Dolar (USD)
32.68
Euro (EUR)
35.08
Gram Altın
2444.81
BIST 100
10343.31
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tasavvuf materyalizme reddiyedir!

Tasavvuf alanında yaptığı akademik çalışmalarla yakından tanıdığımız Prof Dr Kadir Özköse, Tasavvuf alanı gönül alanıdır. Tasavvuf manevi neşeyi edinme yoludur. Tasavvuf bir anlamda sekülerizme reddiyedir. Materyalizme reddiyedir. Menfaate, nefsani dürtülere reddiyedir, diye konuştu.
Tasavvuf materyalizme reddiyedir!
29 Haziran 2024 00:00:00
Tasavvuf alanında yaptığı akademik çalışmalarla yakından tanıdığımız Prof Dr Kadir Özköse, Tasavvuf alanı gönül alanıdır. Tasavvuf manevi neşeyi edinme yoludur. Tasavvuf bir anlamda sekülerizme reddiyedir. Materyalizme reddiyedir. Menfaate, nefsani dürtülere reddiyedir, diye konuştu.

FATMA GÜLŞEN KOÇAK

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kadir Özköse ile sık sık gündeme gelen tarikatları ve İslam ve Müslümanlar aleyhine olumsuz bir algıya sebep olan tasavvufi görünümlü sapkın yapıları ve sahte şeyhleri konuştuk.

Tarikatlar sahtesiyle gerçeğiyle her zaman gündemde. Bir tarikatın sahih mi sahte mi olduğu nasıl anlaşılır?

Tasavvufta, Cüneyd-i Bağdadi’nin bizim klasiklerimizde geçen net bir ifadesi vardır. Diyor ki: “Bizden duyduğunuz sözleri ve uygulamaları iki önemli mihenk taşında tartmadan kabul etmeyin. O iki önemli mihenk taşı nedir? Kur'an ve sünnettir. Bizde Kur'an ve sünnete aykırı gördüğünüz her şeye karşıyız. Bizde Kur'an ve sünnetin ruhuna uygun ne varsa onları örnek almanızı, onları benimsemenizi isteriz.”

Yine benzer bir şekilde tasavvuf büyüklerinden Ebu Hafs El-Haddad der ki, “Kur’an ve sünnetin hükümleri ile çelişen her türlü bâtinî, mistik düşünce bâtıldır.”

Dolayısıyla bir tarikatın sahte veya gerçek, hak veya bâtıl iyi veya kötü olduğunu ayırt eden şeriat ölçüsüdür. Tasavvufta dört kapı, kırk makam vardır. Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaşi Veli'nin, Yunus Emre'nin öğütlediği, geleneğimiz içerisindeki bu dört kapı; şeriat kapısı, tarikat kapısı, marifet kapısı, hakikat kapısıdır. Fakat bu dört kapının, hepsini de kuşatan şeriat kapısıdır. Bunu bize Necmettin-i Kübra, On Esas isimli eserinde açıklarken diyor ki; ’Şeriat deryaya benzer, tarikat gemiye benzer, marifet kaptana benzer, hakikat kapısı ise deryadaki incidir.

Gaye nedir? Şeriatın da tarikatın da marifetin de gayesi deryanın içindeki saklı bulunan inciyi yakalamaktır. Bu inci nerededir? Şeriat deryasındadır. Şeriat okyanusunun dışında, kara parçalarında inci aramaya kalkışan bulamaz.” der.

Peki, ben bu şeriat incisini almak için ne yapabilirim? Okyanusun bin metre derinliğine dalabiliyorsanız yol sizin. Fakat bunun bir kolaylığı var. Bir denizaltı olması lazım. Bizi inciye götürecek denizaltıya tarikat denir. En kestirme, en güzel, en tatlı bir şekilde şeriatın içinde dolaşma, o deryada dolaşma fırsatını veren tasavvufi eğitimdir. Tabii bu yolun üzerinde köpek balıkları var, yılanlar var, çıyanlar var, akıntılar var. Bu geminin kendi başına gidecek hâli yok. Sizi o incinin saklı olduğu yerlere götürebilecek bir kaptan olmalıdır. Bu kaptanın adı Mürşid-i Kâmil’dir, tarikat şeyhidir.

