Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.87
Gram Altın
2502.10
BIST 100
9666.11
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Türkiye, çok sağlam bir model sunuyor

Çağdaş liderlik fikriyle ilerleyen Türkiye, tüm dünyaya etkili bir deneyim ve sağlam bir model sunuyor. Peki gelişen ve büyüyen Türkiye'nin sırrı nedir dersiniz!...
​Türkiye, çok sağlam bir model sunuyor
19 Kasım 2020 03:00:00
Çağdaş liderlik fikriyle ilerleyen Türkiye, tüm dünyaya etkili bir deneyim ve sağlam bir model sunuyor. Peki gelişen ve büyüyen Türkiye'nin sırrı nedir dersiniz!...

Dr. Rafi el-Fellahi (Iraklı Araştırmacı, Akademisyen, Gazeteci)

TÜRKİYE bugün, herkese modern ve gelişmiş görünen bir devletin yapılanmasına sevk edecek siyasi, ekonomik ve sosyal mühendislik ve yeniden birleşim imkanında öne çıkan güzel bir örnek olarak görünmektedir.

Türkiye, geçmişinden, yani köklerinden, bağlarından kopmamış, devletin onlarca yıldır, hatta asırlardır şekillendirdiği mirası, çabayı ve fikirleri reddetmemiştir. Bu devlet, olayların ortasında jeostratejik konumuna rağmen sebat ve istikrarın olmadığı dinamik dünyada, rasyonel ve ciddi strateji oluşturma gücüyle uluslararası toplumu, açık gözlerle, dinleyen kulaklarla ve genelde komplocu veya dar bir akılla bir daha kendisine bakmasına mecbur bırakmıştır. Türkiye, coğrafi olarak batı ve doğu arasında seçkin bir köprüdür; coğrafi çevresi birçok bölümünde ona rahat ve güven oluşturmayabilir.

Coğrafi güven ortamı

Türkiye’nin coğrafi haritasına ve sınırlarına bakıldığı zaman, işaret etmiş olduğumuz rahatlığın ve güvenin olmayışının doğruluğu ortaya çıkacaktır. Bilhassa geçmiş en az yirmi yılda Türkiye, gelişme, kalkınma ve parlama olarak sıçrama gerçekleştirmek için kümülatif bir şekilde yükselmiştir. Bu durum tüm dünyanın dikkatini çekmiş ve zaman zaman dehşete düşürmüştür. Türkiye’nin güney (doğu) sınırlarında gerek Irak’ta olsun, gerekse Suriye’de olsun; siyasi, ekonomik ve sosyal depremler, dozajı artarak devam etmektedir.

Akdeniz politikası

Türkiye, her ne zaman Akdeniz’de uzun mesafelerde ortaya çıktığı zaman, politikaları Türkiye’nin politikalarıyla uyuşmayan bazı devletler de Akdeniz’in birçok bölümünde ortaya çıkıyor. Sonuç olarak bu deniz aracılığıyla gelen dalgalar, Türkiye’nin özel politikalarla beraber yaşayamaya ve ona göre davranmaya mecbur bıraktığı endişe ve baş ağrısı kaynakları oluşturabiliyor.

İslâm dinine bağlılık

Türkiye coğrafi olarak işte bu şekilde bazı doğu ve batı devletleri arasında köprü görevini sağlamlaştırıyor. Bu durum, stratejik siyaset oluşturana, bu köprünün sütunlarının sağlamlığı ve devamlılığı hususunda dikkatli bir araştırmayı zorunlu kılıyor. Bu ancak, sadece nazar ve düşünce seviyesinde değil, aksine davranış seviyesinde de dengeyle yoğrulmuş bir strateji olduğu zaman tahakkuk eder. Bu görev, ırkçılık, tarafgir, kibirle lekeli bazı mıntıkalarında değişken, huysuz ve bencil dünyada en zor görevdir. Özellikle Türkiye halkının çoğunluğu, İslam’ım imajını bozan, onunla ilgili her şeye terör yaftası yapıştıran projelerin ve entrikaların arttığı, çeşitlendiği ve derinleştiği bir zamanda İslam dinine bağlılığını korumuştur.

