Uraz, sözde soykırım iddialarını değerlendirdi
Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Onur Uraz, Ermenilerin sözde soykırım iddiaları, soykırımın tanımı, uluslararası hukuktaki örnekleri ve bu hususta Batı'nın çelişkilerine dair soruları yanıtladı.
Soykırım suçunu kim tanımlıyor?
Soykırımın iki farklı tanımından bahsedebiliriz. Çünkü soykırımın hiç politik olmayan bir çıkış noktası var. Bir Polonya Yahudisi olan hukukçu Raphael Lemkin'in bulduğu bir kavram aslında bu. Lemkin, 1944 tarihli Axis Rule kitabında dokuzuncu kısımda Yunancadan "genos" ve Latince "caedo" iki kelimeyi birleştirerek bu kavramı buluyor.
Daha sonra 1946 yılında BM Genel Kurulu'nun bir kararıyla ilk kez resmi belgelere giriyor. 1948 yılında da hukuken tamamlanıyor. Önemli kısım şu; Lemkin'in yaptığı tanımla bizim hukuken sahip olduğumuz tanım kapsam olarak birbirinden farklı. Lemkin'in tanımı ziyadesiyle geniş. Tarihsel bağlamda birçok şeyi kapsıyor. Eğer Lemkin'in tanımı kabul etseydik bugün birçok şeye soykırım diyebilirdik. Fakat günün sonunda en önemli ayrımımız, sorumuz aslında şu: Soykırım bir hukuki tanım mıdır, yoksa bir sosyal olgu ve sosyolojinin, tarih biliminin konusu mudur? Kesinlikle ilki.
Soykırımın hukuki anlamda net tanımı nedir?
Bizim uyguladığımız hukuken takip ettiğimiz tek bir tanım var: 1948 sözleşmesi. Roma Statüsü ile bir daha teyit edildi, hiç değiştirilmedi. Belki de en uzun süredir aynı kalan tanım ve bu tanımda çok net şekilde soykırım suçunun çerçevesi çiziliyor.
Asıl soykırımı ayırt eden şey hukuki bağlamda ve tek geçerliliği olan tanım bağlamında "kasıt". O da şöyle tanımlıyor: Bir grubu kısmen ya da bütünüyle -ki dört grubu sadece korur; ulusal, ırksal, dini ve etnik gruplar- ya da kasten yok etmek kastıyla bu fiillerden birini işlerseniz der tanım. Asıl ayırt edici ve bulmamız gereken nokta bu. 1915 olayları hususunda da neden mesela Ermeni savlarını savunan kimseler hukukun hep dışında kalıyorlar? En önemli sebeplerinden biri de bu.
Bu tanım konusunda maalesef biz de hata yapıp işi çok fazla sosyal bilimlere, tarihe taşıdığımız anda aslında Ermenilerin daha güçlü olduğu noktaya taşımış oluyoruz. Ama genel anlamda çok politize edilen bir şey soykırımın tanımı.
Ermeniler soykırımın hukuki tanımını görmezden mi geliyor?
Zaten Ermeni tezini ve savını kullanan kimselerin hukuki tanıma başvurma şansı yok. Böyle bir istekleri de yok. 1944'te ilk kez ortaya atılmış, 1946'da hukuki metinlere girmiş, 1948'de de gerçekten bağlayıcı şekilde bir metne dökülmüş uluslararası hukuk bağlamındaki bir kavramı nasıl oluyor da siz 1915'e geri yürütüyorsunuz? Bunla ilgili de zorladıkları çok yerler var ama hiçbiri makul açıklamalar değil. O yüzden her zaman önlerinde bu engel olacak.
Yahudi Soykırımını ve 1915 olaylarını aynı kefeye koymak çelişki değil mi?
Bu genel bir tartışma konusu aslında. Hatta Yehuda Bauer gibi bazı ünlü akademisyenler şunları da söylüyorlar: "Nazi soykırımı tekil bir olaydı. Asla benzeri yaşanmayacak. Bizce Holokost ile soykırım kavramını ayırmalıyız."
"İkisi aynı yere konulamaz" diye bir iddia da var. Bu bağlamda bunu da düşünebiliriz ama bu karşılaştırma her daim yapılıyor, "o öyleyse, bakın bu böyle değildi" diye. Halbuki biz en azından hukuki bağlamda çok daha basit, daha matematiksel bir formülle düşünüyoruz, bu var mıydı yok muydu?
Soykırım kastı bağlamında zaten Nazi Almanyası'nın belgeleri ortada. Hiçbir şey yoksa Hitler'in yazdıkları, "Kavgam" kitabında söyledikleri ortada. Kasta dair hiçbir soru işaretinin olmadığı iki olaydan biri bu. Diğeri de Ruanda'dır. Ruanda'da da net bir şekilde kasıt bellidir.
Ama diğer olayların tümünde bugüne kadar mahkeme önüne gelmiş Srebrenitsa gibi kasıt, hep bir soru işareti oldu. Bununla ilgili de bazı mahkemeler mecburen teoremler geliştirmeye çalıştı. Bunlardan en önemlisi de şu: Diyorlar ki böyle net bir belge, kasıt bulamadığımız zaman, biz olayın bütününe bakarız, olayın bütününden yapılabilecek tek çıkarım, soykırım kastı olduysa o zaman soykırım kastının var olduğunu söylemektir. Çünkü bunu direkt olarak bulmamız çok zor.
Şunu da ziyadesiyle tarihçilerimize tavsiye ediyorum. Bu sayı, kaç kişi hayatını kaybetti-etmedi, kaçı göç etti-etmedi gibi tartışmalar hukuk nezdinde çok makul tartışmalar değil. Çünkü bunların önemi yok. Bizim için en önemli şey -basitçe bir formülasyon olarak söyleyeyim- kasıt var mı yok mu? Gerek göç fiilleri, gerek orada yaşanan talihsiz bazı ölümler böyle bir kasta binaen mi oldu, olmadı mı? Bunun için de genel resmi çizip genel resim içinde tek çıkarımın bu kasıt olamayacağını kanıtlamamız lazım. Bunun için elimiz çok güçlü. Biz aslında yanlış yerlerde dolanıyoruz. Bu işi hukuka çekmek her zaman bizim avantajımıza. Bunu Türkler, Osmanlı kasten mi yaptı diye sorulmalı. Bir sene önce Sarıkamış'ta olanları biliyorsunuz. Kendi askerlerine iaşede sorun yaşayıp kaç tane askerimiz şehit oldu, kaybettik. O dönemdeki Osmanlı Devleti'nin durumunu da düşünmek lazım.
Soykırım konusunda Batı'nın çelişkileri neler? Soykırım kavramı siyasi saiklerle kullanılıyor mu?
Buradaki en önemli çelişki bu işi politize etmek amacıyla sürekli kullanılması. Yani hukuki tanımın sürekli bir kenara bırakıldığını ve işin içine siyasetin girdiğini görüyoruz. Bir parlamento, bir uluslararası ceza hukuku kavramıyla ilgili nasıl karar alabilir? Bu bağlamda çok siyasi bağlamda kullanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Her toplu ölüm soykırım değildir. Bu kavramın bu kadar liberal şekilde kullanılmaması lazım. Kullanılınca ve hukukun dışına çıkınca ne gibi sorunlar olduğunu görüyoruz. Biden'ın Ukrayna ile alakalı "Rusya'nın yaptığı soykırımdır" açıklamasına Macron'un cevabı, "Bir dakika hemen böyle kullanmayalım. Bu hukuki bir kavramdır." oldu.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek durumunda kalıyoruz. İş 1915 olaylarına gelince hemen parlamento kararı alabiliyorsunuz, siyasi olarak buna soykırım diyebiliyorsunuz, ama şu an başka bir siyasi konjonktür olduğu için "Soykırım hukuki bir tanımdır, hukuki bir kavramdır, böyle diyemeyiz." diyorsunuz.
Suriye'de yaşananlarda, göçmen krizinde hiç değerlendirilmeyen ortaya bile atılmayan bir kavram soykırım. Ne hikmet ise çok daha minör olaylarda tamamen siyasi konjonktüre bağlı olarak bir anda ortaya atılıyor.
Myanmar'da, Uygurlar konusunda da çok liberal ve hızlı şekilde kullanıldığını görüyoruz. Allah'tan o iki konu içinde bilhassa Myanmar için yargı süreci devam ediyor, sakinleşti oradaki söylemler. Ama dediğim gibi kullanırken çok dikkat edilmesi gereken bir kavram. Siyasileştirilmekten uzak durulması gereken bir kavram, lakin defaatle, ısrarla siyasileştiriliyor.
1915 olaylarına "soykırım" diyen Avrupa suç ortağı mı arıyor?
Almanya'nın kendisine bir suç ortağı aradığına dair çok fazla iddia ve düşünce var. Fransa'yı da bu işin içine katabiliriz. Almanya özellikle son dönemde Afrika'da yaptığı bir soykırım iddiasıyla alakalı (1909 yılındaki bir olayla ilgili) tazminat ödedi. Ama ısrarla bunun soykırım suçu olmadığını söylüyor. "Yaşananlardan dolayı özür dileriz ama biz soykırım yapmadık" diyor. Enteresan şekilde işin kenarından kıyısından dolaşmaya çalışıyorlar. Almanya, dünya üzerinde en ufak bir şey olsa bu insan hakları ihlali, soykırım deyip öne atılıyor. Yaptıkları bir başka akıllıca politik hamle de Nazi Soykırımı. Biz bile Nazi Soykırımı diyoruz. Halbuki iş 1915 olayları olunca Batılılar, Türkleri başka olaylar olduğunda Sırpları, yani sürekli bir milleti suçluyor. Orada ise "Tatlı Almanlar bir şey yapmadı, Naziler yaptı". Sanki oyu veren Almanlar değildi? Sanki Hitleri iktidara getiren Almanlar değildi. Sanki o işleri yapan Almanlar değildi. Lakin bütün bakıldığında çok akıllıca bir politik hamleyle Almanları ve Nazileri birbirinden ayrıştırdıklarını görüyoruz. Kimse Alman soykırımı demiyor, herkes Nazi soykırımı diyor.
Uluslararası Adalet Divanı'nın tavrı nedir?
Uluslararası Adalet Divanı'nın hem Bosna-Sırbistan hem Hırvatistan-Sırbistan davalarında aldığı kararlar, belli açılardan politize olmuş kararlar. Srebrenitsa soykırım olarak nitelenmesine rağmen en çok tartışılan kararlardan biri. Lakin göç konusunda yani 1915 olaylarına benzerlik gösteren, Vukovar gibi bölgelerde yaşanan hadiselerde Uluslararası Adalet Divanı'nın net bir söylemi var. Bunlar başka suçları teşkil edebilir, insanlığa karşı suç teşkil edebilir, savaş suçu teşkil edebilir. Samimiyetle söyleyelim 1915 olaylarıyla ilgili belki bu tartışmaları da açabiliriz ama 'göçlerden böyle bir kastı çıkaramayız' diyor. 'Yok etme kastı olduğunu çıkarsayamayız' diyor Uluslararası Adalet Divanı.
1915 olaylarıyla ilgili Ermeni savları ise "Türkler göçü Ermenileri yok etmek için organize etti, bilerek yaptılar" diyor. Fakat bununla alakalı kanıtları yok. Türklerin, göçü bu amaçla yaptıklarına dair bir kanıt yok ortada. Tarihsel olarak baktığımızda ise Sarıkamış'ta yaşanan iaşe sorununun orada da yaşandığını görüyoruz. Gerçekten bazen yemeğin ulaşamaması, güvenliğin sağlanamaması, kimi çetelerin saldırması, o tarihte birçok Ermeni vatandaşının hayatını kaybetmesi gibi olayların yaşandığını inkar edemeyiz. Fakat böyle bir kastın çıkarımı söz konusu değil. Elimizdeki delillerle mümkün değil.
Bu asılsız iddialara karşı Türkiye ne yapmalı?
Göç ettirme kastının olduğu açık. Sevk ve İskan Kanunu ortada ama bunun bir grubu yok etme kastı olmadığı da yine ortada. Zira kendi devletimizin içindeki bir grubu başka bir yere göç ettirdik. Yok etmek istesek neden göç ettirelim? Burada daha siyasi ve savaşın getirdiği bir kaygı olduğu açık.
Sürekli şöyle bir hata yapıyoruz: Kendimizi savunmaya çalışıyoruz. Hukukta iddiayı ispat ile mükelleftir iddia eden kişi. Sürekli "Aman kendimizi aklamalıyız" gibi bir yaklaşımımız var. Hukuken elimiz çok güçlü. Daha rahat olmalıyız. Yurt dışında da doğru kanallarla doğru şekilde kendimizi ifade etmeliyiz. Uluslararası alandaki politik anlatıya karşı hukuki bir anlatı ile cevap vermeliyiz.
Türkiye'nin kendi hikayesini kurması gerekmiyor mu?
Ermeni iddialarının uluslararası kamuoyunda tartışılmaz bir gerçekmiş gibi yansıtılması; Ermeni diasporasının büyük bir başarısıdır. Bununla ilgili inanılmaz bir kaynak aktarılıyor ve bu anlatı Ermeni kimliğinin temel taşı. Ermeniler büyük ve ekseriyetle diasporada yaşayan bir topluluk. Bu topluluğu bir arada tutmanız gerekiyor. Diaspora da bunu yapıyor. Örneğin, Kim Kardashian Ermeni olduğunu sadece 1915 olaylarında hatırlıyor. Onun dışında Amerikalı kendisi, 1915 olayları gündeme geldiğinde "Biz Ermeni'ydik" diyor. Ermeniler, hep bir anti-Türk anlatısıyla kendi kimliklerini tanımlıyorlar. Büyük devletler ile daha küçük devletleri, milletleri ayıran hususlardan biri de budur. Bir Türk, bir İngiliz böyle bir acıdan kendisine kimlik devşirmez.
1915 olaylarının soykırım olduğu iddiasını her türlü yere iliştirmeye çalışıyorlar. Bunun için çok ciddi para harcanıyor. Bugün Amerika'da eyaletler düzeyinde müfredata sokmaya çalışıyorlar. İlgili kişilerin içeride de bu konuyla ilgilenmesi, anlatıyı tekil tutması ve gerçeğe bağlı tutarak yürütmesi gerekiyor ki gençlerimizin de yeni kuşağın da kafası karışmasın.
Bunu sadece Ermeni diasporasının başarısı olarak görmek ne kadar doğru? Sömürgecilik geçmişi olan ülkeler Ermenilerin anlatısını mı kullanıyor?
Bu tekil olarak bir diasporanın başarabileceği bir şey değil. Benim bu kadar param var deyip bir devlete sen bunu kabul ettiremezsin. Burada devletlerin de politik çıkarı olması gerekiyor. Başta ABD olmak üzere Almanya ve Fransa'nın da bunu himaye ettiğini söyleyebiliriz. Bilhassa Fransa ve ABD için bu bir iç politika malzemesi.
Hukukun dışına çıktığınız zaman soykırım bir moral üstünlük kavramı haline geliyor. Başka devletler el vermeseydi eğer, bu Ermeni anlatısı ve diasporasının böyle bir başarıya ulaşma şansı olmayacaktı uluslararası düzlemde. Kesinlikle bir politika malzemesi... O yüzden işi hukuki boyuta geri döndürmemiz gerekiyor.
İki tarafı da tatmin edecek bir çözüm var mı?
Eğer hukuk kanalına geri dönersek, zaten herkesi tatmin edecek bir çözüm bulunur. Ama Ermeniler asla masaya oturmayacak, çünkü bu söylem Ermenilerin temel taşı. Onun için masaya oturmayacaklar. Ben bir çözüm maalesef görmüyorum.
Haber-Röportaj: Anadolu Ajansı
Zeliha Eliaçık- Dr.Onur Uraz
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.