Tarikatta mürşitsiz yol alınamaz mı?

Mürşitsiz yol alınmaz. Mürşitsiz tarikat gemisi batabilir. Yani hakiki mürşit olmayınca.

Bir tarikatın sapkın olup olmadığını nasıl anlarız?

Saydığımız dört esası, yerli yerince uygulamayan akımlara, zihniyetlere biz sapkın tarikatlar diyoruz. Her düşünce sisteminin aykırı tiplemeleri olduğu gibi İslami düşünce sistemi içerisinde de yersiz yaklaşımlar sergileyen, din dışı diyebileceğimiz algılara kendilerini kaptıran zihniyetler olmuştur.

Sahte şeyhler batıl tarikatlar her devirde olmuş mu?

Sahte şeyhler, bâtıl tarikatlar, bugün olduğu kadar dün de vardı. Osmanlıdaki Celâliler, Kalenderiler, Hurûfiler gibi. Selçuklularda Nizamiye Medreseleri bu sapkın akımlara karşı inananları korumaya ve gerçek tasavvuf önderlerini ön plana çıkarmaya çalışmıştır.

Dolayısıyla gerek Selçuklularda gerek Osmanlıda bu sapkın akımlara karşı bir teyakkuz bir direnç, bir tepki olmuştur.

ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYHİ ŞEYTANDIR SÖZÜNÜN ANLAMI

Ehli tarikat tarafından sık kullanılan “Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır” sözü çok ağır değil mi? Özellikle tarikat disiplinine girmeden İslam’ı yaşamaya çalışan Müslümanlara bu söylenir mi?

Tasavvufî gelenekte kaynaklarımızda geçen bir ibare vardır: Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır. Bu söz Bâyezid-i Bistâmî’nin sözüdür ve tarikat ehli olmayanlarla ilgili bir söz değildir. Tarikata girmiş olanlara özgü bir sözdür. Sizin şeyhiniz, Mürşid-i Kâmil, yetkin, donanımlı, bilge, saygın, muteber, İslamî hassasiyetlere sahip, güçlü bir şeyh değil cahil menfaatperest bir tip ise sizin şeytanınız olacaktır demek istenmektedir.

Sahtesinin bu kadar çok olduğu bir ortamda gerçek şeyhi insanlar nasıl ayırt edecek?

Kişinin mürşidini iyi seçmesi lazım. Önce kime teslim olacağını, kimin elinden terbiye alacağını, kimin dergahına katılacağını, kimin sohbetlerini takip edeceğini iyi bilmeli. Mürşid-i Kamil’in özellikleri bizim tasavvuf kaynaklarımızda özellikle anlatılır.

Mürşid-i Kâmil’in ana özelliği nedir? Mürşid-i Kâmil ehliyetli olmalı, arif olmalı, bilge olmalı, müntesiplerini dalalete götürmeyecek kadar, hidayet yolunun yolcusu olmalı hassas olmalı ve hem kendini hem de sevenlerini İslamî ölçülere uyumlu hale getirecek nitelikte olmalıdır.

ŞEYHLİK İCAZET İLE OLUR

Her önüne gelen şeyh olabilir mi? Ya da çok nur yüzlü biri bulunup düş önümüze şeyhimiz ol denir mi? Bunun usulü nedir? Şeyhlik nasıl elde edilir?

Şeyhlik ancak icazet ile elde edilir. Şeyhlik icazeti nerede alınır? Tekke'deki uygulanan Seyr-i sülûk eğitimiyle alınır. Osmanlı tekkelerini örnek verecek olursak, Seyr-i sülûk ortalama üç yıl süren uzun soluklu bir eğitimdir. Şeyhinin birebir eğitiminde evradını, ezkârını, tesbihatını, ibadetlerini, bilgeliğini, okuyacağı kitapları, tefekkürünü, düşüncesini, algısını, kişiliğini, karakterini, maneviyatını, ruhaniyetini, letafetini, kalbini, duygusunu derinleştirirdi. Nefsini sırasıyla nefs-i emmare’den levvâmme, mülhime, mutmainne, raziye, marziyye ve kâmile mertebesine çıkarırdı.

Nefs-i mutmaine makamında karar kılmış olan ve artık günaha, isyana, yalana, dolana, ihanete, küfre, şirke, dalalete, cehalete, sapkınlığa ve İslam düşmanlarıyla iş birliği yapacak bir rezalete düşme durumu kalmayacak kadar güvenilir olduğuna inanılan dine, Allah'a ve Resul’e aşina bir kıvama gelen insana icazet verilirdi.

resim4_2dc2d6d78d04daf1474d61c5645bd55f.png

MÜRŞİTLİK İCAZETİ

Bir şeyhin çok sayıda halifesi olabilir mi? Her halife mürşitlik yapabilir mi?

Bir şeyhin icazet verdiği, onlarca yetiştirmiş olduğu halifesi olabilir. Fakat bir tarikatın başına geçmesi için icazet verilen şeyhlerin arasında bir de mürşitlik icazeti vardır.

Ben, bunu şuna benzetiyorum; bugün edebiyat fakültesinden mezun olan bir sürü öğrencimiz var. Öğretmen olarak atanabilmesi için formasyon alması gerekli. Şeyhlik eğitimini tamamlaması, edebiyat fakültesini bitirmesi gibidir ama mürşit olabilmesi formasyona bağlıdır.

Her insan kâmil olabilir ama başkasını yetiştiremez. Bu anlamda öncelikle yerine geçecek olan şahsiyetin, kimin yanında yetiştiğine, kimden ne tür eğitim aldığına nefis terbiyesi noktasında hangi makama geldiğine ve kendisine ait hangi icazetin verildiğine bakılmalı. Tarikatın ölmeden önceki şeyhi tarafından, kime nasıl, nerede, ne şekilde, tarikat emanet edildiğine şahitleriyle birlikte ya sözlü ya da yazılı olarak hatırlatılması gerekmektedir.

MECLİS- İ MEŞAYİHİ’NİN İŞLEVİ

Sahte şeyhlere, sapkın tarikatlara ve yozlaşmaya karşı Osmanlı Meclis- i Meşayihi kurmuştu. İşleyişi nasıldı?

Şeyhülislâmlığa bağlı olarak kurulan Meclis-i Meşâyih, hem Osmanlı ülkesindeki bütün tekke ve tarikatların yönetim ve denetimini üstlenmiş hem de tasavvufi düşüncenin gelişmesi ve yayılması için gereken tedbirleri almıştır. Meclisin ilk şekli, bir başkan ve altı üyeden meydana geliyordu. Daha sonraki uygulamalarda, bir ara başkandan ayrı olarak "nazır" sıfatıyla şeyh olmayan bir kişi daha tayin edilmiştir. Bazı yıllarda yönetim kurulunda iki tane de müderris bulundurulmuş, kâtip ve başkâtiplik ihdas olunmuştur. Bazı yıllarda yönetim kurulunda iki de müderris bulundurulmuş, kâtiplik ve başkâtiplik ihdâs edilmiştir. Böylece teşekkül, Osmanlı ülkesindeki bütün tekke, zâviye ve tarikatların yönetim ve denetimini üzerine almakla kalmıyor, tasavvufî düşünce, tarikat yapıları ve idaresinin geliştirilmesini amaçlıyor, şeyh atamalarını düzenliyordu. Meclis-i Meşâyih’in kurulmasından sonra evlâdiyet ve hilâfet usûlü ile tevcih edilmekte olan meşîhat vazifesi, doğrudan meclis tarafından kontrol edilmeye başlandı. Bir dergâhın meşîhatına mutasarrıf olan şeyh vefat ettiği zaman meşîhatın tevcîhi için Meclis-i Meşâyih’a müracaat edilir, eğer müracaat eden şahıs şeyhin sulbünden ise ve gerekli şartları da haiz ise tayin gerçekleşirdi. Eğer meşîhat evlâdiyet üzere meşrut olmaz ve şeyh de evlâdı olmadan vefat ederse şeyhin mensup olduğu tarikatın halifelerinden birine görev tevcîh edilirdi.

CUMHURİYET DÖNEMİ TARİKATLAR

Tekke ve zaviyeler kapatıldıktan sonra tarikatlar varlığını nasıl sürdürdüler?

Cumhuriyet Türkiye'si tarikatlar açısından tarihi flu olan bir alan. Burada kişinin tarikat şeyhi olarak tekke şeyhi olarak kendini lanse etmesi yasaktı. Ne yaptılar bunlar? Bunlardan bir kısmı hayata küstü. Bireysel bir şekilde ailesiyle gündelik hayatını yaşadı gitti.

Bir kısmı mücadeleyi seçti. Fakat onlara karşı da bir takip mekanizması uygulandı. Sesi çıkanların susturulduğu görülünce, genel çoğunluk tarikat adıyla değil de sohbet adıyla, vakıf, dernek yoluyla, gazete ve dergi adıyla, eğitim kurumlarıyla ya da birtakım yöntemlerle legal bir teşkilat kurmaya yeltendiler.

Müritlerini ve sevenlerini bilhassa ihtilal dönemlerinde evlerde küçük çaplı toplantılarla eğittiler.

Genel kitleye yönelik olarak da daha çok İslam’ı yaşama, öğretme, kaynaklarını tanıma tarzındaki faaliyetleri yürüttüler.

TASAVVUF SEKÜLERİZME REDDİYEDİR

Son olarak günümüzdeki bazı tarikatların politikleşmesi hakkında neler söylersiniz?

Tasavvuf alanı gönül alanıdır. Tasavvuf manevi neşeyi edinme yoludur. Tasavvuf kalbi tatmin etme yoludur. Zikirle, fikirle, tefekkürle, ibadetle, ilimle, edeple, ahlakla uğraşma halidir. Tasavvuf menfaat devşirme yeri değildir. Tasavvuf bir anlamda sekülerizme reddiyedir. Materyalizme reddiyedir. Menfaate, nefsani dürtülere reddiyedir.

Tarikatların politik sisteme angaje olmaları hoş değildir. Her Müslüman gibi tasavvuf erbabının da bir siyasi görüşü vardır. Siyaset gündelik hayatımızın bireysel ve toplumsal anlamda hedeflerimiz doğrultusunda yerli yerince oturtulmasının adıdır. Bu anlamda tasavvufun da tarikatın da elbette gündelik hayata dönük sanatıyla, irfanıyla, ahlakıyla ilmiyle, bulgusuyla, geleneğiyle, töresiyle yansımaları olabilir ama bir tarikatın politikleşmesi küresel şebekeye dönüşmesi, menfaat odağı haline gelmesi o yolun bitirildiğini gösterir.

1_16e5eb0b42360f3ca04de6369381066a.png

Prof. Dr. Kadir Özköse Kimdir?

1967 yılında 1967 yılında Zile/Tokat’ta doğdu. Lisans eğitimimi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1991), yüksek lisansını 1995 yılında, doktorasını 2000 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Tasavvuf Anabilim Dalı’nda tamamladı. 2001 yılında Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı yardımcı doçentlik kadrosuna, 2005 yılında doçentlik kadrosuna, 2010 yılında ise Profesörlük kadrosuna atandı. Araştırma inceleme amacıyla bir süre Mısır, Cezayir ve Fas’ta bulundu. 2009-2010 akademik yılında Kırgızistan’da Oş Devlet Üniversitesi Araşan İlahiyat Fakültesi dekanlığı görevinde bulundu. 2012-2015 tarihleri arasında Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı görevini deruhte etti. 2015-2017 tarihleri arasında Yozgat Bozok Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevine atandı. 2020-223 tarihleri arasında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Şuan Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak görev yapmakta olup İngilizce ve Arapça bilmekte, evli ve üç çocuk babasıdır. Yayımlanmış makale ve eserleri bulunmaktadır. Yayınlanmış telif eserlerinden bazıları şunlardır:

1. Aşkın Bedeli, Hak-Bâtıl Mücadelesi, Nefis Terbiyesi, Mürid ve Mürşid İlişkisi, Can Kuşu, Tövbekâr Kulun Hâli, Fakr Saltanatı, Libya’da Tasavvufî Hayat, Sûfî Dâvet’ten Devlete, Tasavvuf ve Gönül Eğitimi, Anadolu Tasavvuf Önderleri, Dervişin Günlüğü, Altın Silsile, Mağrib Tasavvufu