Ruhlara nüfuz eden bir ses
Mehmet Emin Uludağ
GÜNLERDEN cuma. Avrupa yakasında ve 37. TÜYAP fuarındayım. Yeni kitaplara ulaşabilmenin heyecanı bütün zahmetleri unutturmuştu. Fuarı, bal yapan arıların vızıltısı gibi sesler kaplamıştı. Heyecanla kalabalığın arasına karıştım.
Günlerden Cumartesi. Bu defa Asya yakasındayım. Vakit öğlen. Çamlıca tepesinin eteğinde, Kısıklı denen yerde Çilehane mevkiindeyim. Çilehane camisi var karşımda. Nahif bir sesle davet ediliyorum içeriye.
Bugün bir farklılık var burada. Bunca kalabalık bir cenaze için toplanmış olmalı ki ortada herhangi bir mevta görünmüyor. Günlerden de cuma değil. İnsanlar tabi ki camiye hayır için gelir. İşte bak! Birileri kutlu doğum haftasının başlangıcı diye fısıldaşıyor bugün için. Ve anlıyorum bunca kalabalığın camiye niçin akın ettiğini.
Zerafetin kaynağında ‘kutsal’ var
Ve caminin içindeyim. Yıllardır düşünürüm camide en ön safta oturmanın verdiği edebin veya ön safa buyur etmenin arkasındaki nezaketin ne olduğunu. Yine şahit oluyordum insanların nezaketle birbirlerine yer açmasına veya yaşça ileride olanları öne davet etmelerine. Bu hadise gösteriyor ki zarafetin kaynağında kutsal var. Kutsalın zirve noktası dinlerdir. Bu dinlerin kemali de zarafetin nihayete ulaştığı İslamiyet’tir. Buradaki zarafetin kendini en güzel gösterdiği yerlerden birisi belki en birincisi de camilerdir.
Metafiziğin doğu estetiğinde güzellik tavrının yücelik boyutunda almış olduğu bu somut durum Çilehane camisinde öğlen namazını müteakip devam etti. Efendimizin kainatı teşrifi önündeki hürmetle eğiliş Osman Nuri Topbaş hocanın buradaki sohbetiyle yad edilecekti. Meğer Çilehane camiine Topbaş hocanın dilinden Efendimizi dinlemek için gelmiş onca insan.
Cami tıklım tıklım. Binlerce insan var caminin her tarafında. Her yaştan ve cinsten münevverler ile dolup taşıyordu. Kuytu bir yerde ayakkabılıkların dibinde kaçmaya müsait bir konumda oturdum. Camiyi dolduran onca insan yerinden kalkmıyordu. Bana da oturmak düşüyordu.
Öğlen namazını müteakip yüreklerin en derin köşelerine dahi ulaşacak bir sesle Kur'an-ı Kerim tilaveti başladı. Okunan ayetler efendimizle alakalıydı. Tevbe suresinden başlandı Fetih süresinde Efendimizi müjdeleyen ve günümüzü de özetleyen ayetlerle bitirildi. Hüzünlenmiştim. Bilhassa Fetih suresindeki ayetler okunurken. Birbirlerine karşı şefkat ve merhamet dolu ve kafirlere karşı şedit davranışlar ve tutumlar içinde olması gereken Müslümanların ne yazık ki şu anki hali tam tersi gibiydi. Müslümana en büyük zarar yine Müslümandan veya Müslüman gibi görünenden geliyordu. İslam coğrafyasının hali bunun acı şahidiydi.
Topbaş Hoca sohbete başlıyor
Kuran tilaveti biter bitmez Osman Nuri Topbaş hoca, efendimize salavat getirmek üzere sohbetine başladı. Camideki cemaat huşu içinde eşlik etti salavata.
Bir üçleme ile başladı sohbet. Rabbimizi bize anlatan eden üç büyük tarif edici olduğunu ve bunlar kainat, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizdir diyerek Efendimizi anlatmaya başladı Osman Nuri hoca.
Yüreklere işleyen ve akılları ikna eden o güzel mevlit sohbetinde sünneti seniyenin ihyası emrini de anlattı. Al-i İmran suresindeki eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder ayetin tefsiriyle bu emri anlattı Topbaş hoca.
İlk kez şahit oluyorum
Yıllardır ilk defa ruhlara bu kadar nüfuz eden bir sese şahit oluyordum bir camide. Taşkınlık yaptırmadan, vecd halini yaşatırken hikmeti elden bıraktırmadan bütün mekana hakim olan bir sesti Osman Nuri hocanın sesi. Sakindi ve huzur vericiydi. Ruhlara latif bir şekilde nüfuz eden bir sesti. İlmi hikmetle ortaya koyarken özellikle sahabeden başlayan günümüze kadar gelen müstakim islam alimlerinin söyledikleriyle efendimizi anlatıyordu.
Sesi değil, sözü yüksek!
Sesi yüksek değildi ama sözü yüksekti. Efendimizin hayatından sıradan olan ama sıradışı olarak tahakkuk eden örnekler verdi. Mesela Peygamberimizin nezaketi ve vefasını anlatırken onun ümmeti olarak şimdiki halimizden utanç duyduk. Efendimizin bir köleyi ziyareti ve onunla olan münasebetinin ısrarla devam etmesindeki hikmeti anlatınca asrı saadete ve dinimize ne kadar yabancılaştığımızı anladım. Efendimizin o köle ile herkesi imrendirecek münasebetinin altında kölenin takvası yatıyormuş meğer. Bu takvanın da esasını amelde namaz kalpte peygamber sevgisinin sürekli var olması oluşturuyormuş.
Medeniyet mukayesesini veda hutbesiyle ortaya koydu. Efendimiz için bir savaş ve rahmet peygamberi derken söyledikleri İslam’ın ruhundan ne kadar uzaklaştığımızı somutluyordu Bedir harbinde Bedir kuyularında ve savaşta dahi efendimizin düşmanlarının su ihtiyaçlarını nasıl karşıladığını.
İslam’da hayvan hakkı
Allah Resulünün hayvan haklarına riayetini anlatırken verdiği örnek ise enfesti. Hayvanları sağarken memelerine zarar vermesin diye tırnakların kesilmesini isteyen ince düşünceye sahip bir peygamberin ümmeti olduğumuzu hatırlatıyordu oradakilere. Sanki sokakta dolaşan hayvan severler tamamen bu sese ve örneğe kulak kesildiler. Onlar da Efendimizin ümmeti olmaktan şeref duyuverdiler.
Hayretler içindeyim
Hayretler içindeydim Topbaş hocanın mevlit sohbetinde. Umarım bu onun her zamanki halidir. İslam’da temsilin tebliğden önce geldiğini ve buna ne kadar muhtaç olduğumuzu Hocamızın hali göstermekteydi. Camideki sohbetin iksiri ve samimiyeti ile cemaati tesir altına almak yerine anlattıklarının sırrını kendinde yaşamakta bulmuştu beklentisini Allah’a arz ederek Osman Nuri hoca. Ne tevazu gösterme adına kendilik nesnesinden bahsediyordu ne de bir benlik sergileyerek ilmi varlığını ortaya koyuyordu. Ben zamirini hiç kullanmadı. Bu hali asrı saadet Müslümanlarını örneklerken, benliğin havalara uçurduğu günümüz Müslümanlarına da göndermeydi. Nahif tavrı metafizik mekan camiyi lahutileştiriyordu.
Digergamlık ve Resulullah bugün muhtaçlığımızın sebebiyken yoksunluğunun komşuluğu nasıl bitirdiğini ve eskiden yedi komşuyu dolaşan kellenin aynı eve tekrar nasıl geri geldiğini ince dokunuşlarla ve nahif anlatılışlarla cemaatin idrakine arz ediyordu.
Efendimizin gönlü ile bizim gönlümüzün mukayesesi medeni veya bedeviliğimizin göstergeleri hükmündeydi. Efendimizin gönlünde insanlığın hidayeti ve ümmetin dertleri varken bizim gönlümüzde nelerin olduğunu bizlere havale ederek en etkili öğrenme stilinden biri olan kendi kendini muhasebe et kuralını kullanmıştı. Hidayet önde giden hikmettir malumat arkadan gelen ilimdir demişti.
Herkes bir düşe daldı
Kalbin viraneliğinden bahsederken herkes vecde benzeyen bir düşe dalmıştı. Cemaatin içinden yükselen meczubane çığlık beni şaşırtmamıştı. Buna rağmen Topbaş hoca sesinin nağmeli ahengiyle, rezonansındaki ritmik güzellikle müminin gönlünün bir dergâh olması lazım geldiğini söyledi. Bu dergahın sürekli açık olması için de ince ve narin bir şekilde İmam Rabbani, Beyazıt-ı Bestami, Üftade hazretleri ve Yunus Emre gibilerin misafir edilmesi gerekir dedi.
Hüzünlü bir şekilde mevlidi anlatırken bir anda Mehmet Akif’in ıstıraplarını terennüm eder oldu.
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu!
Çiğnendi harîm-i pâki şer'in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm,
İslâm'ı bırakma böyle bîkes,
İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.
Çilehane camiindeki sohbet nihayete yaklaşıyordu. Topbaş hoca özetle bir kez daha insanın yaratılış gayesinin Allah’ı tanımak olduğunu söyledi. Vazifesinin de iman ederek ibadet olduğunu açıkladı.
Derin irfanı, nahif sesi ve insanları rahatlatan sohbetiyle birden Efendimizin dünyaya neyi getirdiğini sordu. Herkes onu dinliyordu. Aynı nahiflikle ve defaatle adaleti, dürüstlüğü, riyazeti ve aileye karşı şefkati dedi ve bir problem ve çözümüyle sohbeti sonlandırmak istedi.
Hâyâ kayboldu
İslam toplumlarının genelde, Türkiye toplumunun özelde yaşadığı bugünkü krizin ana nedenlerinin sadece maddi olmadığını en başta manevi olduğunu özellikle insan krizi olduğunu vurguladı.
Haya ve iffetin bilhassa utanma denen duygunun tamamen yok olduğunu bunun da en büyük acımız ve ayıbımız olduğunu üzüntüyle belirtti.
Faiz yemenin ve kul hakkına tecavüz etmenin sıradanlaştığını bilhassa rüşvetin çok yaygın hale geldiğini söyleyerek yaralara parmağını şiddetle basıyordu.
Namazın hayatımızdan gitmesinin veya bizi her türlü kötülükten alıkoyamamasının; israfın hem bireysel hem de toplumsal hayatımızda çok normalleşmesinin en büyük Müslüman krizi olduğunu anlatırken sanki bir koro halinde evet doğrudur tasdik sesleri camiyi kapladı.
Lakin Osman Nuri Hoca daha son sözünü söylememişti. Ve ekledi.
-Aziz cemaat bütün bu krizden çıkmamızın yegane çaresi öncellikle Enfal suresi 33. ayettedir. Rabbimiz buyuruyor ki halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azap edecek değildir. Yani İslam’ı yaşadıkça ve hazreti Muhammed Mustafa’nın sünnetine uydukça bize azap edilmeyecektir dedi ve duasını ederek sohbeti bitirdi.
Camiden çıkmanın zamanı gelmişti. Nezaket ve edeple girdiğimiz o metafizik lahuti mekandan incelerek hatta biraz da utanıvererek dışarı çıktım. Çehreleri nurlanmış, akılları aydınlanmış ve kalplerindeki imanı artmış olan o kalabalığa karıştım.
Kandil simidi aldım ama lokuma yetişemedim. Ağzım belki tatlanmadı ama yüreğimle beraber bütün letaifim Osman Nuri hocanın bu güzel mevlit sohbetiyle sevince gark olmuştu.
Dua ettim kendisine. Allah hocamızın ağzını ve aklını bozmasın. Hepimizin ve başta hocam gibilerin kalan ömrünü geçen ömürlerinden daha hayırlı, hikmetli ve istikametli eylesin diye.
Ve insanların tavassuta tevessül etmeden, külfete maruz kalmadan sokaktan caminin içerisine girerek mevlit sohbetiyle feyizlenmesi İslam medeniyetinin neden cami merkezli inşa edildiğini tekrar tahakkuk ettirmişti.
Hasılıkelam; sühan kütah bayed vesselam.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.