Dolar (USD)
34.12
Euro (EUR)
38.10
Gram Altın
2876.41
BIST 100
9900.25
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Rojava'da üç yıl

Rojava'da üç yıl
31 Ağustos 2013 00:00:00

1982 tarihin de Ceylanpınar (Seri kaniye) ilçe olunca, bulunduğum görevin gereği olarak kendi isteğimle, bu ilçeye tayin istedim. Adliye yazı işleri müdürlüğü, İcra müdürlüğü ve noterlik görevini yapmak üzere, Urfa adliyesinden naklen Ceylanpınar adliyesine atandım.

1967 tarihinden itibaren İslami hizmetler de bulunan bir çok insanla tanıştım. Bunlardan birisi de Roj ava da ikamet eden ve büyük hizmetlerde bulunan Milat gazetesi yazarlarından Mehmet Alkış kardeşimizin rahmetli babası en samimi ve yakın dostum ve ağabeyim Molla Sabri idi. Üç yıl sonra Ceylanpınar'dan ayrılırken, gözyaşları ile beni uğurlamıştı. O vefalı dostumun gözyaşlarını asla unutamam.

Bu zatı muhteremle zaman zaman gerek Urfa da ve gerekse Ceylanpınar da görüşür, samimi sohbetlerde bulunurduk. Hatta bir yazar rahmetli Molla Sabri için ; bu zat bir profesörden daha bilgilidir derdi. Molla Sabri Ceylanpınar la özdeş hale gelmişti. Ceylanpınar dan bahsetseniz molla Sabri, molla Sabri den bahsetmek Ceylanpınar'ı akla getiriyordu. Suriye medreselerinde gördüğü icazetli eğitim, tarikat ve risale-i nur hizmetini adeta harmanlamıştı.

1970 li yıllar Roj ava da bir ilk gerçeklemiş, yazar Hekimoğlu İsmaille beraber Roj ava ya gitmiştik ve ilk konferanslarından birini bu ilçede vermişti.

Manevi bir zenginliğe sahip Roj ava, Aynı zaman da askerlerinde büyük bir odağı haline gelmiş, çünkü Devlet Üretme çiftliğindeki nimetler nedeniyle, her hafta bir askeri helikopterin Rov avanın semalarında dolaştığına şahit olurduk.

Roj ava nın karşısında bulunan Rasülayn ilçesinden Suriyeli yetkililer gelirdi. O gün çarşı Pazar başka bir hayaya bürünür, Rojava da çok canlı alış veriş olurdu.

Ceylanpınar 1940 lı yıllarda küçük bir köy imiş. Dünyanın en büyük devlet üretme çiftliklerinden biri burada kurulanca ülkenin bir çok yerinden insanlar gelip çalışmışlar Ve Ceylanpınar bilhassa güneydoğu ve doğu illerimizden büyük göç almış. Gelenlerin bir kısmı gitmemiş, ve şehir böylece büyümüş.

Rus savaşından kaçan bazı Afganlı mülteciler 1982 yılında Ceylanpınar"a getirildiler. Şehrin Kepez tepesinde yapılmış iki katlı evler onlara verildi.. Ayrıca her aileye iki Hollanda ineği, yirmişer dönüm sulu arazi, ve evlerin tamamı eşyalarla döşendi. Roj ava da yaşayan halk, Afganlı mültecilerin gerisinde kalmış ve onlara gıpta ile bakıyordu. Çünkü Roj ava da Afganlı olmak bir ayrıcalık olmuştu.

Askerliğini yapıp vergi veren Ceylanpınar halkı, Devletin bu ayrıcalıklı politikasından epeyce rahatsızlık duydu. Tamam misafirler gelsin başımızın üstünde yerleri vardı. Ancak onlar hiç çalışmadan ve emek sarf etmeden, Ceylanpınar halkının büyük çoğunlukla sahip olmadığı bir servete Afganlılar sahip oluyordu.

Noterlik görevini yapmam nedeniyle Afganlı mültecilerin vatandaşlığa geçiş işlemlerini yaptım.. Kadınları kapalı idi. Oysaki onları getiren irade, erkek ve kadınları birlikte okuma yazma kursuna tabi tutmak istiyordu. Kadınların açılmasını yetkililer istese de, onlar taviz vermediler. Afganlılara dedim ki : Bakınız Türkiye laik bir ülkedir, her tarafta heykeller var, siz nereye geldiğinizi sanıyorsunuz. Bir çokları geldiklerine pişman olmuşlardı.

Bir gün bir yüzbaşı yanıma geldi. Noterlikle ilgili işlemi varmış. Buyur otur dedim, çay ısmarladım. Bir ara yüzbaşı dedi ki ; Bütün bu kaçakçıları öldürmek lazım. Neden yüzbaşı dedim. Dedi ki : Bunların hepsi vatan haini kaçakçılık yapmak hainliktir.

Yüzbaşı biraz sinirlenmişti, öyle ya sıkıyönetim var, krallarda bulunmayan yetkililerle donatılan bir asker vardı karşımda, kendisini biraz teskin ettikten sonra dedim ki; Yüzbaşı şu kaçakçı denilen insanların yerine ben olsam vallahi onlar kadar belki namuslu olamam. Ceylanpınar'ın güneyi Suriye , doğusu,batısı, kuzeyi Devlet Üretme çiftliğinin arazileri ile çevrili.

Suriye ile çiftlik arasında sıkışmış bir çok insanın işi yok, isterseniz kahveleri dolaşalım, gençler işsiz ve çaresizlik içinde vakit öldürüyorlar. Kaçakçı dediğin insanlar sadece vergisiz bir ticaret yapıyor. Hırsızlık, soygun yapmıyorlar. Mayın tarlasına basarak çocuklarına nafaka temin etmek istiyorlar. Acaba ben veya siz onların yerinde olsak.,ölümü göze alabilir mi yiz. Vallahi benim nazarımda o kaçakçılar hem benden hem senden daha namusludurlar dedim.

Kaçakçılık elbette savunulamaz. Yüzbaşının yanlış düşüncesine kırmak için onları söylemiştim.

Rüşvet alarak kaputunu yere serip sınırdan kaçakçıları geçiren askerler ne oluyor.. Onlar için vatan haini tabirini kullanabilir mi siniz. Çünkü onların içinde subay ve astsubaylar da var dedim, sesini çıkarmadı kalkıp gitti.

Suruç İlçemizin karşısındaki Suriye nin Kobani ilçesinde ve Halep civarın da bir çok arabam var.

Suriye sükunet içinde iken çok defa hem onlar geldi, hem de ben gittim. Türkiye ile Suriye nin sınırları boyunca aynı halk ikiye ayrılmış Köy, kasaba ve şehirlerin ortasından döşenmiş raylardan geçen kara tren insanların ayrılmasına gerekçe gösterilmiş.

Böylece Türkiye ile Suriye birbirinden ayrılmış. Hani Kemal Sunalın oynadığı "Propaganda" filmi var ya, işte onun gibi bir şey..

Bazen sınıra yakın yerlerde her iki ülkenin insanları gezerken, birbirlerini görüp, el sallıyorlar Tam o sırada sınıra yaklaşmayın işareti asker düdüğünün sesiyle ikaz ediliyor. Bunun üzerine insanlar birbirine sırtını dönerek uzaklaşıyorlar.

Bayram günlerinde her iki ülkede bulunan bazı akrabalar, dostlar bir araya gelerek hasret gidermenin sevincini yaşarken birbirlerine sarılıyorlar. Bazılarının gözleri yaşlı. Yıllardır birbirini görmeyenler var. Birkaç günlüğü ne de olsa bir araya gelmeleri onları mutlu ediyor.

Bir zamanlar her iki ülke, tek bir ülke iken çocuklar birbiriyle oynaşır, büyükler köy odalarında sohbet eder, camide aynı safa dururlardı. Düğünleri,adetleri giysileri aynıydı, halende öyle.

Her iki ülkede yaşayanlar özellikle bayramlar da birbirine kavuşmak isteyenler sınırı aştıklarında: zaman baharı andırırken, ayrılık hazana dönüşüyor. Bahar çok kısa oluyor. Her kes yaşadığı ülkeye dönüyor. Gözler buğulu ve yaşlı. Yüreklerde acı ve sızı var,yüzlerdeki ifadeyi nasıl tarif edeyim bilmem ki..

. Kardeşler, bacılar, amcalar dayılar, akraba ve dostlar birbirinden ayrılıyor. En yakın akrabaların cebinde başka bir ülkenin nüfus cüzdanı ve pasaportu var. Çünkü başka ülkenin insanları olmuşlar. Sınırlar ayrılırken hiç kimse onlara sormamış bile. Gece yatıp sabah kalkınca başka bir ülke de yaşadıklarını anlayınca, hayatlarına ayrılığın kezzabı dökülmüş sanki.

Meğerse; felaket pazarının tellalları halkları zalimlere peşkeş çekmiş.

Çünkü her iki ülkenin halkı, ayrılık asla istememişti. İngilizlerle masaya oturanlar bu felaketi hazırladı. Ayrılık da yetmedi, araya mayın döşediler ve mayın sahasını da tel örgü ile kapladılar. Hiçbir komşunun sınırında bulunmayan şiddetli önlemlere başvurdular. Sanki Suriye de yaşayanlar bu ülkenin en büyük düşmanı idi.

Kurtuluş savaşından sonra Suriyeli yetkililer, Türk makamlarına bizi de kendinize katın demişlerdi. Amma nafile. Bir Türk devleti kurmak için ümmet anlayışı çoktan feda edilmişti bile. O zaman ayrılık için verilen karar, bakınız bu gün ne felaketlere dönüştü.

Bu ayrılığı derinleştirenlerin yüzünden ,akrabalar,canlar birbirinden koparıldı. Belki geçen yıl birbirlerine kavuşanlar birbirlerini artık görmeyebilirler..Çünkü; bazıları ya çok yaşlanmış, ya hastalanmış veya rahmeti Rahmana kavuşmuş olacak.

Son iki yıldır, Suriye ye gidemediğimden nerede ise her gün Suriye de ki akrabalarla telefon görüşmesi yapıyorum. Bir doktor akrabam ameliyat ipliğini defalarca istedi. Başta ilaç olmak üzere sağlıkla ilgili araç ve gereç nerede ise yok hükmünde.

Geçmişte Türkiye Roj ava da yaşayanların tümüne sahip çıkmamıştı. Ya şimdi sahip çıkabilecek mi. Siyasi hatalar bakın nelere mal oluyor.

Bir nesil evvel babalarımız ve dedelerimiz evlerine gider gibi Roj ava ya gidip geliyorlardı. Davarlarını oraya götürüp otlatıyorlar, her türlü alış verişi yapıyorlardı. Çünkü bu topraklar onların memleketi, ülkelerinin bir parçasıydı. Suriye diye bir düşmanımız asla olmamıştı. Kardeştik, beraberdik.

Suriye ile hiçbir ihtilafa düşmeden ve savaşmadan, bizi birbirimizden ayırdılar. Şimdi ise bir İngiliz Fransız veya başka bir ülkenin insanı ne ise aynı duruma düştük. Atalarımız bu ayrılığı asla istemedi ve onlar karar vermedi. Allah ayrılmamıza karar verenleri bildiği gibi yapsın.

Bir vatan parçası olan Suriye, bizden ayrılınca adeta düşman haline geliyordu. Bir anlayışa göre mukaddes vatan toprakları, bizden ayrılınca mukaddesliğini kaybediyor, elde kalan topraklar mukaddes oluyordu.

İşte ulusçuluk böyle bir şey olsa gerek..

Ne dersiniz yakında Suriye ile savaşa girecek miyiz. Bu kararı halk değil yine siyasiler verecek.

Haydi kalın sağlıcakla..

Abdulkadir İKBAL