Unutulan gelenek: DİŞ KİRASI
HAZIRLAYAN: SABRİ GÜLTEKİN
Günün Ayeti 'Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah'a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah'a şükredin.' (BAKARA, 172)
Günün hadisi 'Bana bir koyunun inciğe kadar ayağı hediye edilse kabul ederim, böyle bir yemeği yemeye çağırılsam icabet ederim. (Tirmizi, Ahkam 10, /1338)
Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanında fakir halk içinde sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafiri geri çevrilmez, içeriye alınırdı. İftarın verildiği köşk veya konak ziyafet evi halini alırdı, iftar sofralarda tabiri yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurdu. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler diş kirası olarak hediye edilirdi.
Kesenize bereket...
Fakir fukaraya ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirdi. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra 'Kesenize bereket', 'Allah daha çok versin', 'Ziyade olsun' gibi dualarla konaktan ayrılırlardı. 'Diş kirası' denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır. Tabii işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak onları sevindirmektir.
Nohutlu pilavdan taş yerine altın çıkıyor
Fatih dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa bu konuda çok güzel örnek olmuştur. Mahmut Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını açar, konağında verdiği iftar ziyafetleri dillere destandır. Paşanın sofrasında oruç açanlar, 'diş kirasına' ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini dört gözle beklerdi. Sebebi ise paşanın pişirilen nohutlu pilavının içerisine sahte konut biçimi verilen altınlardı. Davetliler bir taraftan nohutlu pilava kaşık sallarken, diğer taraftan da dişlerine takılacak altına kavuşmanın heyecanını yaşardı.
Dillere destan diş kirası
Sultan Abdülaziz'in sadrazamlarından Yusuf Kamil Paşa, cömertliği ile ünlüydü. 1868 yılı Ramazan ayının 8. gününe rastlayan 3 Ocak günü, bugün Edebiyat ve Fen Fakülteleri'nin bulunduğu yerdeki konağında verdiği iftar yemeğine, Sultan Abdülaziz teşrif ettiler. Sadece kuş sütünün eksik olduğu ziyafetten sonra, diş kirası olarak, altın bir tepsiye tepeleme yığılmış kağıt tomarları padişaha takdim olundu. Bunlar, Kamil Paşa'nın sahip olduğu bütün mal ve emlakın senet ve tapularıydı. Ancak bu diş kirası tekliften öteye geçmedi. Çünkü Sultan Abdülaziz, 'Bunlar makbulüm oldu. Yine size veriyorum. Her hali niz ve ef'al ü akvaliniz mahzuziyetimi mucib olmaktadır' sözleriyle tepsiyi ve içindekileri iade etti.
u00c2H, NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR
Eskiden sofralar alçak iskemleler üzerine konmuş sarı veya bakır siniler konuşmak suretiyle hazırlanırdı. Etrafına minderler dizilir, ezana birkaç dakika kala sinin çevresine bir halka oluşturarak oturulurdu. Bu dakikadan itibaren sofranın muazzam görüntüsü ve ortaya yayılan nefis yemek kokularıyla ister istemez bir imrenme duygusu yaratır ve o bir iki dakika oldukça sabır isterdi. Top atılmasıyla yemeklere hücum başlardı.
Damak lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınır çeşit çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler farklı kaplarda gelen rengarenk mis kokulu reçeller, pastırma, hurma.ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı.
Çorba, iftar sofrasının vazgeçilmez bölümüydü. Bir dönemde hindi derisinden yapılan işkembe çorbası meşhurdu. Herkes bu çorbadan sofralarında bulundurmak isterdi. Çorbalar bittikten sonra et, sebze, balık yemekleri sunulurdu. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ve bunun gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi.
Yemeğin sonunda da elmastıraş kaseler içindeki hoşaflar tepsilere konur, etrafında küçük kaseler dizerek sofraya getirilirdi. İftardan sonraki nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi tamamlanırdı.. Kahveler içildikten sonra sıra teravih namazını beklemeye gelirdi. Fuzuli'den başlayıp, dini konulara kadar uzanan sohbetlerle.. Sohbet belki de imsak zamanına dek uzar giderdi eğer iftar sofrasında misafirler varsa..İmsak zamanı yaklaşırken gözler süzülmeye başladıktan sonra uzaktan davulun sesi duyulurdu. İftar sofrasının özelliği buydu.
Ramazan ilmihali
FİDYE
Fidye konusunu içeren (Bakara, 184) ayetinde, dil açısından oruca güç yetiremeyenler anlamına gelebileceği gibi zorlukla güç yetirenler anlamına da gelebileceği dile getirilmiştir. Hatta kimi rivayetlerde, 'Sizden Ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tutsun' (Bakara,185) mealindeki ayet nazil oluncaya kadar, fidye ayetinden hareketle, ashaptan dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmayıp fidye verdiği, bu ayet nazil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hakkında fidye hükmünün kaldırılıp sadece hasta ve yaşlılar için bir ruhsat olarak devam ettirildiği belirtilmektedir. (Müslim, 'Sıyam', 149-150)
ORUÇ TUTAMAYAN YAŞLILAR
Hz. Peygamber ve sahabenin uygulamasının da bir sonucu olarak ayetteki 'oruç tutmakta zorluk çekenler' ifadesiyle, şeyh-i fanu00ee (düşkün ihtiyar) denilen yaşlı kimselerin kastedildiği yaygın olarak benimsenmektedir. Buna göre ayet, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların tutamadıkları oruç için fidye vermesi hükmünü getirmiş olmakta ve fidyenin miktarını 'bir fakir doyumluğu' olarak belirlemektedir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme umudu bulunmayan hasta, orucu ileride kaza etme ihtimali çok düşük olduğu için, bu ihtimal yok sayılarak şeyh-i fanu00ee gibi değerlendirilmiş ve fidye hükmü kapsamına alınmıştır. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cinsten bir ibadetle telafisi talep edilmemiş, ibadet şevkinden mahrum kalmamaları için, bunun yerine 'her bir oruç için bir fakiri doyurma' şeklinde, orucun mahiyetiyle alakalı olması yanında sosyal amacı da bulunan bir telafi şekli önerilmiştir.
