Şehrin Ramazan'ı ve Ramazan'ın şehri\u2026
Kaybederek geliyoruzu2026 Kanuni'den sonra başlayan çöküş çığırımız, tedricu00ee olarak Tanzimat ve Meşrutiyetten sonra en büyük kırılma olan Cumhuriyetle kemale ulaştıu2026 Kayıplarımızın fikru00ee ve fiili envanterini bile yapamıyoruz. Çünkü "nelere sahip" olduğumuzu bilemediğimiz için "neleri kaybettiğimiz"e dair bir temellendirme kabiliyetimiz de bulunmuyor. Bulmak, neyi kaybettiğimiz kadar, nerede kaybettiğimizi hatırlamayı gerektirir. Onun için büyük yangında kül olan varlığımıza dair hafızamızı harekete geçiremiyoruz. Ramazan ayının yaklaştığı şu günlerde "varlığı idrak" için bize lu00fbtfedilen bu ayın imkan ve bereketi, insan ve şehir ilişkisini de yeniden hatırlamak için bir fırsatu2026 Ancak ibadetin ruhunu kaybedip kabukta kalmanın hazin akıbeti bizi böyle bir idrake götürmüyor. İnsanın kendisini muhasebe edeceği büyük Ramazan ayı da özünü, ruhunu ve manasını kaybetti. Birtakım mekanik, biyolojik ve sun'i ritüellerle onu devam ettirmeye çalışıyoruz.
"Şehirde Ramazan" dan çocukluğumuzdaki cami mahyalarını, iftar ve sahur heyecanlarını ve "ah bizim zamanımızdaki ramazanlar yok muu2026.Nerde o eski ramazanlar?" nostaljisini bir tarafa bırakarak söyleyelim ki; şehrin ruhu kaybolunca o ruhun getirdiği iklim de şehri terk ediyor. Tarihu00ee kültürümüzde şehirlerin vasıfları olduğu gibi ayların da vasıfları var. Ramazan-ı Şeru00eef olarak nitelenen bu ay, her vasfın üzerinde bir manası var. Yaratıcı'nın rahmetinin yoğunlaştığı bu ayı gerçekten "rahmete layık" kullar olarak idrak edebiliyor muyuz? Ölçünün yerine alışkanlıkların, irfanın yerine idmanın kaim olduğu bir dünyada Ramazan iklimi ne ifade eder ki? Kaybede kaybede gelenlerin zamanı kaybetmeleri, beraberinde mekan kaybını da getirdi. En son kaybettiğimiz mekan: Şehiru2026 Şehirle birlikte şehri manalandıran ruh ve değerleri de kaybettiku2026
Hele de modern zaman şehirlerinde renk, ışık ve gürültüsü altında Ramazan'ın metalik ve mekanik hale geldiğini gördükçe, insanoğluna muhasebe ve kurtuluş vesilesi olarak sunulmuş muhteşem ramazan ayının geldiğini bile hissedemiyoruz. Üstad Necip Fazıl'ın 1946 ve 1966 yıllarında "Ramazan" başlıklı iki yazısında ifadesini bulan manasından çok uzağız: "Ramazanu2026 Allah'ın, teslim olmuş kullarına, Müslümanlara ihsan ettiği rahmet ve gufran ayıu2026 ..Ramazanu2026 Bu ay müminlerindir; göklerde görünmez rahmet oluklarından yalnız lütuf ve gufran süzülürken, güneşin doğuşu ve batışı arasında Allah için aç ve susuz kalmayı sevenlerinu2026"
(Bakın şehrinize ve etrafınıza: Var mı böyle bir mana ve sahiplik?)
"u2026.Evet böyle bir devirde, her defa ilanı için bir güneşi kurban etsek az gelecek olan bu azizler azizi zaman kuşağına ait, bu ne mahrem, ne mahcup, ne boynu bükük bir biliş ve bildiriş tarzı!..."
(Bakın şehrinize, böyle bir farkındalık görebiliyor musunuz?)
"Fakat ne çıkar?.. Bu ay göklerdeki rahmet odaklarından yalnız lütuf ve gufran süzülürken, güneşin doğuşu ve batışı arasında Allah için aç ve susuz kalmayı sevenlerindir dedik. Bu ay şimdi beş hasse planında ve 1946 Türkiye'sinde rast geldiği belirsizliğe karşılık, ötelerin sonsuz belirtisini, istiğna peçelerinin en kalını altında sırdaşlarına fısıldamakta değil mi? Allah için aç ve susuz kalmayı sevenler, yeis ve ümitsizliğe düşmeden beklemeyi bilirler."
Bakın şehrinize, "Allah için aç ve Susuz Kalmayı Seven'leri görecek misiniz?
Her anı "eşref saat" olan böyle bir muazzez ayı eğlence ve yemeklerle hedonizm'in 'bize mahsus' ritüeli haline getirmek, Ramazan'ı tahfif etmek ve en hafif deyimle bir cinayet. Verilen iftar yemekleri de maksadını aşmış bir gösteriu2026 Allah Resulü'nün ölçüsü: "yemeklerin en şerlisi sadece zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmadığı yemektir."
Lüks otellerde protokole mahsus iftarlarda işadamlarının ihale konuştuğu, bürokratın siyasu00eelerle aynı masada oturup onların nazarlarına erişmek için fırsat kolladığı, 'Sayın bakan'ların da teşrifleriyle onurlandırdığı, ezan okunsa bile sayın devletlu00fblar gelmeden orucun açılmadığı, hoparlörün beyinleri zonklatan tonuyla verilen Kur'an-ı Kerim'in de kahkahalar arasına karışıp yok olduğu Ramazanlar Ramazanın ruhunu değil, ruhunun kaybolduğunu, çığırından çıktığını gösteriyor. Özellikle yerel yönetimlerin bu muazzez ayın ruhaniyetine ihanet edercesine yaptıkları toplu gösteriler, eğlenceler ve etkinlikler, Ramazanı bir festival ayı haline getirmektedir.
Ramazana birkaç gün kalmışken TV'lerde, şehri donatan ilanlar ve billbordlarda bu muazzez ayın 'oruç ve muhasebe' şuurunu değil de,"Ramazan eğlenceleri" adıyla bayağılaştırılması idrak sefaletimizin ibadetlerimize kadar sirayet etmesini gösteriyor. Görünen o ki, bu yıl da aynı ritüel devam edecek! İftar havası ve Ramazan ruhu olmayan ritüeller! Üstad'ın "İnsan başını eşşek kafasından ayırt eden biricik kaygıyı, ebediyet kaygısını besleyecek bir heyecanu2026Mezardan ötesinin hesabını verecek bir heyecanu2026 Ölmezliğimizi taahhüt altına alacak bir heyecanu2026" cümlelerinde ifadesini bulan ruhani heyecanla Ramazan'a girenlere ne mutlu!
* Huzuru 'huzurda olma'nın verdiği idrakle bulabilmek! Üstad'ın tabiriyle "kalabalıklar içinde ulvu00ee münzevi olmak".. Mesele de bu!
* Şehrin Ramazanı'na ve Ramazanın Şehri'ne erişenler, onlardır ki "Şehir ve Uamazan idraki"ni taşırlar!
* Masiva'ya rağbetin ibadetlerin ruhunu kaybettirdiği bir dünyada "şehrin Ramazanı"nı da "Ramazanın şehri"ni de anlayamıyoruz, tanımıyoruz.
* Zatıyla da delaletiyle de rahmet ayı olan Ramazan'ın bereketiyle kendimizi muhasebeye davet edebilecek miyiz?
Umarız katledilmiş ruhumuz Ramazan'ın irfanıyla, şevkiyle bir nebze kendine gelir ve hepimiz bir an olsun içimizdeki kendimizi, kayıp ruhumuzun mağaralarında yankılanan gerçek sesimizi dinlemiş oluruz.
Yahya Düzenli
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.