Sesimizi duyan var mı?!...
“ASRIN FELAKETİ”nin üzerinden bir yıl geçse de, acısı hâlâ taze... Yaşanan yıkım ve travmanın etkisi devam ediyor. “Küçük Kıyamet”in vukû bulduğu anlar insanların gözünün önünden bir film karesi gibi akıp giderken, her karenin bıraktığı dehşet görüntüler yürekleri dağlıyor. Bu filmi daha önce görmüştük dememek için ders çıkarmaktan da başka çare yok. Ders çıkarmak için “Asrın Felaketi” olarak tarihe not düşülen 6 Şubat 2023’ü bir kez daha hatırlayalım...
*
Deprem
fayının tam da üzerinde olduğumuzu yine, yeniden çığlıklar arasında bir kez
hatırladık. Hem de ayazın zirve yaptığı, Sibirya soğuklarının karla beraber her
yeri kuşattığı bir günde...
6 Şubat’ta saatler 04.17’yi
gösterirken önce Pazarcık
7,7 ile, 9 saat sonra ise 13.24’te
Elbistan 7,6’lik sarsıntıyla 580 kilometrelik Doğu Anadolu Fay Hattı’nın
büyük bir bölümü çatır çatır kırıldı, yer yerinden oynadı...
Kahramanmaraş,
Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya,
Diyarbakır’ı kapsayan 120 bin kilometrekarelik alanda 10 il, 124 ilçe, 6929 köy
ve mahallede ağır yıkımlarla 170 bini iş yeri olmak üzere toplam 850 bin
bağımsız bölüm yerle yeksân olarak toza bulandı... 53 bin 537 insan kan
uykusunda depreme yakalandı... Gecenin karanlığında yükselen feryatlar canlı
canlı yıkılan binalara gömüldü... Sabahın ilk ışıklarıyla beraber “Sesimi Duyan var mı?!..” çığlıkları
önce Türkiye’ye, sonra dünyaya yayıldı... Âdeta “küçük kıyamet” yaşandı... Bina enkazlarının altından yükselen
çığlıklara yenileri eklenirken Türkiye saniye saniye mâteme gömüldü.
Türkiye
son yüzyılda yaşadığı 3 büyük depremden 2’sini 1 günde yaşadı. 17 Ağustos
1999’da yaşanan 7,4’lük sarsıntıyla “Asrın
Felaketi” Gölcük Depremi’nden sonra 10 vilayeti yıkan 7,7 ve 7,6’lık
depremler kayıtlara “Asrın Felaketi”
olarak geçti... Depremin etkilediği 10 il için 3 ay süreyle OHAL ilan edildi...
Şubat’ın
ayazında sokağa dökülen depremzedelerin feryatları yükselirken; devlet ve
millet el ele verip çığlıkların yükseldiği yere koştu... Yüce gönüllüler ordusu
sabah ışıklarıyla birlikte nefessiz ve sessiz kalmışlara el verdi...
*
Seferberliğe
katılan 110 bin 571 kişilik AFAD, PAK, JAK, JÖAK, UMKE, AKUT, MEB, Kızılay,
İtfaiye ve STK’lardan oluşan “iyilik
orduları”na destek veren 85 milyonluk ordu “Kurtuluş Savaşı”nın hasarlarını azaltmak için elinden gelen bütün
imkânları kullanarak vatanın dört bir sathından akın akın enkaz altındaki
Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman,
Malatya ve Diyarbakır’a koştu.
Bir
taraftan yaralar sararken, diğer taraftan iğne deliğinden gelecek bir sese,
nefese can vermek için bütün imkânlar kullanıldı... 85 milyon, “Mucizeler, umutlar tükendiği zaman belirir”
umuduyla gelecek güzel haberleri bekledi... 90 bin camiden okunan salâlar
eşliğinde enkazlar tırnaklarla kazılıp, bir ses bir nefes için canhıraş
çalışıldı..
Mucizenin
gerçekleşmediği anlarda feryatlar yükselirken, yan yana konmuş cansız bedenler
için saf tutululdu... “Nasıl
bilirdiniz?..” sorusuna istisnasız 85 milyon hep bir ağızdan “iyi bilirdik” diye şahitlik etti...
Metânetle “Allah devlete zevâl vermesin”
duası edildi...
Zaman
her günkünden daha hızlı akarken, umutlar azalırken, Kahramanmaraş, Adana,
Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır
Şubat’ın ayazında üşürken, “İyi dost;
iyi günde çağrıldığında, kötü günde çağrılmadan gelendir” düsturuna hayat
verenlerle ısındı...
*
Sadece
Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman,
Malatya, Diyarbakır değil, bütün Türkiye mahşeri yaşadı.
Enkaz
altında kalanlar bir mucize umarak; çığlıklarına ses, toza bulanmış bedenlerini
umuda taşıyacak bir el bekledi. Umudun ayazında anaların, babaların,
kardeşlerin, yârların, evlatların yürekleri yandı, gözlerinden yaş yerine kan
damladı. Gündüzü olmayan geceler boyunca hep, “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım” (Yûsuf, 86) duası arşa
yükseldi. “Bu bir imtihan, yâ Rabbi!.. Bu imtihanı bizlere kolaylaştır…”
teslimiyeti yürekleri dağlarken, “Allah
sabredenlerle beraberdir” (Bakara, 153) âyeti mucize kurtuluşlarla tecelli
etti.
Ân
geldi, kanlı gömleklere sarılı “beton
tozuyla alınmış abdestli bedenler” devasa enkazların altından birer birer
çıkarıldı. Ateş sadece düştüğü yeri değil, bütün Türkiye’yi yaktı. Feryatlar,
gözyaşlarına karıştı. İsyan edilmeden, Yaradana kafa tutulmadan, metânetle
“kader”e boyun eğildi. Bir taraftan ayakta ve hayatta kalanların yaraları
sarılırken, diğer taraftan enkazların derinliklerinde “Allah’ın Cennet karşılığı satın aldığı canlar” (Tevbe, 111) safına
katılanlar nasibi olanlara ölümleriyle ders verdi.
7
günlük Millî Yas ilan edildi. Türkiye beton tozuyla kınalanmış canlarının “ölüm uykusu”na dalışlarıyla, bir kez
daha tek yürek oldu. Kavlî ve fiilî dualar sağanak olup yağdı. “Ölü evinde ağlamayı, düğün evinde gülmeyi”
unutmaya başlayanlar, “sonsuzluğa
yürüyenler”in yerine kendisini koyarak bundan ders çıkartmak için bir
fırsat yakaladı. Hâlâ nefes alıp verebilen zifiri karanlığa bürünmüş vicdanlara
yeniden “beyaz bir sayfa” açabilme
imkânı doğdu.
*
Haftalarca
süren bütün gayretlere, devlet ve milletin omuz omuza olmasına rağmen “Asrın Felaketi”nin bilançosu çok ağır
oldu.
7,7
ve 7,6’lık “küçük kıyamet”le
birlikte 37 bin 634 artçı meydana gelirken, 53 bin 537 canımızı kaybederken,
107 bin 213 insanımız yaralandı. 680 bini konut, 170 bini iş yeri olmak üzere
toplam 850 bin bağımsız bölümün yerle yeksân olduğu bu ağır yıkımın arkasından
14 milyon insan yuvasından, sevdiğinden, gözünden esirgediklerinden oldu.
Yaklaşık 2,5 milyon afetzedeye bulundukları yerde geçici olarak barınma imkanı
sağlanırken, yakınlarının yanlarına gitmek isteyen 3 milyon 549 bin kişi başka
şehirlere tahliye edildi. Yıkımın maddi maliyeti 104 milyar dolar olarak
belirlendi.
Deprem
bölgesindeki 930 şantiyede 110 bin 450 personel, 650 bin yeni konutu
depremzedelere teslim etmek için aralıksız çalışıyor. Bölgeyi terk edenler
tekrar evlerine dönüyor.
*
“İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara, 156) “Biz hiç şüphesiz (her
şeyimizle) Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.” Bir kez daha vefat edenlere
rahmet, yaralılara acil şifâ, mâteme gark olanlara sabr-ı cemil niyazıyla...
***
DEPREM DEĞİL, TEDBİRSİZLİK
ÖLDÜRÜR!..
Adapazarı’nda,
Gölcük’te, Yalova’da, İstanbul’da, Van’da, Elazığ’da, Malatya’da, İzmir’de
yaşanan görüntülerin bir benzeri 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş, Adana,
Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve
Diyarbakır’da tekerrür etti. Milletçe bir kez daha sözün bittiği yerde; her
zaman olduğu gibi devlet, millet el ele vererek acıları paylaşıp, yaraları
sardık, sarmaya devam ediyoruz.
Unutmayalım
ki, 10 vilayetin enkazı altında sadece orada yaşayanlar değil, tüm Türkiye
kaldı. Gün “Deprem değil, tedbirsizlik
öldür” gerçeğini slogan olmaktan çıkarıp, kişi ve kurumlar bazında hayata
geçirme günüdür. Gün suçlu arama değil, deprem yönetmeliğine aykırı yapıları
yıkma günüdür.
Marmara
Bölgesi yüklendiği stresle 30 milyon insanı tehdit ediyor... Bölgenin kalbi
İstanbul, diken üstünde!.. Artık depremle birlikte, ani yağışların tehdidi
altındayız; sadece İstanbul değil, bütün Türkiye. Vakit hamaset değil, depreme
karşı önlem alma vakti... “Çök-Kapan-Tutun”dan
daha fazlasını icra etmek gerekiyor. Sesimizi
duyan var mı?!..
***
UMUDUMUZ FELAKETTEN DAHA
BÜYÜK
“Asrın
Felaketi”nde en çok da enkaz altından canlı çıkabilen çocuklar büyük bir
ders vererek, kirlenmiş ruhlarımızı arındırdı. Bedenleri toza bulanmış halde
hayata yeniden “merhaba” derken “nasıl insan olunur”u, hâl dilleriyle,
kısa kısa cümlelerle yeniden hepimize öğretti. Gördüklerimiz, duyduklarımız
karşısında kin, nefret ve husumete dair ne varsa hepsi siliniverdi. “İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur”u
enkaz altında toza bulanmış bedenleriyle öyle bir anlattılar ki; bu dersi
hiçbir öğretmen veremez. Bunca zaman enkaz altında olan bizim doymak bilmeyen
hırsımız, tamahkârlığımızmış meğer.
Depremin
61. saatinde kendisine enkazın altında ulaşanlara “Kardeşim minik, ölebilir...”
kaygısını dile getiren 8 yaşındaki Zübeydeler... Felaketin 71. Saatinde
kurtarılırken “Benim yarın okulum var...” umuduyla hayata sıkı sıkı sarılan
Ahmet Erenler... Allahû Ekber, Allahû Ekber, Allahû Ekber... tekbirleri
arasında 72 saat sonra kurtarıldıktan sonra “Su ister misin?..” sorusuna
karşılık, “Yok daha muayene olmadım...” diyerek acının yerini tebessüme
bıraktıran 5 yaşındaki Hazallar...
131.
saatte mucize kurtuluşun ardından, “Söyle bakalım, su mu istersin, çikolata
mı?..” sorusuna karşılık, “Çok güzel bir abla geldi. Yemek verdi, su içirdi.
Benimle oynadı. ‘Merak etme kurtulacaksın’ dedi. Siz gelince gitti...”
cevabıyla herkesi gözyaşlarına boğan 7 yaşındaki İrem Bağrıaçık umutları bir
kez daha yeşertti...
Bütün
bunlar olurken, “Lâ tahzen!..” (Üzülme) diyordu yerin metrelerce altından
çıkarak minicik bedenleriyle yeniden doğan Zübeydeler, Ahmet Erenler, Hazal
Günerler, Halid Ali Talhalar, Sezai ve Şengül Karabacaklar, Melisa Ülküler,
Aliye Dağlılar... ve daha nice isimsizler umudu müjdeledi... Umudun, mucizenin
simgeleri oldu...
Biz
umutsuzluğa kapılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya dururken, onlar en zor zamanda
nasıl dik durulur, “nasıl kul olunur”u
bir âyet sarîhliğiyle kalbimize nakşetti. Bu derslerle ruhumuzu her daim diri
tutabilir miyiz, bilmiyoruz. Bunca acı gerçeğe rağmen tekrar gaflete dalar
mıyız, kestiremiyoruz. Fakat şu kesin; tanıklık ettiklerimiz, bizi silkeledi,
sarstı ölümlü bir varlık, aciz bir kul olduğumuzu yine, yeniden bir kez daha
hatırlattı.
***************************************
YÂ RABBİ HÜZNÜMÜZÜ
HAFİFLET...
“Allâhümme
bârik lenâ fi Recebe ve Şa’bân ve bellignâ Ramazan” (Yâ Rabbi, bize Receb
ve Şa’bân’ı mübarek eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır) duaları eşliğinde “Onbir Ayın Sultanı”na erişmeye
çalışıyoruz.
Siyonist
İsrail’in 1948’den beri zulüm ve esaretten başka bir hayat hakkı tanımadığı
Filistinlilerin soykırıma uğrayışı ve birinci yılını idrak ettiğimiz “Asrın Felaketi” sebebiyle sebebiyle zor
günlerden geçiyoruz.
Mâtem
üstüne mâtem...
Acı
üstüne acı...
Tıpkı
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin nübüvvetin onuncu yılında eşi Hz. Hatice ile amcası
Ebû Tâlib’i kaybetmesi gibi “Senetü’l-Hüzn”ü
yaşıyoruz. Nenelerimizi, dedelerimizi, annelerimizi, babalarımızı,
yavrularımızı, dahası bakmaya kıyamadığımız canlarımızı ansızın yakalıyıveren
afetlerde kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz.
“Asrın Felaketi”yle 53 bin 537, 123. gündür Gazze ve Batı Şeria’da aralıksız
süren İsrail soykırımıyla şehid edilen 27 bin 395 canımız teslimiyet elbisesini
giyip gurbetten asıl vatana giderken, bizleri ayazdan daha soğuk bir mâtem,
kalpleri paramparça eden bir hüzün bürüyüverdi...
*
Kara
bulutlar dolaşıyor üzerimizde...
Hem
de “Üç Aylar”ın kapısı Receb-i Şerif’te...
Sanki
“Hüzün Senesi”ndeyiz...
İsrâ
ve Mirâc gibi bir mucize beklemekten ziyâde...
Vahiy
Meleği Cebrail’in indirdiklerini almak...
Burak’la
sınırsız sevgiyi tatmak...
Refref’le
ilâhî aşka dalmak...
Ulaşılacak
son mertebe, kavuşulacak en son makam Sidretü’l Müntahâ’ya varmak...
El-Müheymin’in
(her şeyi görüp gözeten) hiçbir kuluna çekeceği yükten fazlasını yüklemeyeceği
vaadine iman ederek mahzûn Nebî gibi bir teselli bulmak...
Her
zorluktan sonra bir kolaylığın olduğu ümidini kaybetmeden, darlıktan genişliğe
ulaşmak için Rahmân (dünyada bütün mahlükata merhamet eden, şefkat gösteren,
ihsan eden) ve Rahîm (ahirette, müminlere sonsuz ikram, lütuf ve ihsanda
bulunan) olana yönelip emân dilemek gerek... Yâ Rab!.. Daralan yüreklerimize
inşirah ferahlığı bahşet.
*
“Bir
gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i
Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren O zatın şanı
ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her
şeyi gören O’dur.” (İsra, 17/1).
Hazreti
Muhammed’in (s.a.v.) amcası Ebû Talib ve eşi Hz. Hatice’nin vefat ettiği “Hüzün Yılı”nda tecelli eden İsrâ (gece
yürüyüşü) ve Miraç (göğe yükselme) hadisesi Peygamber Efendimize teselli,
ümmetine moral olmuştur. İsrâ ve Miraç peygamberimize baskı ve zulümlere sabır
ve dayanma gücü vermiştir.
Recep
ayının 27’sinde vukû bulan Miraç hadisesinin başlangıç noktası, mübarek kılınan
Mescid-i Aksâ’da 1948’den beri zulüm hakim.
İlk
kıblemiz... Nebilerin yurdu... Şeriatların feneri... Mazlumların sığındığı
selam ve iffet şehri... Peygamberler beldesi… İsrâ ve mîracın tanığı Kudüs’te
hem İslâmlığın hem de insanlığın onuru çiğneniyor.
Mescid-i
Aksa kıyamsız, rükûsuz, secdesiz ve dahi duasız kalmanın hüzünlü vakitlerini
yaşıyor. Sokakların, minarelerin ve dahi masum çocukların hüzün kokuyor!..
Gözlerden yaş, bedenlerden sel gibi kan akıyor!..
7
Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne
saldırılar düzenleyen Siyonist İsrail tıpkı Firavun gibi bebekleri
katlediyor... Daha düne kadar sürülmekten, soykırıma uğramaktan dem vuran
Siyonist Yahudiler, bugün atalarının maruz kaldığı katliamı gerçekleştiriyor...
Denizden, karadan ve havadan yasaklı beyaz fosfor bombaları ve seyreltilmiş
uranyum mermileriyle ölüm kusuyor... Bu insanlık dışı ve asimetrik savaşta en
çok da çocuklar katlediliyor...
Gazze
ile birlikte insanlık da çığlıklara duyarsız bakışlar arasında ölüyor. Esaret
altında inim inim inleyen mazlumların sesleri arş-ı âlâya yükseliyor. İslâm
Âlemi’nin öncü birlikleri Filistinliler Mescid-i Aksa’da, Gazze’de, Batı
Şeria’da can çekişiyor. Mustazaflar, iman sancağını düşürmemek için tek başına
“küfür milleti”ne direniyor. Mescid’i Aksâ’nın gölgesinde kıyamet yaşanıyor!..
123
gündür süren İsrail saldırılarda en az 12 bini çocuk, 8 bin 190'ı kadın olmak
üzere 27 bin 395 Filistinli katledildi, 66 bin 630 kişi yaralandı, soykırım hız
kesmeden devam ediyor.
*
Bu
gece Miraç gecesi; umudu müjdeleyen bu gecenin hatrına mâtem evine dönen
gönüllerimizde bir kez daha takvayı fücurun önüne geçirelim... Dünyaya aldanmış
ruhumuzu, siyaha bulanmış kalplerimizi beyazlatmak için hesaba çekilmeden
kendimizi hesaba çekelim... Düşkünlere, bîçarelere, yetimlere, evsizlere
infâkta yarışalım... Kırık kalplilere, nazlı kullara, mazlum ve mustazaflara
şefkatimizi gösterelim... Ellerimizi ve kalbimizi açıp; “Allah’ım!.. Şüphesiz
Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affeyle” duası eşliğinde
yalvaralım, yakaralım, gözyaşı dökelim... Şeytanın vesveselerinden yüz çevirip,
Allah’a olan misakımızı ve Peygambere olan sevgimizi yenileyelim... Kur’an-ı
Azîmüşşan ve Hâtem’ül Enbiyâ’yı kendimize, neslimize kurtuluş vesilesi kılalım...
Her karış toprağı fitne, hüzün, gözyaşı ve kana bulanmış İslâm ümmetinin tekrar
vahdette buluşması için el-Kaviyy’e (her şeye gücü yeten) münacatta
bulunalım...