FİDYE VASİYETİ
Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi Ramazan'ın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilirler. Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri dinu00ee bir vecibedir. Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi karşılamaya yeterli değilse, mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.
Esma-ül Hüsna
EL-HAKK: Vacib'ul vücut olan, varlığı hiç degişmeden duran.
EL-VEKİL: Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.
EL-KAVİYY: Pek kuvvetli.
Fıkıh Penceresi
DOÇ. DR. MUSTAFA TEKİN
Zekatta nisap miktarları ne kadardır?
- Altın'da 80.18 gr., gümüşte 640 gr., koyun keçide 40 adet, sığırda 30 adet, devede 5 adettir. Nakit parada ise altın ve gümüşe denk paraya zekat düşer.
Zekat kimlere verilir?
- Zekat verilecek kişiler Tevbe suresi 60. ayette belirtilmişlerdir. Buna göre bugün için fakirler, miskinler, yolda kalmışlar, kalpleri İslam'a ısındırılmak istenenler, borçlular, Allah yolunda çalışan insanlara verilir.
Zekat kimlere verilmez?
- Zekat zenginlere, mal sahibi olanlara verilmez. Ayrıca bir kişi dede ve nenesi ile onların babalarına, kendi çocuklarına, torunlarına, torunlarının çocuklarına zekat veremez. Zaten bunlar bakmakla yükümlü olduğu kişilerdir.
Doktorunuzdan Tavsiyeler
PROF. DR. SEFA SAYGILI
Oruç şifadır
Evet, oruç tutarken sahurdan iftara kadar aç kalırız. Ama bu açlık, açlık grevi yapan veya rahatsızlığı için aç kalanlarınkine benzemez. Çünkü:
l Oruç tutan Yüce Rabbi'nin rızası için aç kalmaktadır. Aç kalmaya isteklidir ve açlıktan memnundur. Bu yüzden şekeri fazla düşmez.
l Diğer bir nokta çok acıksa bile yeme yolu (iftara kadar) oruçluya kapalıdır. Çünkü kasten orucu yiyen yerine 61 gün kesintisiz tutmak zorunda olduğu için bunu aklına bile getirmez.
Kendim hep yaşamışımdır. Oruçlu değilken karnım tok olduğunda bile yemek vakti gelince yemekhaneye gidenleri görünce midem kazınmaya başlar, açlık hissederim. Çünkü yemeğe şartlanmışımdır. Halbuki oruçluyken en gözde lokantaların önünden geçerken veya en nefis yemek kokuları duyduğumda bile iştahımda en küçük kıpırdanma olmaz. Açlık grevi yapanların veya zayıflama diyeti için aç kalanların durumu öyle midir? İçlerindeki yeme hissini bastırmak için aşırı bir gayretin çabası ağır basar. Mideleri kazınır, ağızlarından su akar. Fakat yiyemezler, yemeleri gerekir. Kan şekeri düştükçe düşer.
Bu yüzden oruç tutmak şifadır, bünyede hiçbir probleme yol açmaz. Lütfen orucu, başka gayelerle yapılan açlıkla karıştırmayalım. Dıştan bakan benzer eylemler gibi görse de tamamıyla farklı iki tatbikattır. Biri rahmet ve berekettir, diğeri nefise zorlukturu2026
Tebessüm
Be üstad bu kadar uzatmanın manası ne?
Şair Keru00eemu00ee, Ramazan'da Fatih Camii avlusunda sergi açarmış. Tatlı dilli, zarif, latife sever bir adam olduğundan devrin rical ve kibarı, şairleri oraya gelirlermiş.
Keru00eemu00ee tarih düşürmede mahir olduğundan, bir gün bir zat ona bir vefat tarihi ısmarlar. Şair bugün, yarın diyerek uzatır. Adamın mezar taşı hazırlanır, ama tarih meydanda yok.
Tarihi ısmarlayan zat bir gün hiddetlenerek:
'Be üstad! Söyleyeceğin topu topu bir tarih. Bunu bu kadar uzatmanın manası ne? Bari yapmayacağım de de başkasına yaptırayım' der. Keru00eemu00ee ise şu cevabı verir:
'Canım ne yapayım? Uğraşıyorum, uğraşıyorum bir türlü herifi Cennet'e sokamıyorum? Zorla değil ya girmiyor!'
Mani
Bak bülbül sedasına,
Şükreder Hüdasına
Aşıklar boyun eğmiş,
Yalvarır Mevlasına
Akşam ezanı dinlemek
Sahur vakti yemek yemek
Ramazan'a mahsus şeydir
Gece davulcu söylemek
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.