayacak ve Cennet ehlinin gençlik ve sıhhati ebedi olacaktır."

27. Yani, sizleri bir nutfeden yaratmamız, annenizin kabir gibi karanlık olan karnında yetiştirmemiz, sizlere kalp, beyin, el, ayak gibi uzuvlar vererek akıl, şuur, ilim, hikmet, sanat vs. yeteneklerle donatmamız, ölüleri diriltmekten daha mı basit bir mucizedir? Bu mucizeleri, gece-gündüz görmenize rağmen niçin hâlâ ölümden sonra dirilişin, Cennet-Cehennem gibi vakıaların imkansız olduğunu sanıyorsunuz?

28. Yukarıda insanoğlunun dikkati, kendisini yaratan Allah olduğu noktasına çekilmişti. Şimdi ise, hayatını devam ettirebilmek için muhtaç olduğu rızkı da Allah'ın yarattığı vurgulanmaktadır.

"Yaratılışınızda sizin, babanız tarafından annenizin rahmine bir sperm olarak bırakılmaktan başka bir payınız yoktur. Bir çiftçi de toprağa tohum eker, birçok tohumu besleyen toprak bu tohumun gerekli ihtiyaçlarını karşılar ve sonunda tohumun ağaç, bitki, vs. olmasını sağlar. Elbette toprağa bu özellikleri veren sizler değilsiniz. O tohumların yetişmesi için belli bir oranda su, ısı, hava, belli mevsimler meydana getiren Allah'tır. Ayrıca aynı cins tohumdan aynı cins ağacın çıkması da Allah'ın hikmetidir. Şimdi bir düşünün, sizleri yaratan ve hayatınızı devam ettirebilmeniz için gerekli olan rızkı sağlayan Allah'a karşı müstağni davranırsanız böyle yapmakla nankörlük yapmış olmaz mısınız? Sizleri yaratan ve rızıklandıran Allah iken sizler ne cüretle başkalarına kulluk edebiliyorsunuz?"

Bu ayette her ne kadar Tevhid hakkında deliller ileri sürülmüşse de dikkat edilecek olursa, Ahiret ile ilgili delillerin de mevcut olduğu görülür. Örneğin; bir çiftçi toprağa tohum eker, o tohumlar tıpkı bir kabir içindeki ölü gibidirler. Fakat Allah onlara hayat verir ve toprağı, o tohumlarla canlı bir tarla haline getirir. Bu sayısız ölü tohumlar sizlerin gözleri önünde hergün kabirlerde dirilirler. İşte bu mucize sadece kendi başına yeterlidir. Fakat siz buna rağmen Kur'an'da verilen bu tür haberleri yalanlıyor, yani ölümden sonra dirilişi inkar ediyorsunuz.

69 Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren biz miyiz?29

70 Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık;30 şükretmeniz gerekmez mi?31

71 Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?

72 Onun ağacını32 sizler mi inşa edip-yarattınız, yoksa onu inşa edip-yaratanlar mıyız?

73 Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu);33 hem de ihtiyacı olanlara34 bir meta kıldık.

AÇIKLAMA

29. Yani, "Sizlerin sadece beslenme ihtiyacınızı karşılamakla kalmadık, ayrıca susuzluğunuzu girdermeniz için de suyu yarattık. Çünkü su, hayatınız için ekmekten daha önemlidir. Suyu siz yaratmadınız, tam aksine onu da sizlerin yararlanmanız için Allah yaratmıştır. Ayrıca denizleri de biz yarattık. Öyleki o denizlerden suyu, güneşin harareti vasıtasıyla buharlaştırarak yağmur yağdırırız. Belli dönemlerde buharlaşması, bulutlara dönüşmesi gibi özellikleri de suya veren biziz. Öyle ki rüzgarlar bu bulutları bizim emrimizle sürüklerler ve belli bölgelerde yine bizim tayin ettiğimiz zamanlarda yağmur yağdırırlar. Biz sizleri tek başınıza bırakmadık. Ayrıca, hayatınızı sürdürebilmeniz ve neslinizi devam ettirebilmeniz için de tüm koşulları düzenledik. Çünkü bu koşullar olmadan, sizlerin yaşaması mümkün olmayacaktır. Benim verdiğim rızıktan yararlanmanıza, yine bağışladığım suyu içmenize rağmen hangi cesaretle kendinizi benden müstağni sanıyor ve başkalarına kulluk edebiliyorsunuz.

30. Bu cümle, Allah'ın hikmet ve kudretine işaret etmektedir. Çünkü suyun hayat verici özelliğinden başka bir özelliği de belli bir derece ısıda buharlaştığında içinde buharlaşan suyun saf olmasıdır. Şayet su bu özelliğe sahip olmasaydı, denizlerden buharlaşan su, muhtevasında tuz da bulunduracak ve sonuçta yağmur yağdığında tüm yeryüzü çorak bir hale gelecekti. Aynı zamanda bu suyu insanlar içemeyecek ve hiç bir bitki yetişemeyeceği için de yeşillik olmayacaktı. Şimdi bir düşünün, sağır ve kör bir kuvvet böylesine hikmet ve kudrete dayalı bir nizam kurabilir mi? Öyle ki denizlerden saf su yükselmekte ve bulutlar halinde yeryüzünün belli bölgelerine belli zamanlarda ve belli noktalara yağmaktadır. Bu sular vasıtasıyla tatlı sular, çeşmeler, dereler, nehirler, kuyular oluşarak hayati ihtiyaçların sağlandığı, hikmete dayalı bir nizam kurulmuştur. Bu nizamda denizlerde yaşayan varlıklar tuzlu suda hayatlarını devam ettirebilirken, karada yaşayan varlıklar ise yağmur vasıtasıyla (tatlı su elde ederek) hayatlarını sürdürebilmektedirler.

31. Diğer bir ifadeyle, kiminiz nimeti yağmur tanrılarının bir lütfu, kiminiz de bunun sadece bir doğa kanunu olduğunu sanmaktadır. Fakat bu nimetin, Allah'ın rahmetinin bir sonucu olduğunu hiç düşünmüyorsunuz. Gerçekten de Allah'ın bu rahmeti karşısında O'na itaat ve ibadet edilmesi lazım gelmez mi? Ancak onlar, Allah'ın bu kadar büyük nimetlerinden yararlanıyor olmalarına rağmen, hâlâ şirk, küfür ve isyan içindedirler.

32. Bu kelime ile odun için kullanılan ağaçlar ya da merra ve afar isimli iki tür ağaç kastedilmiş olabilir. Bu iki tür ağacın dalları birbirine sürtüldüğünde ateş çıkarırlardı. Nitekim Araplar ateşi bu ağaçlardan elde ederlerdi.

33. Yani, "ateş", insana her zaman, yokluğu halinde insan hayatının hayvanlarınkinden pek farklı olmayacağını hatırlatır. Çünkü insanlar yemek yapmada ateşten yararlanırlar. Yine ateş olmadan sanayi gelişemezdi. Ayrıca icadlar için pek çok alan insana kapalı kalacaktı. Fakat insanoğlu, Allah'ın kendisine bir takım yetenekler bahşederek bu yetenekleri kullanabilmesi için gerekli şartları sağlamış olduğunu unutur. Sadece kendisinden yararlandığımız ateşin bile ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünecek olursak onu da Allah'ın yarattığını görürüz.

34. "Mukvin" lügatte çölde dinlenen yolcular için kullanılan bir kelimedir. Bazılarına göre bu kelime "aç olan kimse" anlamına gelirken bazılarına göre de yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak vs. herhangi bir nedenden dolayı yakılan ateşten yararlanan kişi demektir.

74 Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et.35

75 Hayır,36 yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim.

76 Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.

77 Hiç tartışmasız bu, Kur'an-ı Kerim'dir.37

78 Saklanmış-korunmuş bir kitapta (yazılı)dır.38

79 Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunmaz.39

80 Alemlerin Rabbinden indirilmedir.

AÇIKLAMA

35. Yani Allah'ın mübarek ismini açıkça tesbih edin ve O'nun her tür eksiklik, ayıp ve kusurdan münezzeh olduğunu beyan edin. Çünkü kafirler ahireti ve tevhidi inkar ederlerken, şirki ve küfrü seçerken bunu Allah'a atfetmektedirler.

36. Yani, "sizlerin sandığı gibi değildir." Burada Kur'an'ın Allah tarafından nazil olduğuna yemin edilirken lam-elif kullanılmış olmasından anlaşıldığına göre, bazı kimseler Kur'an hakkında yanlış iddialar ortaya atmışlardır. İşte burada bu iddialara reddiye olmak üzere yemin edilmektedir.

37. Yıldızların mevkilerine yemin edilmesinin amacı, onların muhtelif mesafelerde bulunmuş olmalarındandır. Kur'an'ın yüce mertebeye haiz bir kitap oluşu dolayısıyla yine muhkem ve merbut olan yıldızlar sistemine yemin ediliyor.

Yani bu nizam, nasıl muhkem ve merbut ise Kur'an da muhkem ve merbut bir sözdür. Dolayısıyla kainattaki bu gezegenler sistemini yaratan Zat ile Kur'an'ı nazil eden Zat aynıdır. Yıldızlar gökte nazıl yayılmışlarsa ve görünüşte hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünüyorlarsa -ki aslında birbirlerine sıkıca bağlı bir sistem içindedirler- Kur'an'ın ayetleri de aynı şekilde birbirlerine bağlı, uyum ve ahenk içindedirler. Bir hayat nizamını tebliğ eden bu kitaptaki sistem, bir inanca dayalı ahlak, ibadet medeniyet, kültür, ekonomi, adalet, barış ve savaş kanunlarını, kısaca hayatın tüm yönlerini kapsamaktadır. Ve bu hayat nizamının el kitabında emredilen tüm talimatlar birbiriyle uyum içinde olmalarına rağmen ayrı mahal ve mevkilerde indirilmiştir. Ayrıca bu gezegenler sistemi nasıl bağımsız ise ve kendisinde hiç bir değişiklik yapılamazsa, Kur'an da aynı şekilde muhkem ve merbut bir yol göstericidir.

38. Yani, Levh-i Mahfuz'da. Bundan dolayı Kitab-ı Meknun (korunmuş kitap) denilmiştir. Öyle ki, hiç kimse ona yaklaşamaz. Yani Kur'an, Rasulullah'a (s.a) nazil olmadan önce Allah indinde mahfuz idi. Dolayısı ile hiç kimse onu değiştiremez ve ona yaklaşamaz.

39. Bu ayet, kafirlerin, "Kur'an'ı Muhammed'e Allah vahyetmiyor. O'na cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki iddialarına bir reddiyedir. Nitekim bu iddialanın cevabı Kur'an'ın muhtelif yerlerinde verilmiştir. Örneğin, Şuara Suresi'nde (210-212) şöyle buyurulmuştur:

"O Kur'an'ı şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da, çünkü onlar işitmekten uzaklaştırılmışlardır."

Aynı konu bu ayette de ele alınmıştır. "İlla'l-Mutahharun" (Temiz olanlar hariç) Yani Kur'an'ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için "mutahharûn" ifadesinin kullanılmasının nedeni, Allah'ın onları her türlü kötülükten arınmış varlık kılmış olmasıdır.

Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve sibakından da aynı anlam çıkmaktadır. Zira bu ayet, kafirlerin Tevhid ve Ahiret akidesi hakkında yanlış düşünceleri beyan edilirken onların bu yanlışlarının vurgulanması sadedinde zikredilmiştir.

Kur'an yüce bir kitap olduğu ve hiç kimsenin ona müdahale edemeyeceği gerçeğinden hareketle yıldızlar üzerine yemin edilmiştir. Çünkü O, Allah indinde mahfuzdur ve ayrıca Hz. Peygamber'e (s.a) nazil olurken pâk ve temiz (Mutahharûn) meleklerden başkası O'na yaklaşamaz. Bazı müfessirler ayette geçen (La) yı nehiy La'sı olarak kabul etmiş, ayeti "temiz olanlardan başkasının Ona dokunmaması gerekir" şeklinde yorumlamıştır. Bazıları ise nehiy "La"sı olarak kabul etmiş ve ayete "temiz olanlardan başkası Ona dokunamaz" şeklinde anlam vermiştir. Bu müfessirler, bu nehyin, Rasulullah'ın (Müslümanlar kardeştir. Biri diğerine zulm etmez." hadisindeki gibi kullanıldığı görüşündedirler. Yani, "Bir Müslüman diğerine zulmetmesin" denilmek istenmiştir. Dolayısı ile ayetin anlamı da "temiz olmayan bir kimse Kur'an'a dokunmasın" şeklinde anlaşılmalıdır.

Ancak bu yorum ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Çünkü ayette kafirlere seslenilmektedir. Yani şöyle buyurulmuştur: "Bu, Allah tarafından nazil edilen bir sözdür ve "Rasulullah'a cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki düşünceniz batıldır. Zira O'na temiz olandan başkası yaklaşamaz bile."

Görüldüğü gibi bu ayetten, "Kur'an'a abdestsiz dokunmak yasaktır" şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu olmadığını söyleyebiliriz. Ancak, Allah indinde bu kitaba temiz olanların dışında hiç bir mahluk nasıl yaklaşamaz ise, dünyada da bu kitaba, ilahî bir kitap olarak iman edenlerin, temiz olmadan ona dokunmaktan kaçınmaları gerektiği öne sürülebilir. Bu mesele hakkında muhtelif rivayetleri aşağıda zikretmekte yarar görüyoruz:

1) İmam Malik'in Muvatta adlı eserinde, Abdullah bin Ebubekir, Muhammed bin Ömer bin Hazm'dan naklettiği rivayete göre, Hz. Peygamber'in (s.a.), Ömer bin Hazm ile Yemen beldesi liderlerine gönderdiği yazılı emirlerden biri "La yemessuhûl-Kur'ane illa tahîrûn" şeklindedir. Aynı konu ile ilgili mürsel bir rivayeti Ebu Davud, İmam Zühri'den nakletmiştir. O, Rasulullah'ın Ebu Bekir Muhammed bin Ömer bin Hazm ile gönderdiği yazılı vesikayı Ömer bin Hazm'ın elinde gördüğünü söylemektedir.

2) Hz. Ali'nin rivayet ettiğine göre, cünüplüğün dışında hiçbir şey Hz. Peygamber'i Kur'an okumaktan alıkoymazdı. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei)

3) İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, cenabet ve hayız halinde olanların Kur'an okumamalarını emretmiştir. (Ebu Davud, Tirmizi)

4) Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Bizans İmparatoru Herakliyus'a Hz. Peygamber'in (s.a.) gönderdiği mektupta "Ey Ehli Kitap, sizinle bizim aramızdaki ortak bir kelimeye gelin..." ayeti yazılı idi.

Bu mesele hakkında Saha

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin