Türkiye planları alt üst etti!
SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN
Suriye’deki iç savaşın başlangıcından bu yana yaklaşık dört milyon mülteci Türkiye’ye sığındı. Ülkemizin hemen hemen her ilinde, fakat özellikle İstanbul’da Suriyeli nüfus oldukça göze çarpıyor. Zaman zaman bazı kesimler tarafından mültecilere yönelik nefret söylemleri sosyal medyada geniş yankı buluyor, üzerine yeni spekülasyonlar ekleniyor. Yılbaşı gecesi Taksim’de açılan Suriye bayrağı ve mültecilerin eğlencesi tepki toplarken bazı çevreler kışkırtıcı bir üslupla hadiseleri başka yöne çekmek istedi. Sıkça tartışılan Suriyeli mültecilerin ülkelerine geri dönüp dönmeyeceği, gündemin bir diğer maddesi; TSK’nın Suriye'nin kuzeyindeki terör örgütü PYD/PKK'ya yönelik olası harekât hazırlığı ve bölgedeki diğer gelişmeleri İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. İsmail Çağlar’la konuştuk.
Suriye’deki iç savaş dolayısıyla Türkiye’ye sığınan yaklaşık dört milyon mülteciyle birlikte yaşıyoruz. Bu yılbaşında Taksim’de eğlenen Suriyelilere yönelik tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tepkileri ikiye ayırmak lazım; bir kısmı çatışma yaratmak için zemini elverişli hale getirmeye çalışan kötücül tepkiler, diğer bir kısmı da daha anlaşılabilir eleştirilerden oluşuyor. İstanbul Taksim’de başka bir ülkenin bayrağının açılıp kutlama yapılması alışkın olunmadık bir durum olduğu için dikkatleri üstüne çekti.
Düşmanlığa meydan verilmemeli
Irkçılık boyutuna varan söylemler halkı Suriyeli mültecilere karşı kin ve düşmanlığa sevk etmez mi?
Bazı kesimler kasıtlı olarak manipülasyon ve yalan haberlerin toplumda yayılması için çok fazla çaba harcıyor. Diğerleri ise sadece kendi ferdi rahatsızlıklarını dile getiriyor. Dünyada başka kültürlerden göçlerle gelenlere ve kendi içinden çıkan azınlıklara her toplumda bir tepki oluşur. Fakat samimi gösterilen tepkileri de anlamak lazım. Mesele tepkilerin düşmanlığa ve çatışmaya dönüşmesine meydan vermemektir.
Peki bu konuda neler yapılabilir?
Bir an önce hukuki alt yapısını tamamlayıp mültecileri de bu sürece dâhil etmek gerekiyor. Artık üretenin eline bakan yardıma muhtaç insanlar statüsünden çıkartıp kendi ayakları üzerinde durabilen, üreten hale getirilmeliler. Dünyada bu denli zorlu bir sürece muhatap olup da düşmeden, yıpranmadan atlatabilen toplum yoktur. Bardağın dolu tarafına bakarsak; bu kadar mülteciye ve bölgesel çıkar çatışmalarına rağmen Türkiye süreci çok iyi yönetiyor.
Karşılaştığımız en büyük göç
Daha önce geçmişte ülke olarak bu denli büyük bir göçle karşılaşmadık sanırım, öyle değil mi?
Evet. Türkiye daha önce bu kadar büyük bir göçle karşılaşmadı. Suriye krizi öyle bir hal aldı ki; mülteci meselesinden diplomasiye ve savaşa kadar hiçbir noktada kimsenin hesapları tutmadı. A planı bozuldu, yerine düşünülen B ve C planları da tutmadı. Savaş beklenenden çok uzun sürdü. Diğer tüm ülkeler gibi Türkiye de hem mülteci boyutuyla hem sahadaki operasyonları ve Suriye siyasetiyle planlarını tekrar yapmak durumunda kaldı.
Bölgeye yönelik planlarımızın başarısını en net ortaya koyan sonuç nedir?
Planlarımızı yeniden yapma refleksimiz çok iyi. Afrin’de, El-Bab’ta, Türkiye’nin askeri operasyonlarından sonra orada süratle kurulan mülki idari sitem bir numunedir. O bölgede insanların hızla nüfuslandığını, Türkiye’ye gelenlerin de geri döndüğünü görüyoruz. Bu anlamda çabuk adapte olan bir politikamız var. Türk askeri Türkiye’nin güvenliği ve bölgedeki insani boyut için Suriye’de.
Bölgede nüfus mühendisliği yaşanıyor
Savaş öncesinden bugüne baktığımızda Suriye’de etnik olarak nasıl bir değişim söz konusu?
Çok ciddi anlamda nüfus mühendisliği yaşanıyor. PKK/PYD’nin sözde ‘istikrar yarattık’ dediği yerlerdeki yönetim, oranın yerlisiyle birlikte kurulmadı. Türkmen, Arap ya da Suriye’deki diğer unsurlar bölgeden sürülerek yerine başkalarının konuşlandırıldı.
Yerinden yurdundan edilen halk, hayatını idame ettirebilmek adına nasıl bir çözüm buluyor?
Devlet dışı silahlı aktörler, alan hâkimiyeti elde eden grup, resmi bir hüviyeti olmadığı için devletin disiplin mekanizması içerisinde hareket etmez. Kişilerin inisiyatifiyle hareket eden orman kanunlarıyla çalışan bir yönetim sunar. Türkiye kurum ve kurallarıyla çalışan bir mekanizmayı yerel halka taşıdı. Halk da bu yüzden bölgede Türkiye’nin varlığını istiyor.
PYD, ABD’nin silahlı emir kulu
Trump’ın ‘Suriye’den çekileceğiz’ açıklamasını samimi buluyor musunuz?
ABD Türkiye’yi çok oyaladı. Bundan dolayı bu çekilme kararına Türkiye ihtiyatlı yaklaşıyor. Suriye’de bulunmanın bir maliyeti olduğu gibi çıkmanın da bir maliyeti de var. PYD, ABD için masrafsızdı. Devlet olmayan bir oluşuma silah verdiği için PYD ABD’nin emir kuludur. ABD, marksist örgüt PKK/PYD’yi ara sıra yemleyerek elinde tutabilir fakat Türkiye’yi karşısına alır.
ABD’ye çekilme kararı aldıran etkenler nelerdir?
Gittikçe yükselen ekonomik bir maliyet karşısında tüccar başkan Trump, ‘veriyorum ama ne alıyorum’ sorusunu sorduğunda alınan hanesinde bir şey göremedi. Bununla birlikte Türkiye ile arası bozuldu. Türkiye askeri ve diplomatik çabalarıyla PKK ve PYD’nin ortaklığını vurgulayarak, ABD’nin terör örgütüyle işbirliği yapan bir aktör olduğunun altını çizerek Suriye’yi ABD’ye daha maliyetli bir politika haline getirdi. Gelinen noktada da Trump bu politikasından vazgeçmeye karar verdi. Aslında bunu daha önce yapabilirdi ama yönetim içerisindeki güç dengeleri arasında yaşanan çatışmalardan dolayı kararı uygulamaya geçiremedi. Halbuki başından beri ABD’nin Suriye’de bu şekilde var olamayacağı belliydi.
Türkiye’nin manevra alanı genişleyecek
‘ABD, Türkiye ile Rusya’yı bölgede karşı karşıya getirmek için çekiliyor’ iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Suriye’de Rusya ile karşı karşıya değil. Daha önce yapılan askeri operasyonlarda Rusya ile Türkiye müzakere ve işbirliği yaptı. ABD sahada Rusya’ya karşı Türkiye’nin kuyusunu kazıyor ve altını boşaltıyordu. Dolayısıyla ABD çıkınca Türkiye Rusya ile karşı karşıya kalmayacak, tam tersi manevra alanı genişleyecek.
Aynı şekilde bölgede olası harekât öncesi ABD askeriyle de karşı karşıya kalınacağı iddiası da vardı. Sanırım bu söylentiler aynı kaynaktan çıkıyor…
Suriye meselesinde Türkiye’nin tehdit algısı en üst seviyede. Sınır dışından bir işgal gücünün ülkenin topraklarının bir kısmını işgal etmesi neyse, bölgede oluşacak olan terör kuşağı da o demektir. Bunun yüzden ABD ile karşı karşıya gelmek çok daha önemsiz kalıyor.
İlişkilerin pratikte işlemediğini gördük
Bölgedeki karışık tablo yıllardır süregelen ilişkileri de karmakarışık bir duruma getirdi diyebilir miyiz?
Güze dönen Arap Baharı; Suriye, öncesinde Irak’ta yaşananlar ve hâlâ devam eden silahlı çatışmalar, Rusya gibi denklemde olmayan yeni oyuncular… İstikrarsızlaşan bir Suriye var önümüzde. Türkiye’nin geleneksel ittifak ilişkileri; NATO, ABD ve AB ile ilişkilerinin pratikte işlemediğini gördük.
Son birkaç yılda terör saldırıları ve darbe girişimi yaşayan Türkiye sınır komşusu Suriye’de yaşananlarla birlikte süreci nasıl yönetti?
Türkiye’de içeriden kaynaklanan istikrarsızlaştırmaya yönelik Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimi, terör saldırıları ve ekonomik saldırı girişimiyle birlikte olumsuz bir süreç yaşadık. Zorlu bir zeminde yürümeye çalışıyoruz. Buna rağmen ayakta kalan ve güçlenip büyüyen, moral olarak üstünlük elde etmiş, sınır ötesi askeri operasyon yapabilen, somut kazanımlar elde eden ve atak yapan bir ülke haline geldik.
En avantajlı aktör Türkiye
Türkiye’nin gerçekleştirdiği başarılı harekâtlarla birlikte Suriye politikası sonucunda elde ettiği en büyük kazanımı nedir?
Akdeniz’e açılan terör kuşağının artık Suriye’de kurulma imkânı kalmamıştır. Bu da Türkiye’nin en somut kazanımıdır. Geziyle ve terör saldırılarıyla Türkiye’nin büyüme grafiği aşağıya çekilmeye çalışıldı. Terör saldırılarıyla operasyon kaçınılmaz hale geldi. Yıpratıcı süreçlerden geçtik. Bugün gelinen noktada bir kefeye kazanımları diğer bir kefeye de maliyetleri koyduğumuzda Türkiye en avantajlı aktörlerden biri.
Suriyeli denince aklımıza ışıklarda mendil satmaya çalışan çocuklar geliyor. Oysa sermayesiyle gelen, burada iş kuran ve istihdam yaratan bir kesim de var. Özellikle Suriyeli kanaat önderleri, edebiyatçılar, gazeteciler, akademisyenlerden oluşan entelektüel bir birikim de şu an Türkiye’de yaşıyor. Halkımız bu okumuş kesimden haberdar olmadığı için mültecileri sadece yolda dilenen Suriyelilerden ibaret görüyor.
İSMAİL ÇAĞLAR KİMDİR?
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde lisans eğitimini bitiren İsmail Çağlar, yüksek lisans ve doktorasını Hollanda Leiden Üniversitesi’nde yaptı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olan Çağlar, aynı zamanda SETA Toplum ve Medya Araştırmaları Direktörüdür. İlgi alanları arasında medya-siyaset ilişkileri, sosyal tarih, modernleşme ve din-devlet ilişkileri bulunmaktadır.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.