Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.31
Gram Altın
2918.48
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Şuara suresi, Şuara suresinin okunuşu ve anlamı

Kuranı Kerimde 114 sure bulunuyor. Son mukaddes kitap Kuran''ın surelerinden biri de Şuara suresidir. Şuara suresi Kuranı Kerimin 26. suresidir. 227 ayeti kerime olan Şuara suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Şuara suresinde şairlerden bahsedildiği için bu adı almıştır. İşte Şuara suresi, Şuara suresinin okunuşu ve anlamı
Şuara suresi, Şuara suresinin okunuşu ve anlamı
24 Temmuz 2020 15:35:00
Kuranı Kerimde 114 sure bulunuyor. Son mukaddes kitap Kuran''ın surelerinden biri de Şuara suresidir. Şuara suresi Kuranı Kerimin 26. suresidir. 227 ayeti kerime olan Şuara suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Şuara suresinde şairlerden bahsedildiği için bu adı almıştır. İşte Şuara suresi, Şuara suresinin okunuşu ve anlamı

Kuranı Kerimde 114 sure bulunuyor. Son mukaddes kitap Kuran'ın surelerinden biri de Şuara suresidir. Şuara suresi Kuranı Kerimin 26. suresidir. 227 ayeti kerime olan Şuara suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Şuara suresinde şairlerden bahsedildiği için bu adı almıştır. İşte Şuara suresi, Şuara suresinin okunuşu ve anlamı

Kur’ân-ı kerîmin yirmi altıncı sûresi. Vâkıa sûresinden sonra, Neml sûresinden önce inmiştir. Şuarâ sûresi Mekke’de nâzil oldu (indi). İki yüz yirmi yedi âyet-i kerîmedir. İçinde şâirlerden bahsedildiği için, Sûret-üş-Şuarâ denilmiştir. Sûrede; hazret-i Mûsâ ile Fir’avn arasında geçen olaylar, İbrâhim, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberl erin kavimlerindeki inkârcılara karşı verdikleri mücâdelelerden bahsedilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Senâullah Dehlevî)

Şuarâ 1 (Mealleri Karşılaştır): Tâ, sin, mim.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ طسٓمٓ
Tâ Sîn Mîm.

Şuarâ 2 (Mealleri Karşılaştır): Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ
Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.

Şuarâ 3 (Mealleri Karşılaştır): Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
لَعَلَّكَ بَٰخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ
Ey Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!

Şuarâ 4 (Mealleri Karşılaştır): İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn(hâdıîne).
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ءَايَةً فَظَلَّتْ أَعْنَٰقُهُمْ لَهَا خَٰضِعِينَ
Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

Şuarâ 5 (Mealleri Karşılaştır): Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn(mu’ridîne).
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ ٱلرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا۟ عَنْهُ مُعْرِضِينَ
Rahmân’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.

Şuarâ 6 (Mealleri Karşılaştır): Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
فَقَدْ كَذَّبُوا۟ فَسَيَأْتِيهِمْ أَنۢبَٰٓؤُا۟ مَا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ
Onlar (Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.

Şuarâ 7 (Mealleri Karşılaştır): E ve lem yerev ilel ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
أَوَلَمْ يَرَوْا۟ إِلَى ٱلْأَرْضِ كَمْ أَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.

Şuarâ 8 (Mealleri Karşılaştır): İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
Şüphesiz bunlarda (Allah’ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.

Şuarâ 9 (Mealleri Karşılaştır): Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

Şuarâ 10 (Mealleri Karşılaştır): Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱئْتِ ٱلْقَوْمَ ٱلظَّٰلِمِينَ
(10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.

Şuarâ 11 (Mealleri Karşılaştır): Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ
(10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.

Şuarâ 12 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
قَالَ رَبِّ إِنِّىٓ أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ
Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

Şuarâ 13 (Mealleri Karşılaştır): Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
وَيَضِيقُ صَدْرِى وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِى فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَٰرُونَ
“Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn’a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap).”

Şuarâ 14 (Mealleri Karşılaştır): Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
وَلَهُمْ عَلَىَّ ذَنۢبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
“Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım.”

Şuarâ 15 (Mealleri Karşılaştır): Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn(mustemiûne).
قَالَ كَلَّا ۖ فَٱذْهَبَا بِـَٔايَٰتِنَآ ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ
Allah dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.”

Şuarâ 16 (Mealleri Karşılaştır): Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
“Firavun’a gidin ve deyin: “Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz”,

Şuarâ 17 (Mealleri Karşılaştır): En ersil meanâ benî isrâîl(isrâîle).
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
“İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”

Şuarâ 18 (Mealleri Karşılaştır): Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne).
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
Firavun, şöyle dedi: “Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin.”

Şuarâ 19 (Mealleri Karşılaştır): Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ ٱلَّتِى فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ
“(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin.”

Şuarâ 20 (Mealleri Karşılaştır): Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
قَالَ فَعَلْتُهَآ إِذًا وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ
Mûsâ, şöyle dedi: “Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım.”

Şuarâ 21 (Mealleri Karşılaştır): Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne).
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِى رَبِّى حُكْمًا وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ
“Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı.”

Şuarâ 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَىَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
“Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir.”

Şuarâ 23 (Mealleri Karşılaştır): Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ ٱلْعَٰلَمِينَ
Firavun, “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi.

Şuarâ 24 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
قَالَ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ
Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.”

Şuarâ 25 (Mealleri Karşılaştır): Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُۥٓ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi.

Şuarâ 26 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ
Mûsâ, “O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir” dedi.

Şuarâ 27 (Mealleri Karşılaştır): Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ ٱلَّذِىٓ أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
Firavun, “Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi.

Şuarâ 28 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbul meşrıkı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
قَالَ رَبُّ ٱلْمَشْرِقِ وَٱلْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi.

Şuarâ 29 (Mealleri Karşılaştır): Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
قَالَ لَئِنِ ٱتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِى لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ ٱلْمَسْجُونِينَ
Firavun, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.”

Şuarâ 30 (Mealleri Karşılaştır): Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn(mubînin).
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَىْءٍ مُّبِينٍ
Mûsâ, “Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.

Şuarâ 31 (Mealleri Karşılaştır): Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
قَالَ فَأْتِ بِهِۦٓ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
Firavun, “Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu,” dedi.

Şuarâ 32 (Mealleri Karşılaştır): Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.

Şuarâ 33 (Mealleri Karşılaştır): Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ
Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.

Şuarâ 34 (Mealleri Karşılaştır): Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُۥٓ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌ
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi.

Şuarâ 35 (Mealleri Karşılaştır): Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِۦ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
“Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?”

Şuarâ 36 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
قَالُوٓا۟ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَٱبْعَثْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ
Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."

Şuarâ 37 (Mealleri Karşılaştır): Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ
“Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”

Şuarâ 38 (Mealleri Karşılaştır): Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.

Şuarâ 39 (Mealleri Karşılaştır): Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ
İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.

Şuarâ 40 (Mealleri Karşılaştır): Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُوا۟ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ
“Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)

Şuarâ 41 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُوا۟ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ
Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler.

Şuarâ 42 (Mealleri Karşılaştır): Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ
Firavun, “Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.

Şuarâ 43 (Mealleri Karşılaştır): Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰٓ أَلْقُوا۟ مَآ أَنتُم مُّلْقُونَ
Mûsâ onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.

Şuarâ 44 (Mealleri Karşılaştır): Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
فَأَلْقَوْا۟ حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا۟ بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ ٱلْغَٰلِبُونَ
Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.

Şuarâ 45 (Mealleri Karşılaştır): Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.

Şuarâ 46 (Mealleri Karşılaştır): Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ
Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

Şuarâ 47 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
“Âlemlerin Rabbine inandık” dediler.

Şuarâ 48 (Mealleri Karşılaştır): Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ
“Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbi’ne.”

Şuarâ 49 (Mealleri Karşılaştır): Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.

Şuarâ 50 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
قَالُوا۟ لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
Sihirbazlar şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.”

Şuarâ 51 (Mealleri Karşılaştır): İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَٰيَٰنَآ أَن كُنَّآ أَوَّلَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
“(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.”

Şuarâ 52 (Mealleri Karşılaştır): Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
۞ وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِىٓ إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik.

Şuarâ 53 (Mealleri Karşılaştır): Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ
Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

Şuarâ 54 (Mealleri Karşılaştır): İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ
Dedi ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”

Şuarâ 55 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَآئِظُونَ
“Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar.”

Şuarâ 56 (Mealleri Karşılaştır): Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَٰذِرُونَ
“Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.”

Şuarâ 57 (Mealleri Karşılaştır): Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
فَأَخْرَجْنَٰهُم مِّن جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
(57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.

Şuarâ 58 (Mealleri Karşılaştır): Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
(57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.

Şuarâ 59 (Mealleri Karşılaştır): Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَٰهَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

Şuarâ 60 (Mealleri Karşılaştır): Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ
Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.

Şuarâ 61 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
فَلَمَّا تَرَٰٓءَا ٱلْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَٰبُ مُوسَىٰٓ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.

Şuarâ 62 (Mealleri Karşılaştır): Kâle kellâ, inne maiye rabbî seyehdîn(seyehdîni).
قَالَ كَلَّآ ۖ إِنَّ مَعِىَ رَبِّى سَيَهْدِينِ
Mûsâ, “Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.

Şuarâ 63 (Mealleri Karşılaştır): Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm(azîmi).
فَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱضْرِب بِّعَصَاكَ ٱلْبَحْرَ ۖ فَٱنفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَٱلطَّوْدِ ٱلْعَظِيمِ
Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.

Şuarâ 64 (Mealleri Karşılaştır): Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ ٱلْءَاخَرِينَ
Ötekileri de oraya yaklaştırdık.

Şuarâ 65 (Mealleri Karşılaştır): Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُۥٓ أَجْمَعِينَ
Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.

Şuarâ 66 (Mealleri Karşılaştır): Summe agraknel âharîn(âharîne).
ثُمَّ أَغْرَقْنَا ٱلْءَاخَرِينَ
Sonra ötekileri suda boğduk.

Şuarâ 67 (Mealleri Karşılaştır): İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْ

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin