Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.23
Gram Altın
2969.37
BIST 100
9632.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tunus'ta 'Gannuşi'nin Hikmeti'

Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Nahda lideri Gannuşi'nin 'hikmeti' veya 'Gannuşi faktörü' ile açıklanıyor.
Tunus'ta 'Gannuşi'nin Hikmeti'
05 Eylül 2013 14:29:00
Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Nahda lideri Gannuşi'nin 'hikmeti' veya 'Gannuşi faktörü' ile açıklanıyor.
Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin (troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.
Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerde karşı devrim hareketleri siyasi ve toplumsal kaosa yol açarken Tunus'taki üçlü koalisyon hükümetinin (troyka) büyük ortağı Nahda Hareketi Partisi (Nahda) Genel Başkanı Raşid el-Gannuşi ülkede yaşanmakta olan siyasi krizin çözümü için yoğun çaba sarfediyor.
Gannuşi, 17 Aralık Tunus Devrimi sonrası ülkesine döndüğü andan itibaren geçtiğimiz günlerde Mısır'da yaşanan olayları adeta o günden görmüş ve gelecek planını ona göre şekillendirmişti. Mısır'da Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın (İhvan) hataları olarak sıralanan birçok konuda Gannuşi'nin farklı bir yol takip etmesi dikkati çekiyor. Tunus'taki devrim sonrası sürecin Mısır, Libya veya Suriye gibi olmaması Gannuşi'nin "hikmeti" veya "Gannuşi faktörü" ile açıklanıyor. Peki "Gannuşi faktörü" Tunus'ta nasıl bir fark yarattı?
Genel seçimlerde elde ettiği yüzde 42'lik oy oranı ile tek başına hükümet kurma yetkisine sahip Nahda, bu gücü biri sosyal demokrat, diğeri liberal laik ve solcu iki partiyle paylaşmayı tercih etmiş "Emek ve Özgürlük için Demokrasi Bloğu Partisi (et-Tekettül)" ve "Cumhuriyet için Kongre Partisi (el-Mu'temer)" ile üçlü koalisyon hükümetini kurmuşlardı.
Gücü paylaşmayı tercih etti
Uzun sürgün ve hapis yıllarından sonra ülkesine döndükten sonra seçimlerden galip çıkan partinin lideri olması hasebiyle başbakan olabilecekken o, tercihini Nahda Hareketi ve partisini yönetmekten yana koydu. Cumhurbaşkanlığına liberal demokrat, seküler bir ismi, bir insan hakları aktivisti Munsif Marzuki'yi önerdi. Meclis başkanlığı görevini ise sosyal demokrat Mustafa bin Cafer deruhte etti.
Gannuşi, ülkenin ve halkın menfaati için uzlaşmanın bir "amentü mesabesinde" olduğuna sürekli vurgu yaptı.
Ülkede yaşanan her siyasi gerilimde el-Gannuşi, şaşırtıcı, hatta "oyun bozucu" teklifler getirdi. Mesela en son siyasi krizde şaşırtıcı bir teklifle "kısır siyasi tartışmaları bırakın. Gelin hükümeti birlikte yeniden kuralım" dediğinde tüm muhaliflerini adeta ters köşeye yatırdı.
İslam-demokrasi uyumunu savunan ilk teorisyen
Soğuk savaş dönemi İslamcı kuşağın içinde İslam ve demokrasi uzlaşısına vurgu yapan ilk "İslamcı" teorisyen Raşid el-Gannuşi 1990'lı yıllarda yazdığı "El-hurriyyatü'l-amme fi'd-devle'l-İslamiyye" (İslam Devletinde Kamusal Özgürlükler) adlı kitabında İslami demokrasiyi savunmuştu. Dönemin İslamcı ideologlarının hemen hepsi demokrasiyi "şirk" ya da "küfür" olarak görürken Gannuşi çok açık ve net bir biçimde İslam-demokrasi uyumu, İslam devleti içinde laik veya Marksist bir partinin kurulabileceği, kadının devlet başkanı olabileceği gibi muhataralı konuları net bir biçimde savunarak, İslami kesimin önüne koyduğunda doğu Arap dünyasındaki özellikle selefiler kendisini "tekfir" etmişti (din dışı saymıştı).