Osmanlı İmparatorluğu

Yaklaşık bir asır önce dünyanın geniş alanlarına hükmeden, politikasını ve görüşlerini dayatan bir imparatorluk olan Türkiye gibi bir devletin, böyle bir dünyada denge stratejisi oluşturması nasıl mümkündür? Özellikle bu politika ve bu vizyon, İslam’ı kabul etmiş, gerek imani etkenlerle gerekse bağlılık ve kültür faktörleriyle onun sancağını yükseltmiş sultanların yönettiği İslami bir imparatorluk imajını içermekteydi. Bu durum batı devletlerinin genelinde, 1914-1918’de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmesinden sonra bile Türkiye’ye karşı bir taraflılık ve pusluluk tasavvuru ve yargıları oluşturdu. Belki de bu tasavvur ve yargılar, daha sonra Türkiye’nin Avrupa Birliğine dahil olmasını reddeden ve önüne çeşitli engeller ve şartlar koyan, Doğululaşma değil, Batılılaşma isteği politikalarından beslenen Türk halkının hayallerini yıkan bazı Avrupa devletlerinin zihinlerinde ve politikalarında hâlâ devam etmektedir. Öyle ki Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılma çabaları bazı kişiler tarafından Türk başarısının ölçüsü, uygarlaşma ve medenileşme olarak konuşuluyordu. Bu uydurma ile Türk istek ve parlama çıtasının psikolojik kırılma hali olması isteniyordu. Bu uydurmanın kabulünde ve şart olarak koşulmasında veya sessiz kalınmasında belirli dönemlerde Türkiye’deki siyasetçiler kınandı.

Denge stratejisi

Reis

Türkiye’nin yeni stratejisini yeniden çizme konusuna geri dönersek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu, Türkiye’nin her yöne pozitif hareket edebilecek niteliklere sahip bir model oluşturmada kendi gücüne dayandığı şeklinde özetlenecek harika tecellilerden biridir. Bu durum, deprem hali yaşasa bile coğrafi çevresini, Türkiye’ye istikrar, güvenli ve olumlu rol için uygun bir yer olarak bakmaya sevk ediyor. Böylece çevresinde, Türkiye’ye ve olumlu imajına zarar gelmemesi ve politikalarını ve modelini empoze etmemek hususunda bir hırs oluşturuyor.

Avrupa Birliği hayali

Bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarında Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliğine dahil olma hayali peşinden koşarak vakit harcamanın, batının, Türkiye’nin içine sıkışmasını istediği Yılan ve Merdiven oyununa benzer bir oyunla meşgul olmanın mümkün olmadığını idrak etti. Her ne zaman belirli şartlar karşılandığında ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılma seviyesine yükseldiğine inanıldığında, tüm adımlar yutulması ve Türkiye’nin sıfır noktasına tekrardan gelmesi için başka şartlar getiriliyordu. Böylece Türkiye, marjinal veya bağlı devlet kimliğiyle kalmış oluyordu. İşte bu hal Recep Tayyip Erdoğan tarafından fark edildi ve kendi güç stratejisi olarak isimlendireceğimiz bir stratejiyle bunu reddettiğini ifade etti.

Ekonomik kalkınma

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesiyle beraber ekonomik büyümeyi arttırmaya katkı sağlayacak, sadece coğrafi konumuyla değil maddi ve insani yatırıma adanmış birçok yetenek vadeden politika üretildi. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Türk liderlerin zihinlerine yerleşen bu bilinçli ve dikkatli anlayış, açık bir şekilde, homojen bir doku oluşturmaya gücü yeten bir halkın altyapısını tesis etmeye yardım etti. Bu durum Türkiye’yi, kısa bir zaman içerisinde büyük dahili ve harici borçlar altında ezilen, ziraat dışında birçok ihtiyacında harici teknoloji ve endüstriye ihtiyaç duyan marjinal bir devletten, mantıklı ve hakiki bir gelişime parlak bir ekonomi güvencesine sahip bir devlete dönüştürdü, Türkiye’yi en güçlü ve ekonomisi en iyi devletler listesine sokarak ziraat, teknoloji, tıp, uzay ve birçok dalı kapsayan ilim ve uzmanlıkta geniş insani gücüne dayanan çeşitli ticaret ve geniş endüstrisi dikkate alınarak 20 endüstri (G20) ülkesinin arasında önemli bir koltukta yer almasını sağladı.

Öz Güç Stratejisi

Türklerin zekalarında ve gönüllerinde, zenginliklerinde, imkanlarında saklı öz kuvvetin dayandığı strateji oluşturma çalışması, 1990 yılında Sovyetler Birliği ve Sosyalist sistemin çökmesinden, Amerika öncülüğünde yeni uluslararası sistemin ortaya çıkmasından itibaren dünyanın tanık olduğu bölgesel ve uluslararası değişimlerin içinde kolay ve basit bir çalışma değildir. Ancak belki de bu, Türkiye’yi üçüncüsü olmayan iki seçenek önüne koymak noktasında başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türk liderlerin akıllarının dikkat çektiği devinimdir. Ya marjinal, dışa bağlı, geri kalmış bir Türkiye, ya da rasyonel bir ısrar ve inatla Türkiye’nin diriliş ve hak ettiklerine ve rolüne kayıtsız kalınmayan bir güç gibi kendisini gösterme fırsatını güvenceye almaya intikal eden Türkiye. Öz kuvvet stratejisinin başarısının gereksinimlerinden en ilki, kendi öz kaynaklarına geri dönmek, Yılan ve Merdiven oyununda dostluk ve işbirliği yollarını kapatmadan, geçmişin gemilerini yakmadan Avrupa Birliği ve batının geneli ile sürüklenmeye son vermek, Avrupa Birliğini ve batının genelini oyunu değiştirmeye, daha fazla yakınlaşma yolları aramasına sevk eden başarıya odaklanmaktı. Avrupa Birliği ve batının bu adımları sevgi ve Türk modelini beğenmeyle alakalı değil, aksine bu konudaki ihtimamları, kazanım imkanlarından, Türkiye’yi yanlarında tutmak ve ondan faydalanmak düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Daha doğrusu Türkiye ile ortak sınıra sahip veya Türkiye ile iyi ilişkileri bulunan ve -Türkiye’yi bölgesel ve küresel önemli bir aktöre dönüştüren- birçok çetrefilli konuda Türkiye’nin çözümlerine ve önerilerine güvenen bazı devletlere karşı güçlerini güvenceye almak için Türkiye’yi kullanmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.

NATO Türkiye'ye muhtaç

Türkiye Cumhuriyeti, eskiden nazar ve taklit gerektiren politikaların, örneklerin ve odakların üreticisi değildi. Türkiye Cumhuriyeti, NATO’nun bir üyesi olmasına rağmen askeri güç düzeyinde aşılması zor bir değer olmaya güç sahibi değildi. Türkiye’nin askeri kuvveti, NATO çerçevesinde bazı uzman ve analistlere göre önemli bir noktadadır. Bunun nedeni Türkiye’nin NATO devletleri arasında ayrıcalıklı bir yeri hak eden, sayısıyla, silahıyla, öz gücüyle güçlü ve gelişmiş bir orduya sahip olması değildir. Aksine bunun nedeni, NATO üyelerinin doğrudan veya dolaylı yoldan askeri faaliyetlerde kullanmasına imkan veren coğrafi konumuyla NATO’nun Türkiye’ye ihtiyaç duymasıdır. Buna ek olarak Türkiye’nin NATO’nun içinde bulunmasına yönelik batının görüşü, batıya ve ABD’ye karşı ittifaklarda veya askeri oluşumlarda Türkiye’nin kutuplaşma imkanını uzak tutmaktır. Türkiye’nin NATO’nun içinde bulunması, ittifakın etki mesafesini genişletmekte, tansiyonun yüksek olduğu mıntıkalarda, belki de Türkiye sınırlarında vaki olan veya yakında patlak verecek olan sıkıntılı mıntıkalarda varlık gösterebilmekte ve etkisini dayatabilmektedir. Aynı şekilde bu varlık gösterme, entrika dolu batı ve ABD aklına, Türkiye hayatında askeri rolünü kullanmaya devam etme imkanı ile hareket alanı açmaktadır.

Türkiye'de askerin rolü

Ayrıca bu durum, Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden önce uzun yıllar boyunca rejim değişikliğinde ve darbelerde önemli bir faktördü. Hatta Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında bile bir darbe girişimi söz konusudur. Hükümete karşı bu başarısız darbe girişimi, 15 Temmuz 2016’da gerçekleşmiş ve fiili başarısızlığıyla çağdaş Türkiye milletinin yeni doğumu olmuştur. Bütün gruplarıyla Türkiye halkı darbeyi engellemekte ve onu başarısız kılmakta etkili gücünü ifade etmiştir. Masum Türk vatandaşları ile silahlı darbeciler arasında meydana gelen çarpışma, Türkiyeli halkın gücünün, azimetinin, kazanımlarını, özgürlüğünü ve tercihlerini savunmadaki iradesinin en açık örneği olmuştur. Bu çatışmada Türkiye yaklaşık 300 şehit vermiştir. Bunlardan bazıları, darbecilerin tanklarının hareketini engellemek için kendilerini tankların önüne atmış, bazıları ise 15 Temmuz Şehitleri Köprüsünde, İstanbul ve Ankara caddelerinde darbeye engel olmak isterken darbecilerin kurşunlarına hedef olmuşlardır. 1923 yılında Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren ilk defa halk askerin önünde durmakta, kurulduğundan itibaren dört defa tanık olunan darbe ortamının bir daha tekrarlanmasına engel olmakta başarılı olmuştur. Böylece Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde halk, beşinci darbenin başarısız olmasını sağlamıştır.

Erdoğan liderliğinde Türkiye

fatih

Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde çağdaş Türk lider neslin, Türkiye’de dirilişin, tahakkuk etmesi ve süreklilik imkanının ikrar edilmesi gereken bir dizi hedefler koyarak güç şartını geniş kavramıyla gerçekleştirmeyi gerektirdiğini idrak ettiklerini vurgulamak gerekmektedir. Bu devamlılık ya uzun yıllardan beri Türkiye’nin benimsediği ve üzerinde çalışılan stratejik yöntem ekseninde ya bazı parçaları değiştirilerek ya da tamamıyla değişerek olacaktır. Üzerinde karar kılınan bu tercih, adım adım ilerleyen, birinci adımda başarılı olduktan sonra, ikinci adıma gitmeden önce hedef çatısını yükselten politikaya uyarak öz kuvvet stratejisine dayanan çağdaş Türkiye liderlerinin kararıdır.

Değişim ve karşı koyma

Irak ve Suriye’den başlayan hatta İran'a kadar uzanan, Türkiye komşularının dörtte üçünü kasıp kavuran sallantılar, kaoslar karşısında Türkiye’nin yeni stratejisine hizmet eden olaylar gelişti. Buna ek olarak Gürcistan ve Ermenistan gibi Türkiye’nin çevresinde bulunan bazı devletlerde siyasi ve ekonomik istikrarsızlık söz konusuydu. Bu ülkeler, eski Sovyetler Birliği çatısından çıkmış, kendi siyasetlerini çizmeye, komşularının çıkarları ve siyasetleriyle çakışması gereken ve istikrarsızlığa neden olan hayati çıkarlarını belirlemeye başlamışlardı. Öte yandan ekonomik krizler, komşusu Yunanistan’ı kasıp kavuruyordu. Bu durum siyasi kaosu ve iç problemleri çekiyordu ve bu problemler, oradaki karar vericilerini bu kaosu dışarıya ihraç etmeye sevk ediyordu. Türkiye bu ihraç için uygun bir bölgeydi. Akdeniz’e değinecek olursak Tükiye’nin güneyine uzanan devletlerin problemlerini dalgalarında taşıyan son yerdi. Tüm bu kaosla birlikte Türkiye, sadece devletlerin ihtiyaçları ve ihracatlarını değil, Avrupa yönüne doğru önemli ve esas köprü olarak görünüyordu. Ancak aynı şekilde Irak, Suriye ve diğer ülkelerdeki savaş ve kaos bölgelerinden birçok göçmenin ve mültecinin kapısıydı. Bu durum karşısında Türkiye’nin yeni stratejisi bu koşulların zorlukları ve gelişmeleriyle mücadele etme sorumluluğunu dirayet ve esneklikle yüklendi. Bu, siyasi ve ekonomik alanda çok zor bir meseledir.

Yapılması gerekenler

Mümkün alternatifler kavramı, Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi öncülüğünde Türk liderlerin, öz kuvvet stratejisini güçlendirmede dayandığı gizli kod olarak kabul edilebilir. Yapılması gerekenler şunlardı:

1. Türkiye’nin coğrafi konumunun Asya ve Avrupa kıtaları arasında bir köprü rolü görmesi, özellikle Asya komşu devletleri ile işbirliği köprüleri kurma ve yakınlaşmaya odaklanma, Türkiye’ye etkisi olan şeylerde bu devletlerin işlerine daha fazla ihtimam gösterme…

2. Dünyanın en büyük on ekonomi devletleri arasında yerini almasını sağlayan etkenler ile Türk ekonomisini geliştirmeye son derece önem gösterme… Buradaki zorluk, (Çin, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Rusya gibi) ekonomi kuvvetlerinin yanında yer almasını gerektiriyordu.

Ekonomik öncelikler

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin gelmesinden sonra Türkiye’nin dayandığı öz kuvvet stratejisini içerden ekonomik dirilişin başlamasıyla beraber uluslararası siyasi ve ekonomik idareler, belki de bölgesel idareler Türk ekonomisinin tabiatında ve yönelimlerinde ortaya çıkan bu değişimi gözlemledi. Bu durum ABD Kongresi Çalışmalar Merkezi’ni, uluslararası ekonominin geleceği noktasında yayınladığı rapora dahil etmeye sevk etti. 21 Aralık 2012 yılında yayınlanan rapor “Küresel Ekonominin Geleceği… Yükselen Ekonomi Güçleri ve Amerika Birleşik Devletlerinin Ticaret Politikası” adını taşıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, söz konusu raporda yükselen ekonomi güçleri sıralamasında yedinci sırada yer alıyordu ve ekonomik gelişme hususunda Çin’den sonra gelen Türkiye takdir ediliyor ve ekonomik olarak dünya listesinde on altıncı sıraya koyuluyordu. Aynı şekilde 2050 yılına kadar Türkiye’nin dünyadaki en büyük ekonomi devletleri arasında on ikinci sıraya ulaşacağı beklentisi paylaşılıyordu.

Siyasi istikrarsızlıklar

Siyasi istikrarsızlığa bağlı istikrarsız ekonomi felsefesinin gölgesinde Türkiye ekonomisi yaklaşık 70 yıl boyunca gerilemeye ya da çok yavaş gelişmeye mahkum kaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde Avrupa’nın gıda talebindeki artışı nedeniyle 1942-1958 yıllarında ekonomik iyileşme belirtilerine rastlansa da durum bu şekildeydi. Türkiye bu ihtiyaçtan faydalanarak tarım ve hammadde ihracatına dayanan ekonomik başarılar gerçekleştirdi. Ancak bu iyileşme kısa sürdü, özellikle 1973 yılında petrol krizinden sonraki yıllarda son buldu, petrol ithalatçısı olarak Türkiye’nin fiyatlarını yükseltti, Avrupa’ya giden Türk işçileri, Avrupa’da işsizliğin artması neticesinde Avrupalılar tarafından kısıtlamalara maruz kaldı. Bu durum Türkiye’yi yüksek döviz kaynaklarından mahrum etti.

1985 yılının önemi

1980 yıllarında Türk ekonomisinin şekillendirilmesi, keskin gerilemeden kurtarılması noktasında girişimlere tanık olundu. Özellikle Uluslararası Para Fonu’ndan 230 milyon dolar kredinin Türkiye’ye verilmesinin reddedildiği 1985 yıllarında… Hükümetin bütçe açığı çok yüksekti ve enflasyon keskin bir şekilde yükselmeye devam ediyordu. Ancak ne var ki Türk ekonomisinin şekillendirilmesi ve gerilemekten kurtarılması girişimleri, hükümetin bütçe açığına bir katkı sağlamadı.

1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında ve Irak’a ekonomik ambargo uygulanmasının ardından Türk ekonomisi olumsuz ve yeni etkenlerden etkilendi. Bu durum, 2001 yılında 104 milyar dolara ulaşan iç ve dış borçlarının eşlik ettiği Türkiye’nin ekonomik problemlerini arttırdı.

Başarı anahtarları

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin çağdaş liderliği, Türk ekonomisinin batı ekonomisiyle ve özellikle Türkiye ve Arap devletleri arasında ticari alışverişin genişlemesine büyük bir etkisi olan Ortadoğu’da Türkiye’nin çevresindeki siyasi koşullarla irtibatının kesilmesinin mecburi oluşunu, Türkiye’nin Avrupa ve ortak pazarıyla ekonomik ilişkideki yönelimlerinin yasallaştırılmasının zaruretini idrak etmeleriyle Türkiye’nin Arap devletlerine olan ihracatlarının oranı artmaya başladı. İşin başında Türkiye ihracatının yaklaşık %20-25’ini oluşturuyordu. Aynı şekilde Türkiye’nin Arap devletlerinden ithalatı da toplam ithalatının %13-16’sına yükselmişti. Bu durum, 1990’ların sonunda Türk ekonomisini birçok zincirden kurtaran, gelişim ve parlama için ihtiyaç duyan canlılığı veren yeni bir başlangıç için bir temel oluşturdu. Bu daha sonraki yıllarda tahakkuk etti.

Yeni ekonomik politika

İçinde bulunduğumuz asrın başında Türkiye sektörlerin tamamında yeni bir ekonomik politika izledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, ekonomik çerçevede ve ekonomide devletin rolünde birçok değişimi hedefleyen ekonomik, idari ve mali açılım ve reformda rolü çok büyüktür. Böylece bu konuda itimat edilen ve başarıları Türkiye’nin tüm sektörlerine yansıyan öz üstünlük stratejisinin işaretleri açık bir şekilde ortaya çıktı. Üretim arttı ve ihracat hacmi yükseldi, yerel üreticinin artmasıyla ilişkili olan ekonomik gelişme büyüdü. Bu altın stratejinin uygulanmasından yedi yıl sonra %23.3 değerle 617.7 milyar dolara ulaştı. 2010 yılında kişi başına düşen milli gelir, 10 bin dolara yükseldi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 yılında kişi başına düşen milli gelir yaklaşık 3 bin dolardı.

Özel sektör yatırımları

2002 yılından sonra Türkiye’de ekonomik gelişme oranlarının artması başarı anahtarlarına itimat etmekte yatmaktadır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin özel bir önem atfettiği ve bu nedenle birçok sorununa çözüm üretmek için çalıştığı özel sektör yatırımları da bunlar arasındadır. Bunun neticesinde yabancı yatırımı yaklaşık 4,5 kat arttı. Aynı şekilde ekonomik sektörlerin tamamında üretim hacmi iki kat, sermaye kullanım oranlarıyüzde 75-80 oranlarında arttı. Hükümet sektörünün yatırım oranları yüzde 300 arttı. Tüm bunlar aynı dönem içerisinde tüketim oranlarının özel sektörde yüzde 39 artmasına, resmi sektörde yüzde 22 artmasına yansıdı.

Model devlet Türkiye

Tüm bunlar, tüm dünya devletleri karşısında model devlet Türkiye’nin imajını güçlendirmiş, marjinal, geri kalmış, borçlar ve problemler içindeki bir mekandan, parlak ve başarı, hatta üstün mıntıkaya geçişini sağlamıştır. Türkiye’nin küresel ve bölgesel ağırlığını arttırmış, başkasına dayattığı rollerini çoğaltmıştır. Modern yönetim kurallarına göre bu başarı ve üstünlükte zirvedir. Türkiye hedeflerini artırmayı, onları çeşitlendirmeyi, ekonomik, sosyal, başarılarında derinleşmeyi başardı ve çalışmalarını arttırmakta, tüm dünya devletleriyle ekonomik işbirliği süreçlerini çoğaltmakta Türk yatırımı önünde bir kapı araladı ve Türkiye içinde dış yatırımı teşvik etti.

Baskı ve zorluklar

Türk lider aklının deşifre etmeye çalıştığı, öz üstünlük stratejisinden doğan Türkiye’nin koruyucu politikalarının her türlü deformasyondan, çatlaktan hatta delikten uzak durduğu şeyler ile başta koronavirüs ile irtibatlı kriz olmak üzere tekrarlanan uluslararası ekonomik ve finansal krizlerin yansımalarıyla mücadelede güvenli bir çıkış oluşturmaya gayret ettiği ana ikilemlerden biri petrol ve gaz gibi doğal enerji kaynaklarına ihtiyaç duymaktır.

Enerji pazarı

panel

İster enerji geçişi için bölgesel bir merkez isterse büyüyen bir tüketici olarak Türkiye’nin küresel enerji pazarında önemi her geçen gün artmaktadır. Enerji kaynakları için önemli bir Pazar kabul edilmektedir. Şöyle ki petrol ve gaz ihraç eden devletlerden deniz yoluyla ham petrol için geçiş merkezi olma rolü büyümüştür. Bu durum, Türkiye’nin deniz boğazlarından batı pazarına geçen tankerler aracılığıyla Rusya ve Hazar Denizi ülkelerinden bu iki maddeyi nakletmek için kullanılan boru hatlarında yabancı yatırımları arttırmayı gerekli kılmıştır. Irak ve Azerbaycan’dan petrol ithal etmek için bu tür çalışmalarda Akdeniz’deki Ceyhan limanının rolü çok büyüktür. Ancak ne var ki tüm bunlar, ülkedeki nüfus yoğunluğu ve gelişen sanayii nedeniyle Türkiye’nin ham petrol ve doğalgaz talebinin arttığı gerçeğini gizlememektedir. Türkiye enerji ihtiyaçlarını güvencede tutmak için doğal gaz ve ham petrolün yüzde 90’ını ithal etmektedir.

Türk liderlik fikri

Bu noktada Türk liderlik fikri, Türkiye ekonomisini ve Türkiye’deki yatırımcı şirketleri geliştirmek için en temel engeller sayıldığı için daimi çözümler araştırmaktadır. Ülkeyi çevreleyen, sınırlarını oluşturan Akdeniz, Karadeniz ve Ege denizindeki geniş alanlarda petrol ve gaz aramalarına başlama kararı, Türk sondaj gemilerinin bulunduğu Doğu Akdeniz’deki gaz sahalarının yanı sıra Karadeniz’de de doğal gaza sahaları bulunduğu haberleri gelmeye başladı. Buna ek olarak, çok sayıda hidroelektrik barajlar inşa etme, ülkenin çeşitli bölgelerinde rüzgar türbinlerinden enerji üretme istasyonlarını arttırmak gibi projeler kapsamında alternatif enerji üretmeyi amaçlayan stratejik programlar aktifleştirildi. Bu çalışmaların uzun vadeli görünmesine ve büyük çabalara ve finans kaynağına ihtiyaç duymasına rağmen Türkiye dikkat çeken bir ilerlemeyi gerçekleştirebildi ve buradan, yurtdışı ithalatını arttıran entegre güneş paneli üretim tesisini kurma aşamasına ulaştı. Böylece Türkiye, personellerinin çabalarıyla alternatif enerjide dünyada 13. Avrupa’da ise 6. sıraya yükseldi. Elektrik üretiminde ise dünyada 12. Avrupa’da ise 7. sıraya çıktı. Aynı şekilde güneş enerjisinde dünyada 14. Avrupa’da ise 7. sırada yer almaktadır. Öte yandan yeraltı enerjisinde dünyada 4. Avrupa’da ise 1. sırada yer almaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, alternatif enerji üretimine Türkiye’nin artan ilgisi konusuna değindikten sonra şöyle demiştir: “Milli enerji gücümüzü arttırmak ve yenilemek için büyük bir kampanya başlattık ve kullanılmayan kaynaklarımızı ekonomiye dahil ettik.”

Enerji üretimi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önce yerel ve yenilenebilir kaynaklarla elektrik enerjisi üretimini 2020 yılının ilk beş ayı içerisinde yüzde 66 arttırdıklarını açıkladıktan sonra 2019 yılında yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi alanında Avrupa’da ikinci sıraya çıktıklarını açıklamıştır. Enerji Dönüşümü Merkezi’nin detaylı çalışmasına göre Türkiye altyapı geliştirme ve alternatif enerji üretim projelerini arttırma yolunda yürüyüşüne devam etti. 2030 yılında elektrik ihtiyacının yüzde 52’sini sağlayabilecektir. Bu ise onlarca milyar dolar ve yakıt ve gaz kaynaklı kirliliği büyük oranda azaltacağı anlamına gelmektedir.

Türkiye doğru yolda

Çağdaş Türkiye liderliğinin dayandığı stratejinin önemi okunduğunda ekonomik, sosyal ve askeri güçlerin gelişme boyutu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde bölgesel komşu devletlere ve uluslararası kuvvetlere kıyasla Türkiye’nin siyasi rolünü güçlendirmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi liderliğinde, yeni siyasi tecrübe ve olumlu başarıların gölgesinde Türkiye’nin takip ettiği öz ilerleme stratejisi açık bir şekilde okunduğu zaman şu anda ve gelecekte, bölgesel ve küresel seviyede Türk halkının istekleri ve arzularına cevap veren strateji ekseninde Türkiye’nin seçtiği doğru yol açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Yeni bir strateji

Türkiye’nin siyasi şıktaki yeni stratejisi, yetmiş yıldır uyguladığı olumsuz tarafsızlıktan vazgeçmeye itmiş, yeni stratejinin gereksinimlerine uyarak birçok bölgeye, gelişmeyi kabul eden hesaplanmış rollerle müdahale etmeye sevk etmiştir. Bilhassa Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı, Lübnan’ı, Arap-İsrail çatışmasını, Filistin anlaşmazlığının çözülmesini, Haliç devletleriyle ilişkilerin kurulmasını ve geliştirilmesini, hatta bölgesel ve coğrafi komşularıyla ilişkilerini içeren birçok konuda… Dolaysıyla çağdaş Türkiye, petrol ve gaz gibi doğal zenginliğinin zayıflığına rağmen ilerlemiş ve gelişmiş ekonomik modelin yanı sıra birçok Türk siyasetçinin tanımladığı gibi Ilımlı İslami Demokrasi çerçevesinde başarılı ve verimli bir devlet modeli sundu. Özgürlük, hukukun uygulanması, adalet, ıslah, şeffaflık gibi yüksek İslami değerleri kapsayan kimliğe kayıtsız kalmadı. Tüm bunları, Türkiye’nin ve bağlı olduğu NATO’nun güç unsurlarından en önemlisini oluşturan dengeli askeri model ile korudu.

Pandemi şartları

Pandemi şartlarına rağmen milyonlarca turistin cazibe merkezi olan Türkiye’nin imajı; bu ülkenin ulaştığı noktanın hakikatinin önemli bir yönünü ifade etmektedir. Pandemi şartlarında, geçen beş ay içerisinde Türk halkından bazı kesimlere 494 milyar yardımda bulunmasına rağmen yürüyüşünde tereddüt etmedi. 2020 yılının ilk sekiz ayında Türkiye’de yabancı turist sayısı yaklaşık 10 milyona ulaşmıştır. Salgının tüm dünyada yayılması, ülkelerin ekonomileri üzerinde büyük etkileri, halkların tasarrufları dikkate alındığında bunun önemi göz ardı edilemez. Özellikle Avrupa ülkeleri Türkiye’ye turist gönderenlerin başında geliyor.

Ekonomik göstergeler

Türkiye’nin ekonomik göstergeleri, sanayi, ziraat ve hizmet gibi üçlü ekonomik sektörde devam eden gelişmeler, Türk başarısını müthiş rakamlarla vurgulamaktadır. Giyim ihracatında geçtiğimiz sene 17 milyara ulaşılmıştır. İlaç endüstrisi 1.17 milyar dolar değerinde ihracata katkı sağlamıştır. Deri endüstrisinde 1.17 milyar dolara ulaşılmıştır. 2010-2018 yılları arasında silah sanayisi 18.3 milyar dolar gelir elde etmiştir. Ziraat sektöründe ise Türkiye, yüzde 7.89 gelişmeyle Slovakya’dan sonra yüzde 3.3 gelişmeyle Avrupa devletleri arasında ikinci sıraya yükselmiştir.

Çağdaş liderlik fikri gölgesinde bugün Türkiye vizyonu, engel ve baskılara, dişli ve demir kollu bir dünyada fırsatlar sunulmamasına rağmen gelişimi gerçekleştirebilmiş iyi bir ülkenin gerçek imajını sunmaktadır. Gücünü liderlik fikrinden ve halkının çabalarından almaktadır. Bu durumu İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy’un Türkiye’nin Milli Marşında söylediği şu sözler özetlemektedir:

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.