Sultan 2. Abdulhamid'i tahttan indirenler Erdoğan'ın peşinde
Bugün idare ettiği
Osmanlı Devleti’ni 33 yıl boyunca bir taraftan çeşitli entrikalara karşı ayakta
tutmaya çalışırken diğer taraftan ise bir çok alanda hayalleri zorlayan
projeleri ile milletinin refahını zirveye taşıyan Sultan 2. Abdülhamid Han;
tasmaları başkalarının elinde olan İttihat ve Terakkicilerin gerçekleştirdiği
darbe ile tahttan indirilerek Selanik’e sürgün edildiği gün. Ve yine bugün buna
benzer bir eylemi tam 98 yıl sonra gerçekleştirmek isteyen zihniyet Recep
Tayyip Erdoğan başbakanlığındaki hükümeti alaşağı etmek için bütün yolları denediği
gün. Bundan 14 yıl önce 27 Nisan 2007 gecesi TSK’nın internet sitesinde
yayımlanan e-muhtıraya hükümetin aynı tonda cevap vermesiyle askeri müdahalenin
önüne geçildi. Sürece kısaca göz atalım...
*
Osmanlı Devleti’nden onlarca sultan gelip geçti. Fakat
Sultan 2. Sultan Abdülhamid en çok konuşulan hükümdarlardan biri oldu.
Bunalımlı bir dönemde tahta çıkan Sultan 2. Abdülhamid Han, Batı’ya karşı
dengeci, Doğu’ya karşı Ümmetçi siyaset izleyerek, bu dehasıyla “Hasta Adam”
ilan edilen Osmanlı’yı 33 yıl ayakta tutmayı başardı. Dünyayı sömürmek için el
ele veren “bâtıl” güçler, Sultan 2. Abdülhamid’in hallini gerçekleştirdikten
kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’ni çökertip, paramparça etti. Bugün İslâm
coğrafyasında hâlâ o parçalanmanın etkisiyle, kan ve gözyaşı dinmek bilmiyor;
Mısır’dan Libya’ya, Yemen’den Suriye’ye, Irak’tan Filistin’e kadar âdeta
kıyamet yaşanıyor.
*
Hanedan-ı Âl-i Osman’ın 34. temsilcisi olan 2. Abdülhamid
Han, devleti “Dağılma Dönemi”nde siyasi dehasıyla 33 yıl idare eder. (31
Ağustos 1876- 27 Nisan 1909) Fakat finalde vuku bulan ve tarihe kara bir leke
olarak not düşülen “31 Mart Vak’ası”, bir çöküş öyküsü ve acıklı bir hâtıra
olarak hâlâ yüreklerimizi parçalar.
19. yüzyılın sonlarında Balkanlar’da gelişen olumsuzluklarla
bunalan Osmanlı, Batılı emperyalistlerin kurduğu baskılarla yeni bir sürece
zorlanır. “Meclis-i Mahsusa” tarafından pazarlık konusu olarak yapılan Kânûn-i
Esâsî, iki aylık yoğun bir tartışma sonunda 23 Aralık 1876 tarihinde Sultan 2.
Abdülhamid Han’ın onayıyla yürürlüğe girer. Uygulamaya konan 119 maddelik
Kânûn-i Esâsî, bağımsız bir İslâm ülkesinde yürürlüğe giren Batılı anlamda ilk
yazılı anayasa olma özelliğini taşır. Fakat Sultan 2. Abdülhamid Han, kısa bir
süre sonra “93 Harbi”ni (1877-1878 Osmanlı / Rus Savaşı) bahane ederek bu
anayasal yönetime son verir. Bu durumdan rahatsız olan Jön Türkler, sudan
sebeplerle ortalığı velveleye vermeye başlar. 1889 yılında kurdukları İttihat
ve Terakki Partisi’ni devreye sokarak “genç subayları” halka karşı
ayaklandırır. Ayaklanmayı önlemek amacıyla Kânûn-i Esâsî’yi tekrar yürürlüğe
koyan Sultan 2. Abdülhamid Han, 2. Meşrutiyet’i ilân eder. (23 Temmuz 1908) Bu
süreçten sonra Osmanlı Mebusan Meclisi âdeta hainlerin yuvandığı bir merkez
haline dönüşür.
*
Avrupalıların “hasta adam” ilan ettiği Osmanlı Devleti’nin
başına geçen Sultan 2. Abdülhamid, başarıyla yürüttüğü dış politikayla emperyalistlerin
oyunlarını bozar. “İslâm Birliği” siyasetiyle başta İngiliz ve Filistin’de
yerleşim taleplerini geri çevirdiği Yahudilerin canını sıkar. Avrupa basını ve
sermayesini elinde bulunduran Yahudi lobileri fırsat kollamaya başlar.1894’te
Doğu Anadolu’yu yurt haline getirmek isteyen Ermeni komitacıların eylemleri,
kendilerine itaat etmeyen Sultan 2. Abdülhamid’i halletmek için küresel güçleri
harekete geçirir. İngiliz ve Yahudi sermayedarların desteklediği basın,
karalama kampanyalarıyla Sultan 2. Abdülhamid’e linç kampanyası başlatılır.
Fransız tarihçi Kont Albert Vandal, saltanatı boyunca kan dökmekten kaçınan
Sultan 2. Abdülhamid’i “kan dökücü” manasına gelen Le Sultan Rouge (Kızıl
Sultan) ifadesiyle itham eder. İçimizdeki gafiller de bu galat-ı meşhur yakıştırmaya
mal bulmuş mağribi gibi sarılır. Sonrasında zalim, katil, diktatör ve tiran
gibi aşağılama propagandalarının ardı arkası kesilmez.
*
Basın yayın organları Sultan 2. Abdülhamid Han’a karşı ağır
eleştiriler yaparken, Selanik’ten İstanbul’a getirilen Avcı Taburları “şeriat
isteriz!..” çığırtkanlığıyla tarihte adı 31 Mart Vak’ası (isyan, Rûmî takvime
göre 31 Mart 1325 tarihine denk geldiğinden bu ad ile anılmıştır) olarak
geçecek isyanın fitilini ateşler. İttihat ve Terakki Partisi, kanlı olaylara karıştığı
gerekçesiyle “Kızıl Sultan” ilan ettikleri Sultan 2. Abdülhamid Han’ı tahttan
indirmek için gemi azıya alır. İsyanın sebebi çok aşikârdır; vatan topraklarını
satmamak. Filistin ve Kudüs’te para (yüz elli milyon altun İngiliz lirası)
karşılığı yerleşim yeri isteyen Yahudilere, “Vatan toprakları satılmaz. Kan
akıtılarak kazanılan vatan toprakları ancak kan akıtılarak verilir...” diyen 33
yıllık Devlet Başkanı Sultan 2. Abdülhamid Han, miladî 13 Nisan 1909’da tarihe
“31 Mart Vak’ası”yla vuku bulan menfur olaylar silsilesiyle tahttan indirilir.
*
27 Nisan 1909 Salı günü, Selanik Milletvekili ve İtalyan
casusu Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni komitalarının adamı Senatör Ermeni Aram
Efendi, Arnavut isyanını kışkırtan Draç Milletvekili Arnavut Esat Toptani Paşa
ve Bahriye Feriki Laz Arif Hikmet Paşa’dan oluşan heyetin, Yıldız Sarayı’nın
duvarlarını çatlatan “Bermucibi Fetva-yı Şerif (fetva gereğince) millet sizi
hal etti” diyerek “hal, hal, hal...” diye tempo tutmalarını hatırlamamak
“tarihe ihanet” olur. Theodor Herzl başkalığındaki Siyonist güruh ve Jön
Türklerin elele vererek derdest ettiği Sultan 2. Abdülhamid Han, apar topar 27
Nisan günü Sirkeci garından hareket eden trenle Selanik’e sürgüne gönderilir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde entrikaların merkezi haline gelen Yıldız Sarayı,
halk tarafından yağmalanıp, perişan edilir. Aslında sadece Yıldız Sarayı değil,
halline karar verilen Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han’la birlikte Cihan Devleti
Osmanlı da yıkılır. Sultan 2. Abdülhamid Han tahttan indirilince; önce Filistin,
sonra Evlad-ı Fatihan daha sonra da “Millet-i İslâmiye ve Ümmet-i Muhammediye”
yetim kalır.
*
2. Abdülhamid Han’ın sürgüne gönderilişiyle birlikte Yıldız
Sarayı’nı basıp şahsi eşyalarından tutun da devletin önemli evraklarına kadar
yağmalayıp talan edenler, çok kısa süren bir sarhoşluk ve başıboşluk döneminden
sonra uyanır!.. Derin pişmanlıklar içinde Ulu Hakan’ı yâd etmeye başlar. Fakat
ne çare; Ulu Hakan 3 yılı Selanik, 6 yılı ise İstanbul Beylerbeyi Sarayı olmak
üzere 9 yıl boyuncu habis ur gibi vatanını saran işgalcilerin işkencelerine
maruz kalarak elem içinde hayata veda eder. Ve 9 yıl içinde koca bir Cihan
Devleti, İttihat ve Terakki idaresi altında çöküp, “imâmesi kopmuş tesbih
taneleri” gibi darmadağın olup gider.
Sultan 2. Abdülhamid Han’ı bir kez daha rahmetle yâd
ediyoruz. Allah makamını âlî, mekânını Cennet etsin.
***
MİLLÎ İRADEYE DARBE
OPERASYONU: 27 MART E-MIHTIRASI
Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi doluyor, Cumhurbaşkanlığı
seçimleri yaklaşıyordu. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başını çektiği Cumhuriyet
Mitingleri’nde “Ordu Göreve” pankartlarıyla birlikte “Çankaya’da İmam İstemiyoruz”
sloganları atılmaya başlandı. Bu eylemlerdeki hedef cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklaması
muhtemel Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü kesmekti. Dönemin CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal, dolaylı yollardan da olsa Türk Silahlı Kuvvetleri’ni
hareketlendiren açıklamalar yapmaya başladı. Baykal’ın en çarpıcı ifadesi
şuydu: “Başbakan Başkomutan olamaz. TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık
yetkisini de kuşanan cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir.”
Arkasından, 12 Mart 2007’de Genelkurmay Başkanı Yaşar
Büyükanıt yaptığı basın açıklamasında, “Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda
TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK’yı yakından ilgilendirmektedir... Hem
vatandaş hem TSK’nın bir personeli olarak Cumhuriyetin temel değerlerine sözde
değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut
ediyoruz” ifadeleriyle seçilecek cumhurbaşkanının profilini tarif ediyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu gelişmelerin gölgesinde,
“Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir” diyerek Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını
açıkladı. AK Parti hükümeti bir sıkıntıyı aştık derken, başka bir sıkıntıyla
karşı karşıya kalıyordu. Bu defa da Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu
Türk demokrasisini kilitleyecek bir fikir ortaya attı. Kanadoğlu’na göre,
Anayasa’nın 102’nci maddesi gereğince TBMM’nin cumhurbaşkanı seçebilmesi için
367 yeter sayısını sağlaması gerekiyordu. Aksi halde ikinci ve üçüncü oturumun
gerçekleşmesi söz konusu değildi.
Birinci turun sonunda TBMM’deki tek aday olan Abdullah Gül
geçerli 361 oyun 357’sini almış; fakat Cumhurbaşkanı olabilmesi için gereken
367 yeter sayısını bulamamıştı. O günün gecesin yarısında TSK’nın resmi
internet sayfasına bomba etkisi yapan bir bildiri düştü. Bildiride, “Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak
için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini
son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı
seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış
durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile
izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda
taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur” ifadeleriyle hükümet alenen tehdit
ediliyordu. CHP bu bildiriye sahip çıktı.
Hükümet yetkilileri metni okur okumaz acil olarak
toplanarak, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek aracılığıyla aynı sertlikte ve dik
duran bir açıklama yaptı. 28 Nisan sabahı tüm ülke büyük bir belirsizliğe
uyandı. İlerleyen günlerde Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı birinci turu
için yapılan oylamayı 367 yeter sayısının bulunamadığı gerekçesiyle iptal etti.
Anayasa Mahkemesi kararı sonrası hükümetin ülkeyi erken seçime götürmekten
başka bir seçeneği kalmadı. 22 Temmuz 2007 yılında gerçekleştirilen erken
seçimde AK Parti oyların yüzde 46,58’ini alarak tek başına iktidar oldu.
Cumhurbaşkanlığı için yeniden aday olan ve 367 garabetine
takılan Abdullah Gül’ün önünü
verdiği destekle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açtı.
Fakat daha sonraki süreçten sonra sular durulmadı. 15 Temmuz
2016’da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından
düzenlenen hain darbe girişimi Allah’ın yardımı, milletin ferasetiyle kanlı bir
şekilde bastırıldı.
Hâlâ da sular durulmuş değil, teyakkuz hâli devam ediyor.