Gannuşi'nin bu liberal, demokrat çoğulcu siyaset anlayışı ve hoşgörü atakları, o dönemdeki kimi İslami kesimlerin aforozcu duvarlarına çarparak geri döndüğü gibi, ne ilginçtir ki şimdi de çok keskin ve katı ideolojik marjlara sahip laik ve sol tandanslı muhalefetin katı duvarlarına çarparak geri dönüyor. Tam bu noktada ülkede, büyük çoğunluğu diktatörlük döneminde teşekkül etmiş medyanın tek sesli ve ideolojik tutumu da hükümetin özellikle de Gannuşi ve Nahda'nın önünde ciddi bir handikap olarak duruyor.
Diğer taraftan Gannuşi'nin bu liberal ve demokrat söyleminin tabana ulaşamıyor oluşu, parti içindeki, devrim öncesi süreçte sürgünde yaşayanlarla, Tunus'ta hapishanelerde yıllarını geçiren parti kadrolarının arasındaki gerilim Nahda'yı zaman zaman tökezletebiliyor.
Nahda ve Gannuşi'ye medya karartması
İktidara geldiğinden bu yana sürekli "ulusal uzlaşı" vurgusu yapan Nahda'nın, geçtiğimiz aylarda yeni anayasa yapım sürecinde İsrail'le ilişkileri anayasal suç sayan madde teklifini onaylamaması, devrime giden süreçte diktatörlük dönemi mağdurlarının haklarının tazmin edilmesi konusunda ayak sürümesi gibi birçok konuda "uzlaşı" eksenli bir tutum izlemesi az önce bahsettiğimiz Nahda içindeki gerilimi tırmandırması pahasına hükümetin bu konulardaki "uzlaşı" eksenli siyasetine rağmen ülkedeki tek sesli ve ideolojik basın Nahda'yı, "radikal selefi bir örgüt", liderini ise "fanatik bir Taliban ya da el-Kaide şeyhi" gibi sunmakta meslek etiği açısından bir beis görmüyor.
Gannuşi'nin bütün uzlaşmacı tavrına rağmen Tunus medyası onu halk kitlelerine "radikal İslamcı, fanatik bir terörist" gibi takdim ediyor. Bu da bazı halk kesimlerinde yankı bulabiliyor. Gerek Şükri Beliyd gerekse Brahmi suikastleri sonrasında yapılan gösterilerde "katil Gannuşi" sloganlarının atılması, "Vampir Gannuşi" yazılı pankartların taşınması bunun tipik birer göstergesi. Entelektüel kesimde de durum çok farklı değil. Bazı Tunuslu akademisyen ve yazarlar Gannuşi'nin herhangi bir kitabını okumadıklarını itiraf ediyor. Onların Gannuşi ve Nahda algısı, büyük oranda Bin Ali rejiminin ve onun medyasının kara propagandaları üzerinden şekillenmiş.
Tüm bunlara rağmen Nahda, özellikle de Gannuşi, ılımlı ve uzlaşmacı tavrından taviz vermiyor. Birkaç ay önce AA muhabirine açıklamalar yapan Gannuşi, "Mütemadiyen uzlaşı çağrısında bulunuyorsunuz. Bununla birlikte tüm bu uzlaşma çağrılarınız katı ideolojik duvarları aşarak ulaşması gereken yere ulaşamıyor. Söylemde ve siyasette bir değişikliğe gitmeyi düşünüyor musunuz?" sorusuna, "Ulusal ve uluslararası muhalefet tam da bizi böyle bir şeye itmeye çalışıyor. Sertleşmemizi ve kabalaşmamızı istiyorlar. Bizim buna iltifat etmediğimizi görünce çılgına dönüyorlar" diyerek kimi muhalif kesimlerdeki ideolojik körlüğün zararlarına dikkati çekmişti.
Diğer taraftan Tunus'ta ideolojik kutuplaşmanın çok katı bir düzlemde seyretmesi ve şimdilik söylem düzeyinde dahi olsa, bu gerilimde arabulucu rolü oynayabilecek liberal bir sınıfın teşekkül etmemiş olması Tunus'ta işleri zorlaştıran diğer bir husus.
Nahda Hareketi Partisi'nin temsil ettiği eğilimler
Nahda, içinde farklı siyasi eğilimleri barındıran bir parti. Sadık Şoro, Salih b. Abdullah ve Habib el-Levz gibi kurucu kadrodan bazı isimler parti içinde selefi eğilimi temsil ederken, Abdülfettah Moro, Ziyad Devletli, Abdülmecid Neccar ise yerel geleneksel anlayışı temsil ediyor. Bu iki eğilimin yanında bir de belki ikinci kuşak Nahdacılar diye isimlendirilebilecek, nisbeten daha genç, neoliberal ekonomi politikaları ve Türkiye'deki AK Parti tecrübesini bir model olarak gören, Riyad eş-Şuaybi, Hammadi el-Cibali ve ekibinin temsil ettiği bir eğilimden sözetmek mümkün.
Hareket bu yapısıyla çoğulcu bir karakter arzetmekle birlikte özellikle selefi kanadın dini düzlem üzerinde siyaset üretmeleri ve bu yüzden ülkedeki bazı selefi yapılarla birlikte görüntü vermeleri, Bin Ali döneminin kara-propagandasıyla şekillenmiş, "terörist Nahda" imajını besleyerek, bu durumdan siyasi rant devşirmeyi hedefleyen kimi muhalif gruplar için ciddi bir malzemeye dönüşüyor. 1980'li yıllarda kurulduğunda nisbeten selefi bir söylemi benimsediği için geleneksel dindar kesimlerde kuşkuyla karşılanan "Vehhabi/selefi Nahda" imajı yine aynı muhalif odaklar ve basın tarafından köpürtülerek, Tunus'un siyasi İslamcı olmayan dindar kesimlerini, Nahda'ya karşı durmaya ikna etmeyi başarabiliyor.
Başka bir söyleyişle Nahda'nın ülkede sorun oluşturan selefi akımlara karşı ikircikli bir tavır görüntüsü vermesi kimi halk kesimlerinin harekete ve partiye karşı kuşkularının artmasına sebep oluyor. Mesela Habib el-Levz ve Sadık Şoro gibi Nahda lider kadrosundan bazı isimlerin, geçtiğimiz günlerde terör örgütü ilan edilen, suikast listesinde Nahda liderlerinden Amir el-Urayyid gibi isimlerin de bulunduğu "Ensaru'ş-Şeria" örgütünün bazı toplantılarına katılmış olmaları, muhalefet ve medya tarafından yoğun bir şekilde kullanıldı.
Diğer taraftan mevcut Din İşleri Bakanı Nuruddin el-Hadimi'nin sıklıkla Körfez ülkelerinden selefi din adamlarını Tunus'ta ağırlaması ve geleneksel kesimlerle arasına mesafe koyması bu algıyı besleyen bir diğer sebep.
Nahda'nın acilen "halk islamı"yla barışması gerektiği belirtiliyor. Gannuşi'nin son zamanlarda Tunus'un din anlayışı sadedinde yaptığı açıklamalardaki "Malikilik ve Eş'arilik" vurgusu bu bağlamda gözden kaçmıyor. Tunus'un da dahil olduğu Kuzey Afrika'da, amelde Maliki, itikatta Eş'ari mezhebi hakim. Gannuşi'nin bu referanslara vurgu yapması yerel / geleneksel İslam anlayışına zeytin dalı uzatması anlamına geliyor.
Nahda ve üçlü koalisyonun önündeki meydan okumalar
Öyle gözüküyor ki Nahda'nın gelinen noktada artık salt bir "İslami hareket" değil, ülkeyi yöneten bir parti olduğunu ivedilikle fark etmesi, ülkedeki mevcut dini dokuyla barışık bütünüyle yerelleşmiş / Tunuslulaşmış bir siyasi hareket olduğu konusunda geleneksel halk kesimlerini ikna etmesi bir aciliyet ifade ediyor. Nahda halk nezdindeki bu algıyı tashih edemezse, Mısır'da da gözlemlendiği üzere muhalefet bunu ciddi anlamda suistimal ederek, anti-demokratik ve darbeci müdahalelere bile dini/teolojik kılıf biçme konusunda bazı din adamlarını istihdam edecektir. Hali hazırda Tunus'ta Ferid el-Baci gibi kimi din adamları bu role çoktan soyunmuş durumda.
Gannuşi'nin uzlaşı temelinde geliştirdiği politikaları, stratejileri ve politik manevraları ve demokrasiyi gerçekten benimsemiş olması, mevcut siyasi krizi ustalıkla yönetmesini sağladığında kuşku yok. Ne var ki bunun böyle olması kısa vadede işe yaramakla birlikte uzun vadede iş görmeyebilir. Çünkü mevcut hükümetin karşısında, aşırı ideolojik ve halkın değerleriyle barışık olmayan bir muhalefet var. Bu yüzden demokratik seçimlerle iktidar olamayacağını anlayan ve bu sebeple manipüle edilebilecek bir sandık ve seçim atmosferi oluşturmak için her türlü aracı mubah gören muhalefet kanaatimizce ciddi bir sorun teşkil etmiyor. Çünkü mevcut muhalefetin Tunus'ta oluşturduğu kriz dalgası henüz halkın ilgisini çekmiş değil. Muhalafetin geçen hafta ilan ettiği "hükümeti kovma haftası"na halkın ilgi göstermemesi de bunun en somut kanıtı. Bu yüzden Tunus muhalefeti en azından şimdilik demokrasi karşısında tehdit oluşturacak potansiyele sahip değil. Bununla birlikte 14 Şubat 2011 devriminden sonraı demokratik geçiş sürecini yönetmekten sorumlu mevcut hükümetin karşı karşıya kaldığı başka meydan okumalar ülkedeki kimi analistlere göre daha tedirgin edici bir durum arzediyor.
