ŞEHİR'DE HÜZÜN VE KASVET\u2026
Yahya Düzenli
Hal'dan kaal'e dökülünce kelimeler kısırlaşıyor. Hüzün ve kasvet kelimeleri gibi. "Hüzün" insanı derinliğine çeken bir elem, üzüntü hali. Kasvet ise; keder, tasa, gam, melal demek. Hatta kasvet için eski lu00fbgatlarda 'kalp katılığı' da deniliyor. Hüzünle kasvet arasında (birbirine dönüşmek anlamında) çok ince bir sınır var. Sözlükteki tanımlarından öte, iki kelime insanın modern zaman şehirlerindeki halini kamil manasıyla anlatan bir derinliğine sahip. "Şehir'de insan" veya "Şehir'li insan"ın günümüz dünyasındaki karşılığını bu iki kelimeyle tercüme ettirmek mümkün.
Fransız romancı Balzac "Goriot Baba" romanında kahramanlarının diliyle bazen bir pansiyon odasını, bazen üç katlı bir evi ve oradaki hayattan kesitlerle 19. Yüzyıl Paris'ini anlatırken, şehrin küçük, gizli ve esrarlı mekanlarının tahlillerini yapar ve bu mekanlardan Batı'nın bu müthiş şehrinin tefessüh etmiş ruhunu ortaya koyar. Balzac, bir yanıyla Paris'te "kasvet"in kuşattığı insanı anlatır.
Gençlik devremizde okuduğumuz Goriot Baba romanını yıllar sonra tekrar elime alıp altını çizdiğim satırları okuduğumda, bugün bizim şehirlerimizin, metropollerimizin giderek Balzac'ın anlattığı mülevves Paris'e benzemek için nasıl çırpındığına şahit oluyoruz. Hatta şahit olmuyoruz, yaşıyoruz.
İşte Goriot Baba'dan bir kesit:
"Kaldırımlar kurudur burada, derelerde ne çamur, ne su vardır, duvar diplerinde otlar
yükselir. Burada en kaygısız insan bile rahatsız, gelip geçenler hüzünlü, evler kasvetli mi kasvetlidir, yüksek duvarlar hapishane kokar, bir araba sesi bir olay olur. Yolunu şaşırıp da buraya düşmüş bir Parisli küçük pansiyonlar ya da okullar, düşkünlükler ya da sıkıntılar görür yalnızca, can çekişen yaşlılığı, çalışmak zorunda bulunan, tutsak edilmiş, şen gençliği görür." Bakalım yaşadığımız şehreu2026 Belki de hiç görmediğimiz, varlığından bile habersiz olduğumuz böylesi mekanlar ve insanları bürümüş hüzün ve kasvet giderek şehrin baskın karakterine yansıyor.
Gene Balzac'dan Paris'le ilgili müthiş bir gözlem: "Bu kentte gerçek duygular istisnadır; çıkar oyunlarıyla tüketilmiş bu mekanik dünyanın çarkları arasında ezilmişlerdir. Burada erdem yerilir, masumiyet satılır. Tutkular yerlerini yıkıcı zevklere, günahlara bırakmıştır; her şey yüceltilir, analiz edilir, alınıp satılır. Bu pazarda her şeyin bir fiyatı vardır ve hesaplar yüzler kızarmadan apaçık gün ışığında yapılır. İnsanlık yalnızca iki kesimden oluşur; aldatanlar ve aldatılanlaru2026 Büyükbabaların ölmeleri beklenmektedir; dürüstler enayidir; yüce fikirler ancak bir amaç için var olan araçlardır; din yalnızca yönetmek için gerekli bir şeydir; dirayet yapmacık bir şeydir; her şey sömürülür ve satılır; gülünç olmak kendini reklam etmenin ve kapıları açmanın bir yoludur: Gençler yüz yaşındadırlar ve yaşlıları hor görürleru2026"
Balzac'ın 19. Yüzyıl Paris'inin iki yüzyıl sonra klonlanmış halini, adeta ülkemizin metropolleri olarak görüyoruz.
Şehrin artık insana 'varlığını idrak ettirici' ruh üflemediği, yaşama ahlakı telkin etmediği bir zamandayız.
İnsanın şehirde varlığını idrakten uzaklaşırken düştüğü halin "hüzün" mü "kasvet" mi olduğunu bile anlayamıyoruz.
Biz de hüzünle kasvet arasında Hz. Mevlana'nın şu sözünü hatırlıyoruz: "Aklını başına al da nöbetle gelen mülk ve saltanata sevinme."
Şehirler ruhumuzu kahreyleyen bu cinai şebekenin hücre evidir artık. Bu hücre evinde hep birlikte yaşamaya mahkumuz. Hüznümüz de, kasvetimiz de ortak bir efendinin, şehrin kabuslar üreten "uygar" ruhunun esareti altında.
Belki de bunun için biz aslında ne hüzünlüyüz, ne de kasvetli.
Sadece yorgun tutsaklar gibiyiz. Ne kötü hamurla yoğurmuş şehrin ruhu bizi.
Görüntünün egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu nedenledir şehirlerimizin görüntü içine gizlenmiş sefaleti.
Bizim de sefilleşen ruhlarımız o görüntünün ücra bir yerinde, küçük bir fındık tanesi kadar yer kaplıyor. Düşününu2026 Yeryüzünde kapladığımız yer bu kadar, ama doymak bilmez iştihamız kainatı ram etmeye çalışıyor kendine.
İnsanoğlu şehrini kaybetti. Hüznünü kaybetti. Kasvet bile ona fazla artık.
Şehirlerden kalkan bir cenaze gibiyiz her akşam. Mağaramızda, küçük tabutluklarımızda kendi muhasebemizi bile yapmaktan aciz, sonsuz ufukların mağrur sahipleri pozunda kendimize bile ağlayamıyoruz artık.
Ne güzel denir, "ört ki ölem".
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.