Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2407.12
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Türk budur: Bir elde Kur'an, diğer elde Drone

Türk'ün felsefesi yoldur, durmayı sevmez. Bu yüzden ilerlemeci olmayan liderleri de sevmez. Trafikte bile cirit oynar, arabasını at gibi kullanır. Türk, dün küffara kılıç sallıyordu, bugün kod yazıyor. İşe bakın ki, yine en önde Akıncı..
Türk budur: Bir elde Kur'an, diğer elde Drone
16 Ocak 2022 11:56:09
Türk'ün felsefesi yoldur, durmayı sevmez. Bu yüzden ilerlemeci olmayan liderleri de sevmez. Trafikte bile cirit oynar, arabasını at gibi kullanır. Türk, dün küffara kılıç sallıyordu, bugün kod yazıyor. İşe bakın ki, yine en önde Akıncı..

Mustafa UZUN

Birkaç nesildir aynı evde, aynı sokakta ve hatta aynı şehirde yaşayanımız dahi çok azdır. Durmak bitmez bir yolculuk bizimkisi. Yerimizde duramayız. Türklerin binlerce yıllık göç tarihinin bugün siyasetten ekonomiye, sokaktan saraya, dilden dine kadar her yere, -özellikle ruh halimize- sirayet etmemesi düşünülemez.

İslamiyet öncesi Eski Türkler göçebe, tamamen göçebe. Şehir yok. Var olduğu düşünülen ufak taş şehirler ise aslında bir çadır kent, bir karargah gibi dizayn edilmişler. İslam ile şehirlileşmiş, medenileşmişiz. İslam, medine, medeni, şehir. Türk göçebeliği yeniliğe, farklı kültürlere, uygarlıklara, değişime açıktır. Bugün de bunun izleri devam etmektedir. Hiç beklenmedik anlarda yeniden başlar, bir daha başlarız. Çünkü göçebe yaşam tarzı ve değer sistemi topluma dinamizm, dinçlik, eşitlik ve dayanışma ruhu katar.

Ne tam yerleşiğiz, ne tam göçebe. Gücümüzü buradan alıyoruz. Bursa’yı fetheden Orhan Bey şehirde değil şehir dışında kurduğu çadırda yaşamaya devam ediyordu. Berktay Ödekan’a göre Osmanlı döneminde bile iskan politikaları bütün göçmenleri yerleşik hayata geçirmeyi hedeflemiyor. Bir kısmının göçebe hayata devam edip o dinamizmden faydalanmaya devam etmesi isteniyordu. Yerleşik hayata geçenler Türkmenlikten, Yörüklükten çıkıyorlar çünkü. Tarihin algısı bu. Hemen bütün Türk devletleri Doğu’dan gelen saldırılardan büyük zararlar gördükleri için göçebe Türkler hakkında zaman zaman menfi algılar oluyordu. Hemen bütün Türk devletlerini zayıflatan ve çoğunu da yıkan Doğu’dan gelen saldırılara karşı teyakkuzda bulunmaktır bu olumsuzluğun hakiki nedeni. Oysa Doğu’dan Batı’ya doğru uzanan yollardaki gerilimden azade olabilen Türk aşiretleri gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı döneminde el üstünde tutuldular.

Anadolu’ya büyük kalabalıklar geldi. Aşiretler, dilleri, kültürleri, şiirleri, isimleri, her şeyleri ile geldiler. Orta Asya’daki yer isimleri dahi Anadolu’da devam ediyor. Türkistan'daki kültürlerini birlikte getiren Türkler göçebe hayatları ile beraber hatıralarını da muhafaza ederek bu memlekette yaşadılar. Dede Korkut hikayeleri veya Danişmentname gibi eserler Türklerin canlı kültürlerinin, hayallerinin, korkularının, hedef ve inançlarının çok iyi örnekleridir. Bugün de o kültür bütün canlılığı ile devam etmektedir. Kara bir haber alındığında sanki ev başınıza yıkılıyorsa yıkılan şey betonarme evlerimiz değil, olsa olsa çadırlarımızdır. Bizim büyüklerimiz ölmezler, göçüp giderler binlerce yıl olduğu gibi. Türk, hep bir yerlere intikal eder, en sonunda da ahirete intikal eder, yerinde duramaz bir şekilde. Çadırda doğup at üstünde ölen Türk bugün hala tatillerde yerinde duramaz ve bir memleket havası alıp gelir. İzin dediğin şey zaten illa bir yerlere gitmektir. Göçebe merakıyla soruyorum, yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat bize.

SARAYIMIZ DA BİR, ÇADIRIMIZ DA

Binlerce yıldır yatma ve yemek yeme kültürü saraylarda da çadırlarda da aynı oldu. Aynı şekilde yer, aynı şekilde uyuruz. Çadırda yaşıyor gibi evlerimizde hep aynı odayı kullanır, ayakkabılarımızı çadırın dışında çıkartırız. Alman Otomobil Kulübü ADAC’ın dergisi bizdeki piknik kültürü üzerinden çok önemli bir analiz yapmıştı. Almanlara göre Türklerin ufak bir yer bulur bulmaz derhal ve tam dinlenme haline geçebilmeleri, her gereksinimlerini seyyar halde karşılayabilmeleri binlerce yıllık bir göçebe kültür bilgisine sahip olmalarındandır.

Göçebe kültür, sözlü kültürdür. Bağıra çağıra satış yapar satıcılarımız, muhabbetimiz iyidir. En sıradan ev ziyaretinde bile selamlaşma ve hâl hatır sorma faslının uzunluğu ve biçimselliği tipik sözlü kültür göstergeleridir. Her Cuma telefonlarımızı susturmayan Özlü Sözler ile doludur kamyon arkaları bile. Hayallerimiz, mektuplarımız, SMS’lerimiz, alış verişlerimiz, hep kalıpsal sözlerle doludur.

Trafikte de Türk’üz, cirit oynuyoruz. Arabalarımızı at gibi kullanıyoruz, daha iyi pozisyon alabilmek için diğer atları sıkıştırıp ileri atlıyoruz. Kırmızı ışıkta iki dakika bekleyemiyoruz, tarih boyunca hep hareket halindeyiz çünkü. Sürekli kızıyoruz, çevremize karşı teyakkuz halindeyiz, sağımıza solumuza rengimizi verme derdindeyiz. İdari, yönetimsel terimler dilimizde çok fazla. Çok kurallarımız var ve kurallarımız çok katı. Yaşlı amcalarımızın camilerde dua ederken el nereye kadar kaldırılacak, nasıl tutulacak, nerede diz oturup nerede bağdaş kuracağız diye bu kadar titizlenmeleri binlerce yıl boyunca şölenlerde, törenlerde kim nerede nasıl oturacak diye kurallarla yaşamış olmamızla alakalı bir durumdur. Evde misafir ağırlarken baş köşede kim olacağından kimin yanında oturabileceğimize kadar hepsi o çadırların tör ve eşikleri ile izah edilebilir. Göç eden toplumlarda bireylerin birbirleri ile bağlarının güçlü olduğunu söyler İbn Haldun. Göçebe insan dışa karşı tahammülsüz, düşman, haşin ve mücadelecidir. İçe karşı ise merhametli ve yardımseverdir. Üzerinize afiyet, senden iyi olmasın, sözüm meclisten dışarı, sözünüzü balla kestim, lafınızı unutmayınlar güzelleştiriyor dilimizi binlerce yıldır.

Binlerce yıllık göçebeliğin getirdiği ruh hali ile siyaset yapmaya çalışıyoruz. Siyaset sahnemiz ringe benziyor. Yarım yamalak bir demokrasimiz var. Bırakın farklı sesleri, farklı düşünme ve görüş belirtmeyi; söz istemenin bile sıra ile olduğu ve büyükten başlandığı bir çadırdan bahsediyoruz sonuçta. Siyaset zordur Türkler arasında. İlerlemeci olmayan liderleri sevmez Türkler. İlla ilerleyecek. Değişime açık olacak, dünyadan haberdar olacak, olumlu ne varsa milleti için alıp getirecek, en iyi olmaya çalışacak, güçlü olacak, asla içe kapanmayacak, yalnız olmayacak, sıradan bir taklitçilik yapmayacak. Bağımlı olmayacak ve bağımsız olacak. Bakın siyaseti tutuş şeklimize, bin yıl önce bir beyden, sultandan beklenen ne ise bugün de aynısı bekleniyor.

TÜRK’ÜN FELSEFESİ YOLDUR

Tamam, yapıyoruz ama yazamıyoruz. Tarih boyunca böyleydi. Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi isimli eserinde “Fetihleri siz yapın, tarihinizi başkaları yazar zaten” diyordu. Dedelerimiz Orhun anıtlarını kazımak için Çin’den usta getirtmişlerdi, biz de hemen hemen aynı noktadayız. Tarih boyunca dilde yabancılaşmayı önemsemedik. Bugün hamburger yiyip selfie çekiyoruz ama bin yıl önce de Farsça’dan Arapça’dan gelen kelimeleri özenle seçtiğimiz söylenemez. Bugün İngilizce, dün Fransızca idi. Daha evveli Farsça ve Arapçaydı. Bir felsefemiz var mı peki? Felsefi düşünce için durmak, anlamak, çevreyi düşünmek, odaklanmak ve bunları zapt etmek, yazmak gerekli. Biz yerimizde durmuyoruz ki. Bırakın felsefi bir düşünce oluşturmayı, aksine derinliklerde kaybolmamak, bunalmamak için her daim yolda ferahlık arayanlarız bizim. Bizim temel felsefemiz yol yürümektir. Binlerce yıldır yaptığımız gibi.

Peki, niye binlerce yıldır hala göçebeyiz? Dünyanın bilinen ilk alfabelerinden birine sahip olmamıza rağmen neden yazılı kültüre geçemedik? Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hep göçebeleri iskan etmeye, yerleşik hale geçirmeye çalışsa da en nihayet bedenlerimiz evlere girse de ruhlarımız neden hala çadır çadır konaklayıp duruyor? Daha önemlisi göçebe kültürden vaz geçebilir miyiz? Vaz geçmeli miyiz?

Çözüm Alp Erenlikte!

80 ülke gezdim, çok kültür gördüm. Afrika’da, uzak Asya’da secde sonrasında tahiyyata mı oturacağız, kıyama mı kalkacağız ikilemlerini yaşayınca bizim cemaat kültürümüzün de bir nevi harp düzeni olduğunu, imamlarımızı birer komutan gibi algılayıp namaz kıldığımızı fark ettim. Namazlarını komutla kılan, adeta savaşa gider gibi bir anda saf olan, askeri komutlarla secdeye gidip kalkan Akıncı yine yola çıktı. Tarihin omuzlarımıza kondurduğu güzel bir yük bu. Akıncı bir elde kılıcı diğer elde kitabı ile Batı’ya yürümeye devam ediyor. Biz binlerce yıldır bu şekilde Batı’ya doğru aktık, yine akacağız. Son iki yüz yıldır elimizdeki kılıç pek işe yaramıyordu, şimdi dronelerimiz, kodlarımız ellerimizi doldurmaya başladı. Dünün cihan mefküresi bugün yeniden gaza oldu. Dünün mızrağı bugün drone oldu yine gidiyoruz. Dün küffara kılıç sallıyorduk, bugün kod yazıyoruz. İstesek de istemesek de tarihin bize verdiği görev bu, gideceğiz. Yerimizde durmayacağız, uslu da durmayacağız.

En önümüzde yine Akıncı.