Ekonomiden sorumlu devlet bakanlığının yaptığı açıklamada 2013 bütçesinde yaklaşık 5 milyar dinarlık (3 milyar dolar) bir açıktan sözediliyor. Bu, ülke bütçesinin dörtte biri anlamına geliyor. Dolayısıyla gerekli tedbirlerin alınamaması ve ihtiyaç duyulan kredi ve ekonomik desteğin bulunamaması durumunda ülke ekonomisinin ciddi bir kriz yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Bu da geniş halk kesimleri nezdinde büyük rahatsızlıklar ve sosyal çalkantılara sebep olacaktır. Muhalefetin de körüklemesiyle Tunus'ta yeni bir halk ayaklanmasının yaşanması ve akabinde ülkede iç karışıklıkların meydana gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Diğer taraftan özellikle El-Kaide tandanslı "Ensaru'ş-Şeria" gibi örgütlerin terör eylemleri de hükümetin karşısındaki en büyük meydan okumalardan biri.. Özellikle Libya içinde ve Cezayir sınırındaki Şeanbi dağında konuşlanmış olan örgütün başkent Tunus'ta birkaç bomba patlatması, demokrasiye müdahale etmek isteyen karanlık odakların iştahını kabartacaktır. Ayrıca artan terör olaylarına karşı alınacak askeri tedbirlerin Tunus ekonomisine ağır bir yük getireceği de az önce sözünü ettiğimiz meydan okumayı besleyen bir unsur olacaktır.
Tunus'a uluslararası baskılar
Hükümetin karşısındaki diğer büyük meydan okuma ise bölgesel ve uluslararası baskılardır. Özellikle Fransa, ABD, Almanya, Suudi Arabistan, BAE, Cezayir ve İran'ın gerek büyükelçilikleri gerekse sivil topum kanalları üzerinden Tunus'un ulusal güvenlik konseptini tarumar edecek yıkıcı faaliyetler yürütmekte olduğu artık herkesin malumu. Mısır tecrübesinin de gösterdiği üzere bu ülkelerin demokrasiyi ve meşru hükümeti yıkmak için devasa paralar ve imkanlarını harekete geçirmesi çok uzak bir ihtimal değil. Ayrıca bu bölgesel ve uluslararası güçler sahip oldukları devasa medya imkanlarını harekete geçirerek mevcut hükümeti uluslararası toplum nezdinde itibarsızlaştırarak daha fazla baskıya maruz kalmasını sağlayabilir. Bu bağlamda Tunus halkının dostları entelektüel, yazar, siyasetçi herkesin bu anlamda lobi yapması ve demokratik geçiş sürecine destek olması bu meydan okumaların en azından bir tanesini aşma konusunda katkı sağlayacaktır.
Ordu ve emniyetin rolü
Öte yandan Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki'nin orduda yaptığı bir takım değişiklikler sonucu askerin en azından kısa vadede siyasete ve demokrasiye müdahil olması olası gözükmüyor. Fakat emniyet teşkilatı içinde kuytulaşmış bazı yapıların tedirgin edici olduğunu söylemek mümkün. Bazı analistler emniyet teşkilatı içinde gerekli ıslahatı yapamamış olmasını hükümetin karnesindeki eksilerden biri olarak görüyor. Çünkü ülkede bir karışıklığın olması durumunda bu kaosun aktörlerinin belki de en fazla odaklanacağı mekanizmanın emniyet olacağını kestirmek güç değil.
Özet olarak Tunus halkı ve demokrasisi, bugün gerçek dostlarının desteğine her zamankinden daha fazla muhtaç. Bu desteğin sağlanamaması durumunda uzun vadede Tunus demokrasisinin kesintiye uğrama ihtimalini ve halkın sandığa yansıyan iradesinin yok edilmesi sürecini öngörmek kehanet olmaz.
En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin