Dolar (USD)
34.46
Euro (EUR)
36.35
Gram Altın
2868.27
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Nisan 2021

​Sultan 2. Abdulhamid'i tahttan indirenler Erdoğan'ın peşinde

Bugün idare ettiği Osmanlı Devleti’ni 33 yıl boyunca bir taraftan çeşitli entrikalara karşı ayakta tutmaya çalışırken diğer taraftan ise bir çok alanda hayalleri zorlayan projeleri ile milletinin refahını zirveye taşıyan Sultan 2. Abdülhamid Han; tasmaları başkalarının elinde olan İttihat ve Terakkicilerin gerçekleştirdiği darbe ile tahttan indirilerek Selanik’e sürgün edildiği gün. Ve yine bugün buna benzer bir eylemi tam 98 yıl sonra gerçekleştirmek isteyen zihniyet Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığındaki hükümeti alaşağı etmek için bütün yolları denediği gün. Bundan 14 yıl önce 27 Nisan 2007 gecesi TSK’nın internet sitesinde yayımlanan e-muhtıraya hükümetin aynı tonda cevap vermesiyle askeri müdahalenin önüne geçildi. Sürece kısaca göz atalım...

*

Osmanlı Devleti’nden onlarca sultan gelip geçti. Fakat Sultan 2. Sultan Abdülhamid en çok konuşulan hükümdarlardan biri oldu. Bunalımlı bir dönemde tahta çıkan Sultan 2. Abdülhamid Han, Batı’ya karşı dengeci, Doğu’ya karşı Ümmetçi siyaset izleyerek, bu dehasıyla “Hasta Adam” ilan edilen Osmanlı’yı 33 yıl ayakta tutmayı başardı. Dünyayı sömürmek için el ele veren “bâtıl” güçler, Sultan 2. Abdülhamid’in hallini gerçekleştirdikten kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’ni çökertip, paramparça etti. Bugün İslâm coğrafyasında hâlâ o parçalanmanın etkisiyle, kan ve gözyaşı dinmek bilmiyor; Mısır’dan Libya’ya, Yemen’den Suriye’ye, Irak’tan Filistin’e kadar âdeta kıyamet yaşanıyor.

*

Hanedan-ı Âl-i Osman’ın 34. temsilcisi olan 2. Abdülhamid Han, devleti “Dağılma Dönemi”nde siyasi dehasıyla 33 yıl idare eder. (31 Ağustos 1876- 27 Nisan 1909) Fakat finalde vuku bulan ve tarihe kara bir leke olarak not düşülen “31 Mart Vak’ası”, bir çöküş öyküsü ve acıklı bir hâtıra olarak hâlâ yüreklerimizi parçalar.

19. yüzyılın sonlarında Balkanlar’da gelişen olumsuzluklarla bunalan Osmanlı, Batılı emperyalistlerin kurduğu baskılarla yeni bir sürece zorlanır. “Meclis-i Mahsusa” tarafından pazarlık konusu olarak yapılan Kânûn-i Esâsî, iki aylık yoğun bir tartışma sonunda 23 Aralık 1876 tarihinde Sultan 2. Abdülhamid Han’ın onayıyla yürürlüğe girer. Uygulamaya konan 119 maddelik Kânûn-i Esâsî, bağımsız bir İslâm ülkesinde yürürlüğe giren Batılı anlamda ilk yazılı anayasa olma özelliğini taşır. Fakat Sultan 2. Abdülhamid Han, kısa bir süre sonra “93 Harbi”ni (1877-1878 Osmanlı / Rus Savaşı) bahane ederek bu anayasal yönetime son verir. Bu durumdan rahatsız olan Jön Türkler, sudan sebeplerle ortalığı velveleye vermeye başlar. 1889 yılında kurdukları İttihat ve Terakki Partisi’ni devreye sokarak “genç subayları” halka karşı ayaklandırır. Ayaklanmayı önlemek amacıyla Kânûn-i Esâsî’yi tekrar yürürlüğe koyan Sultan 2. Abdülhamid Han, 2. Meşrutiyet’i ilân eder. (23 Temmuz 1908) Bu süreçten sonra Osmanlı Mebusan Meclisi âdeta hainlerin yuvandığı bir merkez haline dönüşür.

*

Avrupalıların “hasta adam” ilan ettiği Osmanlı Devleti’nin başına geçen Sultan 2. Abdülhamid, başarıyla yürüttüğü dış politikayla emperyalistlerin oyunlarını bozar. “İslâm Birliği” siyasetiyle başta İngiliz ve Filistin’de yerleşim taleplerini geri çevirdiği Yahudilerin canını sıkar. Avrupa basını ve sermayesini elinde bulunduran Yahudi lobileri fırsat kollamaya başlar.1894’te Doğu Anadolu’yu yurt haline getirmek isteyen Ermeni komitacıların eylemleri, kendilerine itaat etmeyen Sultan 2. Abdülhamid’i halletmek için küresel güçleri harekete geçirir. İngiliz ve Yahudi sermayedarların desteklediği basın, karalama kampanyalarıyla Sultan 2. Abdülhamid’e linç kampanyası başlatılır. Fransız tarihçi Kont Albert Vandal, saltanatı boyunca kan dökmekten kaçınan Sultan 2. Abdülhamid’i “kan dökücü” manasına gelen Le Sultan Rouge (Kızıl Sultan) ifadesiyle itham eder. İçimizdeki gafiller de bu galat-ı meşhur yakıştırmaya mal bulmuş mağribi gibi sarılır. Sonrasında zalim, katil, diktatör ve tiran gibi aşağılama propagandalarının ardı arkası kesilmez.

*

Basın yayın organları Sultan 2. Abdülhamid Han’a karşı ağır eleştiriler yaparken, Selanik’ten İstanbul’a getirilen Avcı Taburları “şeriat isteriz!..” çığırtkanlığıyla tarihte adı 31 Mart Vak’ası (isyan, Rûmî takvime göre 31 Mart 1325 tarihine denk geldiğinden bu ad ile anılmıştır) olarak geçecek isyanın fitilini ateşler. İttihat ve Terakki Partisi, kanlı olaylara karıştığı gerekçesiyle “Kızıl Sultan” ilan ettikleri Sultan 2. Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek için gemi azıya alır. İsyanın sebebi çok aşikârdır; vatan topraklarını satmamak. Filistin ve Kudüs’te para (yüz elli milyon altun İngiliz lirası) karşılığı yerleşim yeri isteyen Yahudilere, “Vatan toprakları satılmaz. Kan akıtılarak kazanılan vatan toprakları ancak kan akıtılarak verilir...” diyen 33 yıllık Devlet Başkanı Sultan 2. Abdülhamid Han, miladî 13 Nisan 1909’da tarihe “31 Mart Vak’ası”yla vuku bulan menfur olaylar silsilesiyle tahttan indirilir.

*

27 Nisan 1909 Salı günü, Selanik Milletvekili ve İtalyan casusu Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni komitalarının adamı Senatör Ermeni Aram Efendi, Arnavut isyanını kışkırtan Draç Milletvekili Arnavut Esat Toptani Paşa ve Bahriye Feriki Laz Arif Hikmet Paşa’dan oluşan heyetin, Yıldız Sarayı’nın duvarlarını çatlatan “Bermucibi Fetva-yı Şerif (fetva gereğince) millet sizi hal etti” diyerek “hal, hal, hal...” diye tempo tutmalarını hatırlamamak “tarihe ihanet” olur. Theodor Herzl başkalığındaki Siyonist güruh ve Jön Türklerin elele vererek derdest ettiği Sultan 2. Abdülhamid Han, apar topar 27 Nisan günü Sirkeci garından hareket eden trenle Selanik’e sürgüne gönderilir. Osmanlı’nın son dönemlerinde entrikaların merkezi haline gelen Yıldız Sarayı, halk tarafından yağmalanıp, perişan edilir. Aslında sadece Yıldız Sarayı değil, halline karar verilen Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han’la birlikte Cihan Devleti Osmanlı da yıkılır. Sultan 2. Abdülhamid Han tahttan indirilince; önce Filistin, sonra Evlad-ı Fatihan daha sonra da “Millet-i İslâmiye ve Ümmet-i Muhammediye” yetim kalır.

*

2. Abdülhamid Han’ın sürgüne gönderilişiyle birlikte Yıldız Sarayı’nı basıp şahsi eşyalarından tutun da devletin önemli evraklarına kadar yağmalayıp talan edenler, çok kısa süren bir sarhoşluk ve başıboşluk döneminden sonra uyanır!.. Derin pişmanlıklar içinde Ulu Hakan’ı yâd etmeye başlar. Fakat ne çare; Ulu Hakan 3 yılı Selanik, 6 yılı ise İstanbul Beylerbeyi Sarayı olmak üzere 9 yıl boyuncu habis ur gibi vatanını saran işgalcilerin işkencelerine maruz kalarak elem içinde hayata veda eder. Ve 9 yıl içinde koca bir Cihan Devleti, İttihat ve Terakki idaresi altında çöküp, “imâmesi kopmuş tesbih taneleri” gibi darmadağın olup gider.

Sultan 2. Abdülhamid Han’ı bir kez daha rahmetle yâd ediyoruz. Allah makamını âlî, mekânını Cennet etsin.

***

MİLLÎ İRADEYE DARBE OPERASYONU: 27 MART E-MIHTIRASI

Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi doluyor, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyordu. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başını çektiği Cumhuriyet Mitingleri’nde “Ordu Göreve” pankartlarıyla birlikte “Çankaya’da İmam İstemiyoruz” sloganları atılmaya başlandı. Bu eylemlerdeki hedef cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklaması muhtemel Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü kesmekti. Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, dolaylı yollardan da olsa Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hareketlendiren açıklamalar yapmaya başladı. Baykal’ın en çarpıcı ifadesi şuydu: “Başbakan Başkomutan olamaz. TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık yetkisini de kuşanan cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir.”

Arkasından, 12 Mart 2007’de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt yaptığı basın açıklamasında, “Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK’yı yakından ilgilendirmektedir... Hem vatandaş hem TSK’nın bir personeli olarak Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz” ifadeleriyle seçilecek cumhurbaşkanının profilini tarif ediyordu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu gelişmelerin gölgesinde, “Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir” diyerek Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. AK Parti hükümeti bir sıkıntıyı aştık derken, başka bir sıkıntıyla karşı karşıya kalıyordu. Bu defa da Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Türk demokrasisini kilitleyecek bir fikir ortaya attı. Kanadoğlu’na göre, Anayasa’nın 102’nci maddesi gereğince TBMM’nin cumhurbaşkanı seçebilmesi için 367 yeter sayısını sağlaması gerekiyordu. Aksi halde ikinci ve üçüncü oturumun gerçekleşmesi söz konusu değildi.

Birinci turun sonunda TBMM’deki tek aday olan Abdullah Gül geçerli 361 oyun 357’sini almış; fakat Cumhurbaşkanı olabilmesi için gereken 367 yeter sayısını bulamamıştı. O günün gecesin yarısında TSK’nın resmi internet sayfasına bomba etkisi yapan bir bildiri düştü. Bildiride, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur” ifadeleriyle hükümet alenen tehdit ediliyordu. CHP bu bildiriye sahip çıktı.

Hükümet yetkilileri metni okur okumaz acil olarak toplanarak, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek aracılığıyla aynı sertlikte ve dik duran bir açıklama yaptı. 28 Nisan sabahı tüm ülke büyük bir belirsizliğe uyandı. İlerleyen günlerde Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı birinci turu için yapılan oylamayı 367 yeter sayısının bulunamadığı gerekçesiyle iptal etti. Anayasa Mahkemesi kararı sonrası hükümetin ülkeyi erken seçime götürmekten başka bir seçeneği kalmadı. 22 Temmuz 2007 yılında gerçekleştirilen erken seçimde AK Parti oyların yüzde 46,58’ini alarak tek başına iktidar oldu.

Cumhurbaşkanlığı için yeniden aday olan ve 367 garabetine takılan Abdullah Gül’ün önünü

verdiği destekle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açtı.

Fakat daha sonraki süreçten sonra sular durulmadı. 15 Temmuz 2016’da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından düzenlenen hain darbe girişimi Allah’ın yardımı, milletin ferasetiyle kanlı bir şekilde bastırıldı.

Hâlâ da sular durulmuş değil, teyakkuz hâli devam ediyor.