Dolar (USD)
34.69
Euro (EUR)
36.63
Gram Altın
2967.41
BIST 100
9652
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Riyanın hakikatinin beşinci kısmı - Gazali - İhyau Ulumiddin

Arkadaşlara, ziyaretçilere ve oturup-kalktığı insanlara riyakârlık yapmak. ''Filân adam filanı ziyaret etti'' desinler diye, ulemadan birinin... Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Riyanın hakikatinin beşinci kısmı
Riyanın hakikatinin beşinci kısmı - Gazali - İhyau Ulumiddin
15 Mart 2019 14:47:00
Arkadaşlara, ziyaretçilere ve oturup-kalktığı insanlara riyakârlık yapmak. ''Filân adam filanı ziyaret etti'' desinler diye, ulemadan birinin... Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Riyanın hakikatinin beşinci kısmı

Beşinci Kısım

Arkadaşlara, ziyaretçilere ve oturup-kalktığı insanlara riyakârlık yapmak. 'Filân adam filanı ziyaret etti' desinler diye, ulemadan birinin kendisini ziyaret etmesini sağlar veya 'Din ehli kendisini ziyaret ediyor, ona gidip geliyor' denilsin diye bir âbidin, ya da bir sultanın valilerinden birinin 'dinî rütbesinin büyüklüğünden dolayı bunlar kendisinden feyz alır, bereketlenirler' denilsin diye kendisini ziyaret etmelerini sağlar. Şeyhlerle görüştüğünü ve istifade ettiğini göstermek için fazlasıyla şeyhleri anan bir kimse gibi... Bu kimse, kendilerinden ilim ve irfan aldığı kimseler ile böbürlenir. Böbürlenmesi ve riyakârlığı mücadele ettiği anda kendisinden dışarıya sızar.

Başkasına 'Sen hangi âlimleri gördün. Oysa ben falan ve falan zatları gördüm, memleketler gezdim ve üstadlara hizmette bulundum' der ve bu sözlere benzer daha nice sözler söyler. İşte bu, riyakârların kendileriyle riyakârlık ettikleri şeylerin esas noktalarıdır. Hepsi de bununla kulların kalplerinde rütbe ve makam kazanmak peşindedirler.

Başka bir grup vardır ki sadece kendisi için güzel amellere kanaat eder. Nice rahip vardır ki uzun seneler manastırında inzivaya çekilir! Nice âbid vardır ki uzun bir zaman için bir dağın başına çekilmiştir. Sakin sakin durup ibâdete devam etmesi, ancak halkın kalbinde mertebesinin olduğunu bildiğindendir. Eğer halkın kendisini manastırında bir suça nisbet ettiğini bilse, muhakkak bundan ötürü kalbi karmakarışık olur. Allah'ın kendisinin suçsuz olduğunu bilmesiyle kanaat etmez. Aksine bu dedikodudan dolayı üzüntüsü pek büyük olur! Her ne pahasına olursa olsun, o nisbeti insanların kalbinden silmeye çalışır. Mallarından tamahını kesmesine rağmen böyle inanmalarını temine çalışır. Çünkü mertebe peşindedir! Biz Sebepler bahsinde dediğimiz gibi mertebe pek tatlı ve lezzetlidir! Çünkü her ne kadar süratle gelir geçer ise de hal-i hazırda bir nevi kemâl ve kudrettir. Bununla ancak cahiller aldanırlar. İnsanların çoğu da cahildirler.

Riyakârlardan bir grup vardır ki halkın kalbinde mevkî sahibi olmakla kanaat etmez. Bununla beraber dilleriyle kendisini övmelerini de ister.

Başka bir grup da halk fazlasıyla ziyaretine gelsin diye nâm ve şöhretinin yayılması peşindedir!

Diğer bir cemaat ise sultanların yanında meşhur olmayı ister ki aracılığı kabul olunsun, kendisinin eliyle ihtiyaçlar görülsün, dolayısıyla cahiller tabakası yanında menzil ve mertebesi bulunsun!

Başka bir grup, şöhret ile mal toplamak için vakıflardan, yetim malları ve başka haram kaynaklardan da olsa mal kazanmaya çalışır. Bunlar, zikrettiğimiz sebeplerden dolayı gösteriş peşinde olan riyakârların en şerlileridir. İşte riyanın hakikati ve vesileleri bunlardır.

Soru: Riya mutlaka haram mı yoksa mekruh veya mübah mıdır veya haram, mekruh ve mübah oluşu, açıklamaya mı muhtaçtır?

Cevap: Riya konusunda birçok tafsilât vardır. Çünkü riya, rütbe ve mevkî istemektir. Bu istek, ya ibâdetlerle veya ibâdetlerin dışındaki şeylerle olur. Eğer ibâdetlerin dışındaki şeylerle mertebe istenilirse, bu mal istemek gibidir. Yeterli mal kazanmak haram olamaz. Çünkü insanın muhtaç olduğu az mal, övülen maldır. Bu bakımdan kişinin felâketlerden selâmet kalmasına vesile olan mevkîyi elde etmesi de övülür.

Hz. Yusuf un istediği mertebe bu kadardır. Beni Mısır'ın hazineleri üzerine me'mur et! Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim.(Yusuf/55)

Nasıl malda hem öldürücü zehir ve hem de faydalı panzehir varsa mertebe de böyledir. Fazla malın insanı şaşırtıp yoldan çıkardığı, Allah'ın zikrini ve ahireti unutturduğu gibi, fazla makam ve mertebe de böyledir. Hatta daha şiddetlidir. Mertebe ve makamın fitnesi, malın fitnesinden daha (tehlikeli ve daha) büyüktür. Nasıl biz 'fazla mal edinilmesi haramdır' demiyorsak, 'fazla kalpleri elde etmek de haramdır' demiyoruz. Ancak fazla mal veya fazla rütbe, insanı yapılması caiz olmayan şeylere sürüklerse o zaman hüküm değişir. Evet! Bütün gayreti fazla ve geniş mertebe elde etmeye sarfetmek, malın çoğalmasına sarfetmek gibi, şerlerin başlangıcıdır. Mertebe ve mal aşığı, kalp, dil ve diğer âzaların günahlarını terketmeye muktedir olamaz.

Haris olmadığın ve gittiği zaman da üzülmeyeceğin mertebe genişliğine gelince, bunda hiçbir zarar yoktur; zira Hz. Peygamberin, Hulefâ-i Râşidîn'in ve onlardan sonra gelen din âlimlerinin mertebesinden daha geniş bir mertebe yoktur. Fakat himmeti mertebenin talebine sarfetmek, dinde bir noksanlık ve eksiklik ise de haramlıkla vasıflanmaz. Bu bakımdan deriz ki: Kişinin halk arasına çıkmak için giydiği elbise gösteriştir. Fakat haram değildir. Çünkü ibâdetle değil, dünya ile riyakârlık yapmaktır.

İnsanlar için takılan süsleri de buna kıyas et! Bunun delili, Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadîs-i şeriftir: 'Hz. Peygamber birgün ashabının yanına çıkmak istedi. Bunun üzerine su küpüne bakarak sarığını ve saçını düzeltti. Bu manzara karşısında Hz. Aişe (r.a) 'Ey Allah'ın Rasûlü Sen de mi?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Evet! Allah, kulunun arkadaşlarının huzuruna çıkmak istediğinde onlar için süslenmesini ister!

Evet! Bu, Hz. Peygamber için bir ibâdetti. Çünkü o, halkı dâvet etmeye, onları kendisine uymaya, teşvik ve terğib etmeye ve kalplerini kazanmaya memurdur. Eğer halkın gözünden düşerse, ona tâbi olmaya rağbet göstermezler. Bu bakımdan gözlerinde küçük görünmemek için görünüşünün güzel olmasına gayret etmesi kendisi için farzdı; zira halkın gözleri, gizli taraflara değil, görünür taraflara kayar. Hz. Peygamber'in kasti buydu. Fakat eğer bir kimse böyle yapmakla onların kötülemesinden, ayıplamasından kurtulmayı, hürmet ve tâzim göstermelerini kastederse, bu kasdı mübah bir kasıttır; zira kınanmanın eleminden korunmak, insanlarla yakınlık kurup rahata kavuşmayı istemek, insanın tabii hakkıdır. İnsanlar kendini pis ve kötü gördükleri zaman insan tahammül edemez hale gelir. Bu takdirde onlarla yakınlık kurması sözkonusu olamaz. O halde anlaşıldı ki ibadetlerin dışında olan şeylerde riya ve gösteriş yapmak, bazen mübah olur, bazen de kötü olur, bazı vakitlerde de ibâdet olur. Bunlar o gösterişten istenen maksada göre değişir. Bu sırra binaen deriz ki kişi malını, ibâdet ve sadaka için değil, kendisine 'cömert' dedirtmek için ihtiyaç sahibi olmayanlara infak ederse, yaptığı gösteriştir. Fakat haram değildir. Benzerleri de böyledir.

Sadaka, namaz, oruç, gazâ ve hac gibi ibadetlere gelince, riyakârın burada iki hali vardır.

Birinci hal: Katıksız riyadan başka emeli olmamaktır! Bu riya ameli iptal eder; zira ameller, ancak niyet ve kasıtlara bağlıdır. O ise bunun ibâdet niyetiyle yapmamıştır. Sonra riyakârlık sadece ibâdetin bozulmasıyla kalmaz ki biz 'İbâdetten önceki gibi oldu' diyelim. Âyet ve hadîslerin delâlet ettiği gibi, riyadan dolayı günahkâr olur!

Mânâda iki şey vardır: Birincisi, kullara hile yapmaktır. Çünkü kişi halka, muhlis ve Allah'a mutî olduğunu gösterir, din adamı olduğu hissini verir. Oysa hiç de öyle değildir. Dünya işlerinde de hile yapmak haramdır. Hatta bir cemaatin alacağını edâ ederken halk -cömert olduğuna inansın diye- onlara yardım ettiğini hissettirirse, hilekârlığından dolayı günahkâr olur; zira kalpleri hile ve dalavere ile elde etmektedir!

İkincisi, Allah ile ilgilidir. O da, Allah'a yaptığı ibâdetiyle, in-sanları kandırmayı kasdetmektir. Bu bakımdan o kimse Allah ile alay etmiştir. Bu sırra binaen Katâde şöyle demiştir: "Kul riyakârlık yaptığında Allah Teâlâ meleklerine 'Kuluma bakın! Benimle nasıl istihza ediyor!' der".

Bunun misâli, hizmetkârların âdetinden olduğu gibi bütün gün sultanlardan birinin huzurunda elpençe durmasıdır. Oysa orada durması ancak sultanın cariyelerinden bir cariyeyi veya hizmetkârlarından bir hizmetkârını seyretmek içindir. Muhakkak ki bu durum, sultanla alay etmek demektir; zira hizmetiyle sultana yaklaşmak istemiyor! Aksine o hizmetle onun kölelerinden birini kastediyor!

Acaba kulun, Allah'ın ibâdetiyle zayıf, fayda ve zarara sahip olmayan bir mahlûka yaklaşmak isteğinden daha korkunç bir ha-reket tasavvur edilebilir mi?!

Bu ancak şu demektir: Riya yapan kişi zanneder ki kendisini seyreden kul, gayelerinin tahakkuku hususunda -maâzallah-Allah'tan daha kudretlidir. Allah'a yaklaşmaktan ona yaklaşmak daha iyidir! Çünkü onu padişahlar padişahına tercih ederek ibâdetinde hedef yapmıştır.

Acaba bir kulu Allah'tan daha fazla yüceltmekten daha korkunç bir istihza var mıdır? İşte bu, mühlikât (helâk ediciler)in en büyüklerindendir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) bu duruma 'küçük şirk' adını vermiştir. Evet! Riya derecelerinin bazısı bazısından daha şiddetlidir. Nitekim -eğer Allah dilerse- bunun beyanı Riyanın Dereceleri bahsinde gelecektir.

Riyanın az veya çok günahtan uzak olan bir kısmı yoktur. Günahlar, riyanın vesilelerine ve âletlerine göre sınıflanır. Eğer riyada Allah'tan başkasına secde etmek ve rükû yapmaktan başka bir hata yoksa, bu (cinayet ve günah bakımından) yeter de artar. Çünkü riyakâr, Allah'a yaklaşmayı kasdetmediği takdirde, muhakkak Allah'ın gayrisine yaklaşmayı kasteder! Yemin olsun, eğer Allah'tan başkasını secde ile tâzim ederse, açıkça kâfir olur. Ancak riya, gizli küfürdür. Çünkü riyakâr, kalbinde halkı büyütmüştür. O büyütmede ona secde ve rükû etmek vardır. Bu bakımdan onun secdesiyle tazim edilip büyütülen bir yönden insanlardır.

Secde ile Allah'ın tâzîmi ortadan kalkıp halkın tâzîmi kalınca, bu durum şirke yakın bir durum olur. Ancak görünüşte secde ile Allah'ı tâzim etmekte, aslında ise gayesi büyük saydığı kimsenin kalbinde kendi nefsini büyütmektedir. Bu sırra binaen riya açık şirk değil gizli şirk olur. Bu durum cehaletin katmerlisidir. Ancak şeytan tarafından kandırılmış kullar kendisine fayda veya zarar, rızık, ecel, hali hazırdaki veya gelecekteki durumu hakkında Allah'tan daha fazla yardım edeceğini hayal eder! Bunun için de Allah'tan yüz çevirip onlara yönelir, kalplerini kazanmak için taptıklarına havâle ederse, yaptığının en az karşılığı bu olur. Çünkü bütün kullar nefislerini idare etmekten acizdirler. Kendilerine bile fayda veya zarar vermeye kudretleri yoktur. Acaba dünyada bunu nasıl başkasına verebilirler? Acaba babanın evladı yerine, evladın baba yerine cezalandırılmadığı, peygamberlerin bile 'nefsim, nefsim' dediği bir günde, nasıl başkasına fayda veya zarar verebilirler? Acaba cahil, dünyadaki yalancı tamahkârlığıyla halktan beklediği şeylerde nasıl ahiret sevabını ve Allah'ın (rahmetine) yaklaşmayı değiştirir? Bu bakımdan şüphe etmemek gerekir ki Allah'ın ibâdet ve taati ile riyakârlık yapan bir kimsenin, kıyasla (akılla) da, nakille de Allah'ın gazabına uğrayacağı sabit olmuştur. Bu durum, eğer ecir istemezse sözkonusudur. Sadakasında veya namazında ecir ile hamdi birlikte istediği zaman bu istek ihlâsın ruhuna zıd düşen şirktir. Biz şirkin hükmünü İhlâs bölümünde belirtmiştik. Bizim naklettiklerimizin doğruluğuna Said b.Müseyyeb ile Ubade b. Sâmit'in 'Burada onun hiç bir eşi yoktur' demeleri delâlet eder.

____________________

43) Bu âbid zat Şam'ın şeyhidir. Ebî Müshir'den sonra bu mertebeyi ihraz etmiştir. H. I53'de doğmuş, H. 215'de vefat etmiştir. 44) Diybek köyüne mensub bir elbisedir. Dimyat'a yakın bulunan bu köy şimdi harebe halindedir. Bu elbise ipekten yapılır.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin