Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2975.74
BIST 100
10016.19
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Ruanda soykırımda kaybettiği 800 bin yurttaşı için ağlıyor

Ruanda halkı, 6 Nisan 1994''te Hutuların Tutsi etnik grubuna karşı başlattıkları soykırımda hayatını kaybeden yaklaşık 800 bin Ruandalıyı anıyor. Tarihin en büyük soykırımlarından biri kabul edilen soykırım nedeniyle her yıl Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 7 Nisan''da Ruanda Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü tertip ediliyor.
Ruanda soykırımda kaybettiği 800 bin yurttaşı için ağlıyor
06 Nisan 2019 14:36:00
Ruanda halkı, 6 Nisan 1994''te Hutuların Tutsi etnik grubuna karşı başlattıkları soykırımda hayatını kaybeden yaklaşık 800 bin Ruandalıyı anıyor. Tarihin en büyük soykırımlarından biri kabul edilen soykırım nedeniyle her yıl Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 7 Nisan''da Ruanda Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü tertip ediliyor.

19. yüzyılda Almanların, 1922'de ise Belçika'nın sömürgesine giren Ruandalılar, bir yandan soykırımı hafızalarda canlı tutmaya çalışırken diğer yandan 1994'teki bu vahşetin sorumlularına yönelik adalet arayışını sürdürüyor.

Ülkedeki etnik milliyetçiliği körükleyen sömürgeci devlet Belçika ve işlenen soykırım suçuna müdahale etmeyen BM, ABD ve Fransa’nın yaşanan katliamdaki rolü ise hafızalardaki yerini koruyor.

“Hamam böceklerini öldürün”

Tutsileri ve ılımlı Hutuları hedef alan ve yaklaşık 100 gün süren katliam, 6 Nisan'da Hutu olan Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'yı taşıyan uçağın düşürülmesinin hemen ardından başladı.

Soykırımda önemli rolü bulunan RTLM radyosunda, 12 Nisan'da sunucu Kantano Habimana'nın şu sözleri yankılanıyordu: "Siz Rugunga yakınlarında yaşayan insanlar, dışarı çıkın! Bataklıkta hamam böceklerinin sazdan kulübelerini göreceksiniz. Bence silahı olanlar hemen bu hamam böceklerine gitmeli, onları kuşatmalı ve öldürmeli."

BM askerlerinin çoğunun katliamlar sırasında ülkeden ayrılması ve Fransa'nın Hutu çetelerine desteğini sürdürmesi katliamı farklı bir boyuta taşıdı.

Avrupa'daki ırkçılık Ruanda'ya taşındı

1922'den 1959'a Belçika sömürgesi altında yaşayan Ruanda'da, sömürgeci Belçika'nın Tutsilerden ayrıcalıklı yönetici bir sınıf yaratma siyaseti ve ülkedeki etnik grupları ayrıştırması sonucu birbiriyle barış içinde yaşayan etnik gruplar arasında düşmanlık ve siyasi rekabet başladı.

Ülkedeki Hutu, Tutsi ve Twa'lar arasında keskin ayrımlar yapan ve her grubu ayrı kimlik kartı veren Belçika, Avrupa'daki ırkçılığı Ruanda'ya taşıdı. Ülkede tarih boyunca birlikte yaşayan ve aynı dili konuşan Hutularla Tutsiler Belçikalıların ülkeye girmesiyle ikiye bölündü.

Mevcut durumu kabul etmeyen Hutular ise Tutsilerin elde ettiği ayrıcalıklara karşı bilinçlenmeye başladı ve 1957'de 10 sayfalık Hutu Manifestosu'nu yayınladı.

1959'da Hutuların ayaklanması sonrası iki etnik topluluk arasında ilk çatışmalar başladı ve sonrasında yüz binden fazla Tutsi ülke dışına kaçtı.

Sürgüne gönderilen Tutsilerin bir kısmı 1963-1967 arasında Ruanda'ya geri döndü fakat büyük bir katliama uğradı. Çıkan olaylarda 20 bin Tutsi öldü, 300 bini yerlerinden edildi.

Ruanda Yurtsever Cephesi silahlı mücadeleye başladı

Sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF), 1 Kasım 1990'da Uganda'dan Ruanda'nın kuzey sınırına yönelen bir saldırı başlattı ve ülkenin kuzeyini ele geçirdi.

Silahlı mücadeleye 1993'e kadar devam eden RPF, Ruanda hükümetiyle yönetimin paylaşılması, barışın tesisi ve ülkenin krizden kurtulması için Arusha Barış Anlaşması'nı imzaladı.

Ne var ki anlaşma, Devlet Başkanı Habyarimana'nın uçağının düşürülmesiyle son buldu. Uçağın kim tarafından düşürüldüğü henüz bilinmemekle birlikte her iki taraf da o günlerde uçağı karşı tarafın düşürdüğünü ileri sürdü.

BM tampon gücün sayısını azalttı

Tutsilere karşı 6 Nisan 1994’te Kigali'de gerçekleştirilen ilk saldırılarda palalar kullanıldı. Birkaç saat içinde olaylar tüm ülkeye yayıldı. RPF ise 8 Nisan'da Mulundi'den Kigali'ye doğru karşı saldırı başlattı.

Batılılar 9 Nisan'da BM'nin düzenlediği operasyonla ülkeden çıkarılırken, BM, ABD'nin de teşvikleriyle 21 Nisan'da tampon güç ve gözlem için bölgede bulundurduğu Mavi Berelilerin sayısını 2 bin 500'den 250'ye düşürdü.

Hayatını kaybedenlerin sayısı 12 Mayıs itibarıyla 200 bine ulaştı. BM olaylar için "soykırım" kavramını kullanmak istemese de açıklamasında "bir etnik grubun üyelerinin tamamen ya da kısmen yok edilmesine yönelik uluslararası hukuku ihlal eden eylemler" ifadesini kullandı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 17 Mayıs'ta Ruanda'ya giden silahlara ambargo kararı alırken, BM Genel Sekreteri 31 Mayıs'ta sivil kayıpların 250 bin ila 500 bin olduğunu açıkladı.

Fransa soykırımcıları korudu

Fransa, 23 Haziran'da ülkenin güneybatısında sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Turkuaz Operasyonu'nu başlattı. Ancak Fransa, soykırımı engellemek yerine soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağlayarak RPF'nin ilerleyişini kısıtladı.

Tutsi olan ve bugün Ruanda'da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Paul Kagame önderliğindeki RPF'ye bağlı ordu, 4 Temmuz'da Kigali ve Butare'nin kontrolünü sağladı.

Ordu, 17 Temmuz 1994'te ülkenin tamamına yakınında kontrolü sağladı ve soykırım eylemleri sona erdi. Ülkede kontrolü sağlayan RPF, birçok sivil toplum kuruluşu tarafından da Hutu sivilleri öldürmekle suçlandı.

3 ay süren olaylarda BM'ye göre 800 bin, Ruanda resmi makamlarına göre ise 1 milyondan fazla Tutsi ve muhalif Hutu hayatını kaybetti.

Davalar sürüyor

Ruanda soykırımından kurtulanlar, yaşananlardan sonra adalet arayışlarını sürdürmek için BM nezdinde açılan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (ICTR) ilaveten Belçika ve Fransa mahkemelerine başvurdu.

ICTR'de 93 kişi yargılandı, bunlardan 62'si hüküm giyerken 14'ü yöneltilen suçlamalardan aklandı.

Geçen yıl, soykırımından kurtulanlardan bazıları, Belçika devletinin soykırımda sorumluluğu olduğu iddiasıyla Brüksel İstinaf Mahkemesi'nde dava açtı.

Davacılar, Belçika devleti tarafından görevlendirilen yetkililerin, 1994 Nisan'da Tutsilerin bulunduğu bir okulu korumasız bırakarak Ruanda'da bulunan Belçikalıların tahliyesine gittiğini, bu nedenle okulda bulunan yaklaşık 2 bin kişinin Hutular tarafından katledildiğini savundu.

Fransa merkezli üç sivil toplum örgütü ise 2017’de Fransız bankası BNP Paribas hakkında silah ambargosunun üzerinden bir ay geçmesine rağmen silah temini için para transferi yaptığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

"Fransa, soykırıma ilişkin uyarıları göz ardı etti"

Fransa'nın, soykırımdan 4 yıl önce, soykırım riskine dair uyarıları dikkate almadığı ise dönemin Fransa Askeri İş Birliği Misyonu Şefi General Jean Varret’in geçen ayki açıklamalarıyla ortaya çıktı.

Fransız Mediapart ve France Inter Radyosu'na konuşan Varret, soykırımdan önce Fransız makamlarını uyardığını ancak uyarılarının dikkate alınmadığını belirtti.

Varret, dönemin Ruanda Jandarma Genel Komutanı Albay Pierre-Celestin Rwagafilita’nın, 1990’da kendisine Tutsi azınlığın "temizleneceğini" söylediğini aktardı.

Komutan Varret, "Rwagafilita ile baş başaydım. Bana, 'Bak burada sadece ikimiz varız, ikimiz de askeriz, açık konuşuruz. Senden bu silahları istiyorum, çünkü orduyla bu sorunun halledilmesinde birlikte çalışacağım.' dedi. Şaşkınlığım karşısında da 'Sorun çok basit, Tutsilerin sayısı çok değil biz de onları temizleyeceğiz.' dedi. Bunları bana çok açık bir şekilde söyledi." ifadelerini kullandı.

Bu konuşma üzerine, ülkede gerçek bir soykırım riski olduğuna dair Fransa yönetimine bilgi aktardığını kaydeden Varret, ancak Fransız yetkililerin Hutu Cumhurbaşkanı General Juvenal Habyarimana’ya desteklerini geri çekmek istemedikleri için uyarısını dikkate almadığını kaydetti.

Varret, "Tarih, bu tutumun yanlış olduğunu ortaya koydu, bir soykırımla sonuçlandı." diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Kagame de Fransa'yı suçladı

Ruanda Cumhurbaşkanı Kagame, 2006'da Fransa’yı soykırıma açıkça destek vermekle suçlarken, Ruanda Ulusal Soykırımla Mücadele Komisyonu, 2016'da "soykırım suçunun faili ve iş birlikçisi" olduklarını belirttiği, aralarında emekli Genelkurmay Başkanı Jacques Lanxade'nin de olduğu üst rütbeli 22 Fransız subayın ismini açıkladı.

ABD avukatlık ofisi Cunningham Levy Muse tarafından Ruanda hükümeti için hazırlanan ve soykırımdaki Fransız etkisini araştıran raporda, silah ambargosuna rağmen soykırım sırasında Fransızların Kongo Demokratik Cumhuriyeti üzerinden ülkeye silah sokmaya devam ettiği bilgisine yer verildi.

Fransız gazeteci Patrick de Saint-Exupery, "XXI" dergisi için yazdığı "Afrika'daki suçlarımız" başlıklı makalesinde, Fransız arşivlerine dayanarak ülkesinin Ruanda'daki soykırımı işleyenlere yardım ettiğini belirtti.

Makalesinde, soykırım sırasında “Turkuaz Operasyonu” adı altında 2 bin 500 Fransız askerinin soykırımın önüne geçme iddiasıyla bölgeye gönderildiğini anımsatan Saint-Exupery, bu askerlere verilen gizli emirle soykırım yapan Hutuları yeniden silahlandırmalarının istendiğini kaydetti.

Saint-Exupery, Hutuları silahlandırma talimatının, dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın Genel Sekreteri Hubert Vedrine'in yazılı emriyle verildiğini ileri sürdü.

Fransa soykırım arşivlerine erişimi engelliyor

Ruanda'da soykırımı yapan Hutu hükümetinin uzun süre destekçisi olduğu gerekçesiyle uluslararası kamuoyunda ve ülke içinde eleştirilen Fransa ayrıca soykırım belgelerine de erişimi engelliyor.

Soykırım dönemine dair arşivler üzerindeki "devlet sırrı" yasağı kaldırılmasına rağmen, eski Cumhurbaşkanı Mitterrand tarafından konulan ikinci bir yasak nedeniyle söz konusu arşivlere erişilemiyor.

Fransa Anayasa Mahkemesi de Eylül 2017'de Ruanda soykırımı hakkında çalışmalar yapan bir araştırmacının, soykırım dönemine ilişkin cumhurbaşkanlığı arşivlerine erişim talebini reddetmişti.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin